Kayahan Kaya’nın “Bir Bulut Gibi Belirir Hayaletler Sofra Üstünde” adlı sergisi Ankara’da Ka Görsel Kültür ve Sanatsal Düşünce İçin Mekân’da 26 Ocak’ta açıldı. Sergi, biri merkezi olmak üzere mekâna özgü tasarlanmış dört farklı yerleştirmeden oluşuyor. Ana yerleştirme sanatçının ürettiği ve buluntu nesnelerle kurduğu bir sofra. Diğerleri ise bu sofranın anlatısını destekler nitelikte bağımsız yerleştirmeler. Sanatçı, Ka’da bir iç mekân anlatısı ve bir çeper oluğu anlatısı oluşturmuş. İçeride merkezde sofra, dışarıda olukta ise sofradan türeyenler var gibi: eski bir fotoğraf, sararmış dokumalar, lekeler ve lime lime olmuş hülyalar...
Serginin çok temel bir sorusu var: Sofraya doluşan hayaletleri görebiliyor olsaydık nasıl olurdu? Sanatçı, sofrada bir arada bulunma halini, toplumsal bir varlık olarak ilk değerli bir arada olma biçimi olarak nitelendiriyor. Sofrayı buluşmanın, dertleşmenin, anlaşmanın ya da ayrışmanın somut bir mekânı olarak ele alıyor. Sergi metninde masada yer alan kimse konuşmasa bile, herkesin ruh halinin masaya yansıdığını; bir sofranın gergin, üzgün, sinirli, mutlu, neşeli, şakalı, iğneli ya da içten pazarlıklı, açık ya da kapalı yüzler galerisine dönüşebileceğini söylüyor. Seramik, cam ve ayna gibi farklı düzeylerde yansıtma niteliği olan malzemeleri bir arada kullanmasının yanı sıra ışık-gölge oyunlarını da yerleştirmesinde kullanıyor.
Sergi ziyareti, katmanlı ve oyunbaz bir estetik deneyim diyebiliriz. İlk adımda, Ka’nın sokağa bakan vitrinlerinde, soyut kompozisyonlara dönüşmüş; renkleri sepya kartelasından mı kök boyalardan mı geliyor anlaşılmayan dokumalarla karşılaşıyoruz. Sanatçı bu çeper yerleştirmelerini diyalog haritaları olarak adlandırıyor. Birbirleriyle ve sokakla diyalogları ve galeri mekânıyla kurdukları diyalog birbirinden farklı. İlk karşılaşmada kendilerini çok ele vermeseler de içeriden dışarıya çıktığımızda hareli geometrilerinin içinden, sandık lekeli masa örtülerine uzanan çağrışımlara yakalanıveriyoruz.
Galerinin kalın siyah perdelerle kapatılmış iç mekânına, perdeleri aralayarak giriyoruz. Bu jest antika bir alaminüt fotoğraf makinasının kutusuna giriyormuşuz gibi de hissettiriyor. Fakat sergi görme ediminden daha performatif bir deneyim bileşkesi üzerine kurgulanmış. Galerinin içeride karanlığa varan bir loşlukta bırakılması; hatırlama, çağrışım, rüya, gündüz düşleri, uyku ile uyanıklık arasında olma hali gibi zihinsel/bedensel deneyimleri anımsatıyor. Ziyaretçiler için bırakılan el fenerlerinden alıp, yönümüzü bulmaya koyuluyoruz.
İçerideki masanın çevresinde sandalyeler yok. İkametin bu deneyimin bir parçası olmadığını anlıyoruz, dolaşacağız. Elimizdeki lokal ışıkla masanın üzerindeki nesneleri bir bir aydınlattıkça parçaları ve parçalar arasındaki karmaşık ilişkileri fark ediyoruz. Tam bu noktada tabaklara ayrıca değinmek geriyor: Tabaklar ve içlerine yerleştirilen boya lekeli aynaların her biri farklı üretilmiş. Onlara ışık tuttuğumuzda değişen plastik değerler ve hareketli ışık-gölge alanları oluşuyor. Açı değiştirdiğimizde ise tüm bunlar çeşitleniyor. Bu oyunbaz deneyimin bir diğer katmanı ise ışık yansımalarının mekânın duvarlarında ve tavanında yarattığı gölge oyunları. Bu oyunların tabakların içinde tasarlanmış aynalar tarafından manipüle edilişine tanık oluyor, buna müdahale etmeyi de deneyebiliyoruz. Şayet başka ziyaretçilerle –aslında davetsiz konuklar demek daha doğru olur– birlikteysek, onların gölgeleri de bu oyunun bir parçası haline gelebiliyor. Bir sofrada var olmuş ve olabilecek tüm ihtimallere dair çağrışımlar itinayla yerleştirilmiş. Bir kadehe yaslanmış vesikalık fotoğraf, vazoda kurumuş bitkiler, birbirine saplanmış çatallar, buruşturulmuş peçete, mumu kalmamış şamdan, kırık bir kürdan ve lekelere şüpheyle bakıyoruz. Gizli gölgeleri, havada asılı kalmış kahkahaları, karşılık bulmamış bakışları, unutulmuş sözleri ya da sezilmemiş hisleri ararken, ayna yüzeylerde kendi aksimizle de karşılaşabiliyoruz.
Muğlak ve akışkan bir fiziki mekânın içinde dolaşan etkileşimli oyun hali, dikkatimizi ana odaklamaya zorluyor; hem yerleştirmenin maddi unsurlarını kavramak hem de sofranın çeperinde ağır ağır dönen bir girdaba dönüşen hafıza örüntülerini algılamak için... ‘Bu dikkat hali herkes için Proustvari bir hafıza tetiklenmesi ile sonuçlanıyor’ diye düşünüyorum. Zaten Kayahan Kaya hayaletlerin çoktan masaya doluştuğunu; geçmişin izleri ya da o âna kadar bizi biz yapan, hikâyeleri anlatılan, hayalleri kurulan, düşünceleri düşünülen birçok insanın bizimle birlikte sofrada olduğunu söylüyor. Bazı anlarda düşünürler, sanatçılar, biliminsanları ve politikacılar hep bir ağızdan konuşuyor, bazı anlarda suspus oluyor. Kadim anlatılar sofraya ağır bir sis gibi çökerken, fütüristik öngörüler biçimsiz gölgeler gibi bir görünüp bir kayboluyor. Sofra insanın açık ve örtük diyaloglarının veya suskunluklarının hem bireysel hem de kolektif perspektiflerde iç içe geçtiği bir karşılaşma alanına dönüşüyor.
Dışarıda, sokağa bakan yan cephedeki camlı panoya, eski bir insansız sofra fotoğrafı asılmış. Bu fotoğraf serginin ilham kaynaklarından biriyse bile, ziyaret rotasının sonunda yer aldığında bir tür uğurlama ironisi de olabilir diye düşünüyorum. Aklıma birden Abdullah Biraderlerin II. Abdülhamit albümlerinde yer alan Yıldız Şale köşkünde çektikleri ziyafet masası fotoğrafı geliyor. Yemek odalarında, mutfaklarda, bahçelerde, avlularda, kışlalarda, hastanelerde, okul yemekhanelerinde ve gemilerde kurulmuş ama insansız olarak fotoğraflanmış çok sayıda sofra fotoğrafını arşivlerde buluyorum. Sofrayı henüz insanlar oturmadan ebedileştirmenin bir gelenek olduğunu görüyorum. İnsanı yaşantıdan ayıklayan bu steril estetiğin aksine; Kayahan Kaya’nın insansız ve sandalyesiz yerleştirmesiyle, sofraya gelen, gelmeyen, uğrayan ve sofradan çekip giden insanlara, onların lekelerine ve bıraktıklarına tekinsizce yer açtığını anlıyorum.
Gaston Bachelard Mekânın Poetikası’nda evin insan ruhuna ilişkin bir analiz aleti olabileceğini söyler. O halde sofra için ruhun mikroskobudur diyebilir miyiz? Fakat Bachelard aynı zamanda şöyle de der: Bir şair ister mikroskopla ister teleskopla baksın, hep aynı şeyi görür. Gördükleri sofraya doluşan hayaletler olmasın sakın!