Geçtiğimiz yıl, tarihçi Safa M. Özütürk’le Manchester’da çıkan Conservation and Heritage Journal’ın 36. sayısında, Osmanlıların 1851’deki Büyük Sergi’de (The Great Exhibition of the Works of Industry of All Nations – Tüm Ulusların Sanayi Eserlerinin Büyük Sergisi) katılımını konu alan bir makale yayımladık. Bu süreçte yolumuz tarihsel olarak önem atfedilen pek çok erkeğin yapıp etmeleriyle kesişti: Sultan Abdülmecid ve Prens Albert başta olmak üzere pek çok paşa, büyükelçi, hanedan mensubu, bürokrat, asker, banker, mimar, efendiler ve sörler… Erkeklerin tuttuğu kayıtlar, yazdığı anılar, makaleler, gazete haberleri, sergi katalogları, çizdikleri illüstrasyonlar ve çektikleri fotoğraflarla tüm hikâyeyi erkeklerin bakış açısından görüp anlamaya çalıştık. Ta ki karşımıza “Ayşe” çıkıncaya kadar.
Kimdi bu kadınlar? Başka kadınlar da var mıydı? İstanbul’daki sergilemeyi gezebildiler mi? Yayımlanan gazete haberlerini takip edebiliyorlar mıydı?
Bugün Victoria&Albert Müzesi’nde sergilenen ve üzerine “Bebekli Hasan Usta’nın kerimesi Ayşe, Maşallah” yazısı işlenmiş nakışlı peşkirin (T.103, 1934) 1851 sergisinde sergilendiği pek çok kaynakta yer alıyordu. Bazıları ödül aldığını da öne sürmekteydi. Bu bilgiye biz de makalemizde bu şekilde yer verdik. Osmanlı gazetesi Ceride-i Havadis’in 1851 Londra Sergisi ödüllerini takdim eden 17 Muharrem 1268 Pazartesi tarihli sayısında, “Çevre işlemeleri için Sofyalı Anakadın ve kızları, şıb şıb işlemeleri için bugçacı (bohçacı) hanım, şıb şıb imalleri için Hoca Karabeddin zevcesi, Ayşe Hanım ve Terzioğlu’nun zevcesi”nin ödül kazandıkları haberi, bizi de Bebekli Hasan Usta’nın kerimesi Ayşe’nin ödül alan Ayşe olduğuna ikna etmeye yetmişti. Bugün, akademik araştırmamızı eksik bıraktığımız gerçeğiyle birlikte, bu ödül rivayetine kesin gözüyle bakmaya çok teşne olduğumuzu da kabul ediyorum.
Üzerinde “maşallah”lı bir “imza” bulunmasının eserin kültürel anlamını değiştirdiğini, onu “Türk sanatları” başlığının altında kategorize edilen herhangi bir elişi antikadan toplumsal bir ülküyle şekillenmiş kişisel bir anlatıya dönüştürdüğünü düşünüyorum. Eser 19. yüzyıla (1840-1870) tarihlenen, Osmanlı’da pamuk ya da keten kumaşlardan üretilen ve iki ucu bordürle bezeli olan peşkirlere bir örnek. Çiçek desenleri ve dallardan oluşan bitki motifleri, ipek ipliklerle tel sarma, muşabak, pesent, hesap işi gibi Türk nakış teknikleriyle pamuklu kumaş üzerine işlenmiş. Kenarlarına şerit işlenerek bordür tamamlanmış. Ayşe, imza niteliğindeki yazıyı, kumaşın tek kenarına, motifler ile şeridin arasındaki boşlukta tam ortaya gelecek şekilde ve rahatça okunacak büyüklükte işlemiş.
19. yüzyıl, Osmanlı nakışlarında yazılı işlemelerin ortaya çıktığı bir dönem olmakla birlikte, üretici bir kadının kimliğini soy ve yer belirterek ifade etmesine örnek teşkil eden bu nakış, istisnai ve dikkate değer. Bu dönemde saray işi nakışlı dokumalarda tuğraların, padişahların doğum veya tahta çıkış tarihleri gibi bilgilerin altın telle işlendiği yazı bantları veya beyitler görülmekte. Seccadelerin üst bordürlerinde ayetler, esmâ-i hüsnâ, besmele, kelime-i tevhid ve tekbir gibi yazılar yer alır. Gündelik kullanıma yönelik dokumalarda ise “maşallah” yazılı olanlara rastlanır. Gayrimüslim Osmanlıların dinî kullanıma yönelik dokumalarında kutsal yazıların yanı sıra dokumayı yaptıran ya da kiliseye bağışlayan yüksek statüye sahip kişilerin adları da görülmektedir. Ancak bütün bu yazılar iktidarın temsiliyle, dinî rütbelerle ve işlevlerle ilişkilidir. Bu hiyerarşiler içinde yer almayan birinin, kendi ismine kompozisyonda göze çarpan bir biçimde yer vermesi o dönemde pek görülmüş bir pratik değildir. Bu nedenle yazının uluslararası bir sergi katılımındaki temsiliyete dair bir kaygıyla işlenmiş olabileceğini düşünmek, bu iddiaya tutunan herkese anlamlı gelmiş olmalıdır.
Kraliçe Victoria’nın Sultan Abdülmecid’e daveti
1851 Büyük Londra Sergisi’ne katılım, Osmanlılar için önemli bir endüstriyel farkındalık ve kültürel karşılaşma vakasıdır. Osmanlı endüstrisinde var olan koşulların dünya konjonktürü doğrultusunda doğru algılanmasını, gerçekçi bir öz değerlendirme yapılmasını ve reform ihtiyacının idrak edilmesini sağlaması bakımından önemlidir. Öte yandan sergiye gönderilen Osmanlı ürünlerinde, form güzelliği ve işçiliğin kusursuzluğu gibi eski zanaat ilkelerinin korunduğu da görülmektedir. Aslında bu vasıflar sanayileşmiş Avrupa’nın kısmen farkında olduğu becerilerdir. Manchester’lı Christy&Sons firmasının 1950’lerden bugüne üretmeye devam ettiği Christy’s Royal Turkish Towels (Christy’nin Türk Kraliyet Havluları) havlu koleksiyonunu hatırlatmak istiyorum. Fabrika bu üretime sergiden bir yıl önce başlamıştı, hatta sergide Kraliçe Victoria bu havlulardan altı düzine sipariş vermişti. Firma sahiplerinin Osmanlı dokumalarını, sergi öncesinde yaptıkları bir Osmanlı seyahati sırasında tanıdıkları ve benzerlerini üretmeye başladıkları biliniyor. Bu kültürel etkileşim ortamını hazırlayan nedenleri de hatırlayalım: Osmanlı’da o yıllarda Sultan Abdülmecid’in saltanatı devam ediyordu. Sultan, reformist “gavûr padişah” II. Mahmud’un, Batı normlarında eğitim görmüş oğluydu. Tanzimat Fermanı’nın ilanı onun döneminde olmuştu; mülkiyet yasalarındaki eşitlik düzenlemeleriyle gayrimüslim Osmanlıların ve yabancıların iç ve dış ticarette etkin olarak yer almalarının önü açılmıştı. Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nın ardından Osmanlı topraklarında İngiliz mallarının ticari dolaşımı artmış ve iki ülke arasındaki ticari etkileşim güçlenmişti. Bu koşullar altında Kraliçe Victoria, yakın ilişkide olduğu Sultan Abdülmecid’e Büyük Sergi için resmî bir davet göndermiş, gelişen Osmanlı-İngiliz dostluğunu önemseyen Sultan Abdülmecid de sergi davetini kabul etmişti.
Ticaret ve Tarım Bakanı İsmail Paşa, Londra’daki Osmanlı Başkonsolosu Edward Zohrab komiserliğinde sergilenecek seçkinin hazırlanmasına sulatana yakışır bir özen göstermişti. Zanaat eserleri ve endüstriyel ürünler İngiliz temsilci Charles Lafontaine yönetiminde sınıflandırılmıştı. Sergilenecek koleksiyon Londra’ya gönderilmeden önce, İstanbul’da devlet yöneticilerinin, büyükelçilerin, esnaf ve tüccarların gezebildiği bir sergide kısa süre sergilendi. Sultan Abdülmecid sergilemeyi aralarında valide sultanın da bulunduğu saray erkanıyla birlikte ziyaret etti. Bu ziyaretlerden sonra, 700 üreticiye ait olan sergi koleksiyonu 207 sandıkla Feyzâ-i Bahrî isimli firkateyne yüklendi ve gemi aralarında gayrimüslim Osmanlıların da bulunduğu seçkin bir heyetle Southampton Limanı’na doğru hareket etti. Koleksiyon oradan trenle Londra’ya sevk edildi. Ceride-i Havadis olan biteni ayrıntılarıyla haber sütunlarına taşıdı. Sergi süresince ve dönüş yolculuğuyla ilgili de pek çok haber gazetede yer aldı. Tüm süreç boyunca gazetede sergiye katılan zanaatkâr kadınlarla ilgili tek bilgi ise ödüllerin açıklandığı haberde yer alan isimlerdi: Sofyalı Anakadın, Hoca Karabeddin’in zevcesi, Ayşe Hanım ve Terzioğlu’nun zevcesi.
Benzerine rastlanmamış bir nakış
Kimdi bu kadınlar? Başka kadınlar da var mıydı? İstanbul’daki sergilemeyi gezebildiler mi? Yayımlanan gazete haberlerini takip edebiliyorlar mıydı? O sırada ailelerinden ya da tanıdıklarından biri Feyzâ-i Bahrî’nin güvertesini adımlıyor olabilir miydi? Evlerin kadınlara mahsus cumbalarında kahve içip sergi hakkında sohbet etmişler miydi? Bebekli Hasan Usta’nın kerimesi Ayşe aralarında mıydı?
1851 yılında Londra’da SpicerBrothers tarafından basılan, Official Descriptive and Illustrated Catalogue (Resmî Anlatımlı ve Çizimli Katalog) adlı üç katalogdan oluşan resmî sergi yayınının, yabancı ülkelere ayrılan üçüncüsünde “Turkey” başlığı altında Osmanlı katılımcılarının listesi bulunuyor. Kataloğun 1391. sayfasında 578. sırada şu ibare yer alıyor: “Towel, embroidered in gold. Embroidered by HASSAN AGA’S FAMILY, Constantinople” (Havlu, altın nakışlı. Hasan Ağa’nın ailesi tarafından işlenmiş. Konstantinopolis). Bu aile Bebekli Hasan Usta’nın kerimesi Ayşe’nin üretici aktörlerinden biri olduğu aile olabilir mi? Müzenin internet sayfasındaki bilgi notunda Ayşe’nin ailesinin sergiye katıldığı öne sürülüyor. “Hassan Aga”nın Hasan Usta olması kuvvetle muhtemel. Listede 561, 562, 563, 564 ve 567. sıralarda Sofyalıoğlu’nun (Sofialioglou) kızının nakışlı şal ve müslinleriyle, 991. ve 995. sıralarda altın ve inciyle işlenmiş terlikleriyle Carabet’in eşinin İstanbul’dan sergiye katılmış olduklarını görüyoruz. 994. ve 996. sıralarda ise yine İstanbul’dan Terzi’nin (Terzy) eşi terlik işlemeleriyle yer alıyor. İsimleri dil farkından dolayı küçük farklılıklarla yazılmış olsa da bu kadınlar ödül alan Osmanlı kadınları olmalı. Liste baştan sona incelendiğinde karşımıza çıkan diğer kadın katılımcılar ise Osmanlı toplumunun kültürel çeşitliliğini gözler önüne seriyor: Balcıoğlu’nun kızı (401), Agobi’nin kızı (404), Yallapanoğlu’nun kızı (405), Simonoğlu’nun kızı (406), Hıristiyan kadınlar (525), Arap kadınlar (526, 527), Gülmezoğlu’nun kızı (568), Tüysüzoğlu’nun kızı (569) gibi farklı kentlerden kadınlar bazen kimin eşi ya da kızı oldukları belirtilerek, bazen de yalnızca katıldıkları şehir belirtilerek yer almışlar. İstanbul, Trabzon, Niş, İzmir, Trablus gibi ve Osmanlı coğrafyasının dört bir yanındaki kentlerden farklı etnik kökenlere ve inançlara sahip kadınların gönderdiği işlemeli dokumalar, terlikler ve halılar Londra’da sergilenmiş. Serginin Londra’da basılan Reports by the Juries (Jüri Raporları) kitabında (1851, s.381) bu ürünlerin işçiliğinin mükemmelliğinden ve her türlü nakış zevkinin zenginliğinden övgüyle söz edilmiş. William Gaspey’nin sergiye ilişkin Tallis’s Illustrated London (Tallis’in Çizimli Londra’sı) adlı kitabındaki (1852, Cilt 3, s.42) yorumu ise Osmanlı ürünlerinin muhteşem parlak renk ve işleme çeşitliliğinin, Kristal Saray’a girildiğinde genel görünüm içinde çok çarpıcı bir etki yaratmış olduğu yönünde.
Sergiye Hasan Usta’nın ailesinin gönderdiği nakışlı havluya verilmiş bir ödül olduğu bilgisine kaynaklarda rastlanmıyor. İstanbul’dan Osmanlı’da şıp şıp denilen işlemeli terlikleriyle sergiye katılan Ayşe Hanım’ın ise İngiltere’de yayımlanan ödül listelerinde “The Girl Istche” şeklinde yer aldığı görülüyor. Yani ödül alan Ayşe Hanım ile Hasan Usta’nın kızı Ayşe aynı kişi değil. Peki, müze koleksiyonundaki eser ile sergi listesindeki nakışlı havlu aynı dokuma olabilir mi? Eserin müzeye giriş kayıtlarında, 1934 yılında Binbaşı Lee tarafından müzeye bağışlandığı bilgisi yer alıyor. Arşivde tekstil bölümünden kendisine yazılmış bir teşekkür mektubu da var. Bu mektuptan peşkiri o sırada Çanakkale’de bulunan Binbaşı Lee’den Bayan Norman adlı birinin teslim alıp müzeye getirdiği anlaşılıyor. Kayıt belgeleri arasında bulunan bir diğer belge ise Bayan Norman’ın müze direktörüne yazdığı mektup: Binbaşı Lee’den bu nakışlı dokumanın 60 yılı aşkın süre aynı ailenin elinde bulunduğunu öğrenmiş. Bay Tattersall adlı bir uzmandan da görüş aldığı da anlaşılan Bayan Norman, dokumanın üzerindeki Osmanlıca yazıta dikkat çekiyor. Bunun dokumayı benzerlerinden ayıran bir özellik olduğunu ve daha önce bir benzerine hiç rastlamadığını ifade ediyor. Evet, onunla hemfikiriz.
Kendini yazan kadınlar
Hayır, konu kapanmadı. Bebekli Hasan Usta’nın kerimesi Ayşe’nin eserinin Londra’da sergilendikten sonra ülkeye geri getirildiğini ve yıllar sonra Binbaşı Lee’nin eline geçtiğini düşünebiliriz. Çünkü Londra’da sergilenen ancak satılmamış ürünler, Feyzâ-i Bahrî firkateyniyle geri getirilmişti, hatta sahiplerine dağıtılması için bir meclis kurulmuştu. Bir diğer ihtimal: Ayşe’nin ailesi sergiye katıldıktan sonra, yaptığı bir nakışın üzerine adını yazmış olması. Uluslararası bir sergide nakışlarıyla ödül almış Osmanlı kadınlarından ilhamla ve bu alandaki üreticilerden biri olarak duyduğu gururla adını işlemesi mümkün. Ne var ki, tüm bu ihtimalleri envanterci bir tartışma zemininde ele almaktan daha önemli olan bir şey var: Adını kendi ürettiği eserin üzerine yazmak kararının tarafımızca idrak edilmesi. Üstelik 1851’deki Büyük Sergi’ye katılan pek çok hemcinsinin hiç yapmadığı bir biçimde. İşte bu davranış tam da “maşallah” sözünü hak eden güçte ve beni çok heyecanlandırıyor.
Üretici bir kadının kimliğini soy ve yer belirterek ifade etmesine örnek teşkil eden bu nakış istisnai ve dikkate değer.
Ayşe’nin hikâyesini araştırmak, henüz eksiksiz ve doğrulanmış bir tarih anlatısına dönüşmemiş olsa bile gözden çıkarılmış, emek yoğun kadın üretimlerine ve muktedire rağmen gerçekleştirilen naif bir özdeğerlendirme pratiğine dikkat çekmesi bakımından kayda değer. Üstelik, bu defa yolumu pek çok kadınla ve onların yapıp etmeleriyle kesiştirdi. Aydınlattıkları koridorlardan geçerek Ayşe’nin koluna girdim. Şimdi Ayşe’nin yaptığını yapıp buraya adlarını yazacağım: Victoria&Albert Müzesi küratörlerinden Fuchsia Hart, Sadberk Hanım Müzesi küratörlerinden Lale Görünür, Ankara Olgunlaşma Enstitüsü müdürü Ahsen Hıdıroğlu ve Zonguldak Olgunlaşma Enstitüsü müdürü Şennur Günay. Hepsine çok teşekkür ederim. Hep birlikte çalışmaya, üretmeye ve adımızı yazmaya devam ettirdiğimiz bu hikâyenin bir parçası olmak çok özel.