Kültürel miras öğelerinin kent ölçeğinde korunmasında yerel yönetimlerin görev ve sorumlulukları var. Tarihî yapıların restorasyonu ve restorasyon sonrası bu yapılara kamusal mekânlar olarak yeniden işlev kazandırılması, mirasın kent sakinin gündelik yaşamıyla bütünleştirmesi bakımından oldukça önemli. Bu yaklaşımın toplumun miras değerlerine dair farkındalığını yükselten ve korunmasına yönelik hassasiyetleri güçlendiren bir yönü bulunuyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı ve Kültür Varlıkları Dairesi Başkanı Oktay Özel’le İBB Miras’ın restorasyon ve koruma uygulamalarını, yeniden işlevlendirme projelerini ve kamusal sanat etkinliklerine dair yaklaşımlarını konuştuk.
ÖZGÜR CEREN CAN: İBB Miras bugüne kadar ciddi miktarda nitelikli restorasyon ve koruma uygulamasını hayata geçirdi. Bunun için gerekli kurumsal ve teknik kapasite nasıl oluştu? İBB Miras çatısı altında biriken bilgi, donanım ve birikimin gelecek nesillerin miras uzmanlarına aktarılması için nasıl bir yöntem izleniyor?
OKTAY ÖZEL: İBB Miras, koruma alanına bütünlüklü bir yaklaşımın sonucunda farklı disiplinlerin bir arada olması gerekliliği fikriyle, 2019 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu’nun vizyoner yönetimiyle doğdu. İBB Miras’ın temelleri, “Örselenmiş bir tarih ve kültür şehrine vefa duyar,” yaklaşımıyla atıldı.İBB Miras ekibinde restoratörden konservatöre, mimardan inşaat mühendisine, sanat tarihçiden arkeoloğa, iç mimardan grafik tasarımcıya kadar çok çeşitli alanlardan uzmanlar bulunuyor.
Biz kültür varlığı restorasyonunu salt bir inşai faaliyet olarak değil, çok yönlü bir iyileşme hali olarak görüyoruz. Yani kültürel miras yönetim politikamızı sadece yapıyı fiziksel olarak kurtarmak üzerinden değil, o yapıyı bugünkü şehir hayatı içinde görünür ve yaşanabilir kılmak üzerinden de belirliyoruz. Böylece kentten kopuk bir şekilde yok olmaya terk edilmiş kültür varlıklarını, yeni işlevleriyle yeniden İstanbul’a ve İstanbullulara kazandırmış oluyoruz.
Kültür varlıklarının günlük hayatın aktif bir parçası olarak kent sakinlerine yeni deneyimler sunması ve bizim koruma-yaşatma süreçlerini tüm aşamalarıyla belgeleyerek şeffaf bir biçimde aktarmamız “koruma bilincinin ve aidiyet duygusunun” oluşmasında önemli bir etken. Bildiğiniz üzere, biz bu amaçla yine Türkiye’de bir ilk teşkil edecek şekilde “açık şantiye” ilkesiyle şantiye ziyaretleri de düzenliyoruz. Bu sayede ziyaretçiler restorasyonun tüm süreçlerine şantiyede yakından tanıklık edebiliyor. Hem ilgili alanlardan öğrenciler ve uzmanlar hem de kent sakinleri için bu tanıklık, koruma çalışmalarına bakış açılarına ve kentle kurdukları ilişkiye önemli bir katkı sunuyor.
Aynı şekilde düzenlediğimiz atölyeler, çalıştaylar, söyleşiler gibi etkinliklerin yanı sıra restorasyon süreçlerini A’dan Z’ye kayıt altına aldığımız yayınlarla da bu bilincin ve aidiyet duygusunun güçlenmesine katkıda bulunmayı sürdürüyoruz. Çünkü kenti koruyacak temel faktör, esasında bir toplumda koruma bilincinin ve kültürünün yerleşmiş olmasıdır. İBB Miras, burada özetlemeye çalıştığım tüm bu önemli noktalara temas ettiği için şehirde fark yaratarak İstanbullularla güçlü bir güven duygusu tesis edebildi.
Koruma-onarım ve miras yönetimi alanlarında uygulama boyutunda mikro ölçekte yakalanan başarının, üst ölçekte kent bütünüyle ilişkili çalışmalarda devam ettiğini düşünüyor musunuz?
Bu sorunuzu “kültürel miras ve kamusal kültür-sanat” özelinde değerlendirirsek, İBB Miras’ın kendi sorumluluk alanında ortaya koyduğu başarının, üst ölçekte farklı kurumlar için örnek teşkil ettiğini ifade edebilirim. Şehirdeki, hatta ülke genelindeki çalışmalara baktığımızda İBB Miras’ın ilgili kurumları teşvik ettiğini; Yerebatan Sarnıcı, Müze Gazhane, Kütüphane Troleybüs, Artİstanbul Feshane, Baruthane, Metrohan, Casa Botter Sanat ve Tasarım Merkezi, Kara Surları Ziyaretçi Merkezi, Anadolu Hisarı, Taş Mektep, Cendere Sanat, Haliç Sanat, Gülhane Sanat, Moda-Kadıköy-Beşiktaş İskeleleri gibi restorasyon ve yeniden işlevlendirme projeleriyle referans olacak örnek çalışmalara imza attığını rahatlıkla söyleyebilirim.
İBB Miras İstanbul’un mirasını korurken İBB Kültür de bu mirası yaşatacak kültür politikaları üretiyor. İstanbul’un tarih boyunca verdiği ilhama ve günümüz dünyasının dinamiklerine uygun bir sosyokültürel yaşamı yeniden tasarlamak için kamusal mekânları, ücretsiz etkinliklerimizi, kütüphanelerimizi farklı bölgelere taşıyarak şehrin kültürel altyapısını güçlendiriyoruz. Kültür sanata, bilgiye ve deneyime erişimi bir yaşam hakkı olarak herkes için ulaşılabilir kılıyoruz. Yaklaşık beş yılda bu doğrultuda birbirini tamamlayan çok güçlü adımlar attık. Üst ölçekte de İstanbul’un daha adil, daha yaşanabilir, doğasıyla ve kültürel mirasıyla barışık, herkes için çok daha ulaşılabilir bir kent olabilmesi için sadece şehrin bugününe değil geleceğine de hizmet edecek yatırımlar yapmaya devam ediyoruz.
Koruma uygulamalarında ve sonrasında yeniden işlevlendirme konusunda kent paydaşlarıyla işbirlikleriniz oluyor mu? Tüm bunların sürdürülebilirliği nasıl sağlanacak?
Koruma uygulamalarımızda alanlarında uzman akademisyenlerden oluşan Bilim Kurulu’yla, yeniden işlevlendirme sürecinde ise meslek odaları ve sivil toplum paydaşlarıyla birlikte yol almaya önem veriyoruz. Kültür varlıklarını yeniden kent hayatına kazandırırken en büyük önceliğimiz kamusal bir yaşam alanı yaratmak. Biz genel olarak belli bir kitlenin kullanacağı bir alan değil, tüm kamusal deneyimlere açık alanlar yaratmayı hedefliyoruz. Dolayısıyla işlev süreçlerini tasarlarken bizim için en önemli kriter, o çevredeki kullanıcıların gündelik hayata dair alışkanlıkları. İstanbulluların kolaylıkla hayatlarına dahil edebilecekleri, kültür-sanat etkinliklerine ücretsiz olarak ulaşabilecekleri, yeme-içme seçeneklerinden görece daha ekonomik bir şekilde faydalanabilecekleri, her yaştan ve her kesimden İstanbulluya hitap eden kamusal mekânlar oluşturmaya özen gösteriyoruz. Örneğin Beyazıt Troleybüs Güç Merkezi’nin “Kütüphane Troleybüs” olarak işlevlendirilmesinin en önemli sebebi, etrafındaki üniversite hayatı. Yani çevredeki mevcut fonksiyonlar ve rutin yaşantının ihtiyaçları yeniden işlevlendirme süreçlerimizde etkili oldu.
Müze Gazhane de bu anlamda önemli bir örnek. Tarihî Hasanpaşa Gazhanesi’nin dönüşümüyle hayata geçirdiğimiz Müze Gazhane, yapı kompleksinin bütüncül bir şekilde ele alınmasıyla dünya ölçeğinde bir kültür-sanat ve yaşam alanı olarak tasarlandı. Kent hafızasıyla önemli bir bağı olan bu miras alanının, mahalle hayatıyla barışık, yaşamın tam ortasında, aktif bir kamusal alan olmasına özen gösterdik. 7’den 70’e herkesi kucaklayan, sunduğu içerikle her kesime hitap eden, kullanıcıların rahatlıkla kendilerini ait hissedebildikleri bir alan Müze Gazhane. Hem mahallenin içinde, günlük hayatın bir parçası hem de şehrin kültür sanat hayatına yön veren, uluslararası standartlarda bir kültür mekânı oldu.
Bu yaklaşım Artİstanbul Feshane için de geçerli. Paydaşlara, katkılara, taleplere açık bir alan ve içeriği de tüm bunlarla birlikte şekilleniyor. Aynı yaklaşımın Yedikule Gazhanesi, Baruthane (Bakırköy Baruthanesi), Cendere Sanat ve İBB Miras’ın şehre kazandırdığı diğer tüm yaşam alanlarının sürdürülebilirliğinde belirleyici olduğunu söyleyebilirim.
İBB Miras çalışmalarının özellikle sanat, turizm ve yaratıcı endüstriler gibi sektörlerle stratejik ilişkileri uzun vadede planlanabildi mi? Bunun için hangi kurumsal yapılarla birlikte hareket ediliyor? Bu çalışmaların kentin vizyonuna ne türden katkıları olması bekleniyor?
İBB Miras çalıştığı alanların ihtiyaçlarına göre farklı işbirlikleri yapmayı önemsiyor. Örneğin kültür sanat etkinlikleri, sergiler ve atölyelere dair programlar alanın önemli aktörleriyle yapılan işbirlikleriyle şekilleniyor. Yakın zamanda Süleymaniye’de açılışını yaptığımız İstanbul Tasarım Müzesi bu işbirliklerine verebileceğim güzel bir örnek. 16. yüzyılın Süleymaniye Camisi Altı Sıra Dükkânları, şehrin eşsiz tasarımcısı Mimar Sinan’a yakışır, çok özel bir tasarım müzesine dönüştü.
İstanbul Tasarım Müzesi, İstanbul’un, hatta Türkiye’nin tasarım ve kültür dünyasında söz sahibi olan, aralarında İKSV, Salt, İstanbul Modern, BASE gibi önemli kurumların da yer aldığı, atölyelerden markalara, zanaattan çağdaş tasarımlara uzanan yelpazede çeşitlilik sunan bir bileşen profiline sahip. Tabii bu marka ve kurumlar alana belli bir süreliğine yerleşecek ve sonrasında ise İstanbul’un tasarım yüzü olan diğer sanatçı, tasarımcı ve zanaatkâr dostlarımızla yoldaşlık edeceğiz.
İstanbul gerek zengin mirası gerekse günümüzde barındırdığı yaratıcı endüstrilerle sadece Türkiye’de değil, dünya çapında da önemli bir merkez konumunda. Bildiğiniz gibi, İstanbul 2017 yılında UNESCO Yaratıcı Kentler Ağı’na “Tasarım kenti” olarak girdi. Ancak göreve başladığımızda şehrin yaratıcı potansiyelini yansıtan bir tane bile tasarım merkezi yoktu. Tarihî Botter Apartmanı’nda hayata geçirdiğimiz Casa Botter Sanat ve Tasarım Merkezi’yle bu bağlamda önemli bir adım attık. Şimdi de İBB Tasarım Müzesi’yle özellikle tasarım alanında tetikleyici bir hamle başlattık. Bu müzeyle yaratıcı alanlardaki paydaşlarımızı desteklemeyi, uluslararası işbirlikleri geliştirmeyi ve şehrin yaratıcı potansiyelini dünya çapında görünür kılmayı amaçlıyoruz.
Yeniden işlevlendirilen miras yapılarında, İBB çatısı altında faaliyet gösteren kültür-sanat merkezlerinin kurumsallaştığını görüyoruz. Bu birimler ne tür ulusal ve uluslararası işbirlikleri geliştiriyor? Tate Modern’in Feshane’de açtığı sergiyle nasıl bir kültürel etkileşim hedefleniyor?
Biz Artİstanbul Feshane’yi programlarken özellikle çağdaş sanat alanında uluslararası bir odak olmasını hedefledik. Sanat dünyasında bilinen, farklı ülkelerden talep edilen, dünya kültür ve sanat aktörlerinin programlarına dahil etmek isteyecekleri, büyük ölçekli işbirliklerine yanıt verebilen bir restorasyon ve yeniden işlevlendirme süreci geçirdi. Sonucun da başarılı olduğunu görüyoruz.
Artİstanbul Feshane kamusal bir kültür-sanat mekânı olarak kent sakinleri için kültür sanatı erişilebilir kılarken, İstanbul’un kültür insanlarının ihtiyaçlarına yanıt vermek üzere farklı üretim ve ifade biçimlerine alan açıyor; bir yandan da Tate sergisi gibi etkinlikleriyle gelecekte kurulacak potansiyel işbirliklerine ilham veriyor.
Artİstanbul Feshane’nin tüm paydaşlarca fark edilmesi, sahiplenilmesi, her kullanıcının burada kendinden bir şeyler bulması, şehrin kültürel altyapısının daha güçlü, daha demokratik, daha evrensel bir zemine kavuşması açısından da önemli kazanımlar. Burada sabit, durağan bir içerik ve kullanıcılar yok; bu da alanın sürekli merak edilmesini sağlıyor. Bu değişken, devingen, dinamik yapı bir bakıma Artİstanbul Feshane’nin çekiciliğini artıyor.
Artİstanbul Feshane’nin altı aylık bir zaman zarfında gerçekleştirilen üçüncü sergisi olan Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde,Tate ve İBB işbirliğiyle gerçekleştirildi. Bu sergi, Artİstanbul Feshane’nin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde bilinirliğini artıracak olması açısından çok önemli. Dünyanın en önemli sanat kurumlarından Tate’in Artİstanbul Feshane’ye getirdiği bu sergi, sanat tarihi içinde çok önemli bir yeri olan, kendi döneminin kült eserlerini içeriyor. Sergide 21 ülkeden 57 sanatçının 95 eseri yer alıyor. Türkiye’de yerel kamu yönetimi nezdinde ilk kez hayata geçirilen, uluslararası çaptaki bu serginin ücretsiz olarak toplumun her kesimiyle buluştuğunu ayrıca vurgulamak isterim. Çünkü bizler için İstanbulluların kültür ve sanata eşit bir şekilde erişebilmesi, bunlardan yararlanabilmesi, başka bir ülkenin değerli bir koleksiyonunu kendi şehirlerinde görmeleri bir kent hakkıdır.
Bu bağlamda, uluslararası ilişkiler ve işbirliklerini geliştirmek için Kültürel Diplomasi Ofisi’ni hayata geçirdik. Dört kıtada, dünyanın önemli 17 ülkesinden kültür sanat alanında küresel liderliğe sahip 36 kurumla işbirliği geliştirdik. Örneğin İsviçre’deki çağdaş sanat kurumu Art Basel’le de işbirliği için görüşmeler gerçekleştirdik. Norveç Ulusal Müzesi’nden Munch Müzesi’ne, Den Norske Oper & Ballett den Deichman Library’ye, Berlin Eyalet Yönetimi’nden Pergamon Müzesi’ne dek birçok önemli kurumla iletişim içindeyiz.
Bu temasların temel amacı İstanbul’un kültürel birikimini, sanatsal üretimlerini ve yaratıcı potansiyelini uluslararası arenada görünür kılmak, kültürel diplomasi sayesinde kendi kültür iklimimizin zenginleşmesini, nefes almasını, dinamizm kazanmasını sağlamak ve elbette ki bir kültür sanat şehri olarak İstanbul’a hak ettiği prestiji kazandırabilmek.
Tate Modern’in İstanbul’da sergi düzenlemesi dünyanın saygın kültür-sanat kurumlarının dikkatini çekecektir. İleride geliştirilebilecek olası uluslararası kalıcı işbirliklerine dair bir stratejiniz var mı?
Tate Modern ile Feshane, hikâyelerinde benzer özellikler barındıran iki yapı. İkisi de su kıyısında, endüstri mirasından dönüşmüş ve birer kültür alanı olarak işlev kazanmış. Biz Feshane’nin tüm programını, uluslararası sanat camiasına da hitap edecek bir cazibe merkezi olmasını amaçlayarak kurguladık. Devam eden ikinci etap çalışmalarıyla da bu konumunu destekleyeceğiz. Ayrıca hemen karşısında bulunan Haliç Tersanesi’nde de İstanbul Sanat Müzesi’ni yakında şehre kazandıracağız. Burada Türkiye sanat dünyasının çok önemli koleksiyonları izleyicilerle buluşacak. Geçtiğimiz yıl tarihî Fener Evleri’ni dönüştürerek kazandığımız geçici sergi galerileri Haliç Sanat 1, 2 ve 3 de özelde Artİstanbul Feshane’nin, genelde Haliç’in bu konumunu destekliyor. Hepsiyle birlikte Haliç kıyıları adım adım bir kültür havzasına dönüşecek. Bu aynı zamanda güçlü de bir çekim alanı demek.
Tate gibi uluslararası alanda başarısıyla adından söz ettiren, dünyaca ilgi gören bir kurumun İBB’yle Artİstanbul Feshane’de bir sergi yapması; bu serginin çok güçlü bir tasarım diliyle, bütün uluslararası standartları karşılayan ve herkese hitap eden bir biçimde gerçekleştirilmiş olması gurur duyduğumuz bir başarı. Sergi, İstanbullularla buluştuğu ilk 13 günde 43.352 ziyaretçiye ulaşarak rekor bir katılım başardı. Avrupa çağdaş sanat müzeleri kapsamında en fazla gezilen üçüncü müze oldu. Artİstanbul Feshane’nin bu sergiyle dünya ölçeğinde standartlara hitap eden bir performans sunması da bundan sonraki uluslararası taleplerin şekillenmesinde belirleyici olacaktır.