Ayasofya Cami tartışmalarının sonuncusu, yapıya eklenen bir giriş eki hakkında. Bu uygulama Ayasofya’ya kepenk takıldığını belirten başlıklarla medyaya yansıdı. Bu ekin geçici olduğu, galeri katına çıkacak ziyaretçilerin minare iskelesi altından geçişleri sırasında oluşabilecek risklere karşı bir güvenlik tedbiri olduğu ve devam eden minare restorasyonunun ardından kaldırılacağına ilişkin bilgiler basına yansıdı. Ayasofya’nın ibadethane işlevi sürerken turist ziyaretine açılmasıyla, iki işlevin ihtiyaçlarının çakışmasından doğabilecek benzer sorunlar ileride de yaşanabilir. O nedenle bu çalışmalarla ilgili konuları geçici kategorisinde ele almak uygun bulunmamalı. Dünya mirası niteliğindeki tarihî yapıların yeniden işlevlendirilmesi ya da programlanması, modern ihtiyaçlara göre yeni mimari unsurların bu yapılara eklemlenmesine ilişkin ölçütler aynı zamanda uluslararası sözleşmelerle kabul edilmiş bir küresel uzlaşı alanı. Bu türden uygulamalar sırasında uzmanların görüşünü almak, bilimsel ölçütlere uymak, uygulamayı gerçekleştiren ekibin niteliğinden ve tecrübesinden emin olmak işleri yoluna koymanın tek yolu.
Tarihî yapıların özgün karakterinin korunması, onu zamanın tüm meydan okumalarına rağmen olabildiğince saklı tutmak ve yeni eklenen mimari unsurların tasarımı sırasında, öncelikle yapının karakterine başvurmaktan geçmekte. Yeni yapı ekleri tarihî yapının özgün mimari diliyle görsel bağlantıyı güçlendiren ya da tamamen ayrıştıran tasarım anlayışları olarak iki farklı biçimde uygulanabilir. Ancak burada özgün işlevin tekrarlanıp tekrarlanmayacağı konusunu iyi kavramak gerekiyor. Atıl durumda olan ve özgün işlevi sona eren yapılara müdahale etmekle, işlevi devam eden yapılara müdahale etmek arasında bazı manevi farklar var. Yer duygusuna hasar vermemek ve gündelik kültürel pratiklere dair estetik deneyimleri sürdürebilmek gibi kaygılar, işlevi devam eden tarihî yapıların yeniden programlanmasında tüm yönleriyle ve katılımcı pratiklerle ele alınmalı.
Ayasofya gibi çok katmanlı bir tarihî yapıda yalnızca tüm unsurlarıyla mimarlık eserini ve çevreyi korumakla iş bitmiyor. İbadet estetiği ve yer duygusu da korunmalı. Mimari estetiğin sürekliliğini kesintiye uğratan bir yapı eki, yerin ruhunu değiştirdiği gibi toplumsal belleği de rahatsız ediyor. Mirasın diline tercüme edilmemiş tüm uygulamalar yabancı ve sakil olduğundan, bir düzeyde kültürel değer aşınmasına neden oluyor. Ayasofya’nın 4. yüzyıldan beri ibadet ya da ziyaret edilen bir yer olduğunu hatırlayalım. Nesiller boyu kültürel anlamlarla yüklenen böylesi bir varlığı, turistler için bir kültür marketine dönüştürecek müdahaleler hangi acil ihtiyaç için olursa olsun uygun değil.
Kültürel peyzajıyla bütünleşik bir kültür varlığı olan Ayasofya yalnızca içinde ibadet edenler ya da onu ziyarete gelenler için bir kent estetiği unsuru değil. Aslında tüm tarihî camiler, kiliseler ve tapınaklar için bunu söylemek mümkün: Sadece ibadet için değil, temaşa için de çok kıymetliler. Söz konusu olan basit bir seyir deneyimi olmadığı gibi, insana varoluşsal özüyle bağlantı kurduran derin anlara tekabül edebilir. Dolayısıyla böyle yapıların çevresinden geçmek, bahçesinde dolanmak, çeşmesinden ya da ayazmasından su içmek, taşına toprağına uzun uzun bakmak en sade ve en dolaysız kültürel haklardan biri. Bu nedenle yerin sakinin “göz zevkinin bozulmasına” itiraz edilmesi şımarıklık olmaz.
Son yıllarda miras çalışmaları tarihî çevrelerde turist odaklı kamusal alan modellerinin terk edilmesi gerektiğini anlatıp duruyor. Yaşayan kent kimliklerinin ortak kültürel haklarını dikkate alan modellerin esas alınmasının, koruma-onarım bilincinin toplumsal düzlemde genişlemesi için gerekli olduğunun altı çiziliyor. Kurumların karar alma süreçlerini bir ölçüde demokratikleştirmenin işleri zorlaştırdığı ve yavaşlattığı ileri sürülse de bu konuda yeni yöntemler geliştirmekten vazgeçmemek gerekiyor. Akademik danışma kurulları ve uzmanlar arasında oluşturulacak ağlar içinde yapılacak anketler gibi çözümlerle bu türden müdahaleler için uzlaşılar aranmalı.