Yemek kültürü etrafında şekillenen çalışmalar yapan sanatçılardan biri olan TUNCA’nın gastronomiyi ve yemek pişirmeyi odağına alışı Desire sergisine uzanıyor. Tarihsel bellek, kültür ve politik konular üzerine çalışan sanatçı 2014’te gerçekleştirdiği 20. yüzyılın önemli siyasi liderlerinin sevdiği yemeklerden yola çıkarak hazırladığı Desire’da,liderlerin yemekle ilişkili imajlarını (bir Mao portresi, SSCB’de bir fabrikada duvara yapılmış dev bir Leninportresi önünde yemek yiyen iki işçinin resmi; Çin yemeği yerken tüketim kültürünün ve kapitalizmin önemli simgelerinden Coca Cola içen Fidel Castro portresi gibi) yeniden üreterek yeni bir kurguyla canlandırdığı seri yer alıyordu. Şimdi de İmalat-Hane’deki “Muhatabı Olmayan Mutfak” sergisinde bu portrelerle birlikte Churchill portresi, bir piknikte görülen Stalin, Hitler’in Yemek Odası gibi fotografik belgelerden üretilmiş resimler ve sanatçının yemek pişirme performanslarının izlendiği bir video yer alıyor. Sanat tarihinde yemek imgesinin yer aldığı örneklerde, bir arada bulunmaları çoğu kez zor olan yiyecek çeşitliliğinin görselliğin ötesinde simge olarak da yer bulması, yemeğin farklı konuları anlatmanın bir aracı olabildiğini bir kez daha hatırlatıyor.
Sergi süresince belirli aralıklarla düzenlenen ve sanatçının farklı disiplinlerden uzmanları davet ettiği performanslar yapılıyor. Performanslar bu sergi için tasarlanan, bir ocak ve yuvarlak formda bir sofra düzenini de içeren bir mutfakta gerçekleşiyor. Sanatçı/şef ile izleyici arasına çizgi çekmeyen, izleyiciyi de katılımcı olmaya davet eden bu performanslardaki oturma düzeni her ne kadar yemeği yapanı ve sunanı merkeze alsa da oluşturulan dairesel alan hiyerarşiyi ortadan kaldırıyor ve bir diyalog ortamı sunuyor. Öte yandan nasıl ki sofralar sosyalleşmenin, bir araya gelmenin, paylaşımın vesilesiyse aynı zamanda bir mutfakta olunduğu duygusunun yaşatıldığı mekân tasarımı bu hissiyatı güçlendiriyor. Ancak bir yandan da modernist bir tasarıma sahip oluşu ve kullanılan çelik malzeme nedeniyle daha çok endüstriyel bir mutfakta olunduğu hissi de yok değil. Bu tercihin ilk performans içeriğinin tarihsel dönemiyle ilişkili olabileceği akla geliyor.
Performans içeriğinin, sadece uzaya giden ilk Türk’ü değil uzayda yiyeceği yemeği de konuştuğumuz bu günlere denk gelmesi de hoş bir tesadüf olmuş. Zira, “Tüpler ve Küpler” başlığını taşıyan ilk performansta sunulan menü 1969 yılında Apollo 11’in Ay’a inişinde ve sekiz günlük uçuşunda bulunan Neil Armstrong’un ilk gün öğününden seçilen yemeklerden oluşuyor. Bu performansta ve sanatçının başka çalışmalarında da karşılaştığımız uzayla ilişkili öznel belleğin yansıması, uzaya giden ilk insan Yuri Gagarin’in, aralarında yine bir astronot ve politikacı olan Gherman Titov’un da olduğu Sovyet politikasının aktörleriyle bir masa başında görüldüğü görselle de fark ediliyor.
Mutfağa dönüşen galeri mekânı, katılımcılarda performans sırasında yemek pişirileceği izlenimi bıraksa da (en azından ben öyle düşündüm) uzay aracında yenilebilecek bir menünün tadılıp deneyimlendiği ve hikayesinin dinlendiği bir performans gerçekleşti. Yuri Chefs’ Table ekibinden şef Okan Tapan’ın önceden hazırladığı yemekler, küçük küplere bölünerek ve vakumlanmış halde, içecekler de uzay aracındaki yerçekimsiz ortam düşünülerek vakumlu poşetler içinde katılımcılara sunuldu. Metal bir tepsiye yerleştirilen yiyecek ve içecekler, önerilen bir sıralamayla yenilip içildi. Tabak ya da bardak yerine poşetlerden yemek içmek söz konusu olduğu için sofra takımı olarak çatalın tamamlayıcısı, poşetleri kesmek için bir makastı. Mekânın kendinin de sergilenen bir nesneye dönüştüğü performansta, menü göz önünde bulundurularak sunulan servis takımlarının tasarımı diğer performansların içerik ve menüsüne göre değişecek gibi görünüyor; belli ki menü, katılımcılar ve konuşmacılar gibi sergileme de değişken bir süreci içeriyor. Sunulan yiyecek ve içeceklerle harekete geçen tat alma ve koku duyuları, menüdeki içeceklerin içeriği gereği renklerle sunulan görsellik, duyuların alegorisi olarak resmedilen sanat tarihinden örnekleri anımsatıyor.
Yemekle ilgili atölyeler ve sergiler tasarlayan küratör Ece Pazarbaşı’nın konuşmacı olarak konuk olduğu performansta, TUNCA’nın çalışmalarındaki yemek ve sanat ilişkisinin yanı sıra konu ya da kavramları izleyiciye yemek aracılığıyla aktaran farklı çağdaş sanat örneklerine de değinildi. TUNCA, yemekle ilişikli çalışmalarının çıkış noktalarından birinin Stalin döneminde 1939’da yazılmış ve dönemi için ütopik bulunan tarifler içeren bir yemek kitabı olduğundan bahsediyor. Bu benzetme nedeniyle aklıma gelen Anya Von Bremzen'in Sovyet Mutfak Sanatı adlı nefis anı-yemek kitabının bir bölümünde halkın savaş ve kıtlık zamanlarında (mecburen) icat ettiği yemekler anlatılır. Benzer şekilde Von Bremzen’in de belirttiği gibi söz konusu kitap (Soviet Book of Tasty and Healthy Food) bir dönem için imrenilen bir düş sunuyordu belki ama yayımlandığı tarihte, tariflerdeki malzemeleri bir araya getirmenin neredeyse imkânsız olduğu göz önünde bulundurulduğunda bir dönem için ütopik bir kitap olduğu da açık. Sergi mekânında sergilenen diğer yemek kitapları arasındaki bir adab-ı muaşeret kitabı ya da TBMM lokantasından menü örneği gibi yemekle ilgili farklı yayınlarsa, gelecek performanslarda sunulacak menü ve konuşmalar için bir ipucu olarak değerlendirilebilir.
Muhatabı Olmayan Mutfak, 6 Nisan 2024’e kadar İmalat-Hane’de görülebilir.
Sergi kapsamındaki performans programının takvimi:
27 Ocak 2024: Vedat Ozan
17 Şubat 2024: Zeynep Sayın
9 Mart 2024: Antonio Cosentino