Şair, sanatçı Nihat Özdal uzun süredir kokular üzerine çalışıyor ve yaratıcı işler ortaya çıkarıyor. Özdal ile 17 Aralık’a dek İzmir’de, Ayzeradant Galeri’de koklanabilecek (!) sergisi Koku, Silinen Anılar’ı konuştuk.
Çağla Meknuze Kırant: 2019 sonbaharında Hırvat şair konuklarımızla, Halfeti’de gerçekleştirdiğimiz çeviri atölyesinde deney tüpüne benzeyen küçük bir şişeyi koklamamızı istemiş ve‘son şiirim’ demiştin. Zihnimde yer eden bir andır. Aradan geçen bunca yılda pek görüşemedik ama senin kokuların peşinden gidişini ilgiyle takip ettim. Koku atölyeleri, KOKU şiir kitabı şimdi de KOKU sergisi… Nerede başladı nereye gidiyor bu koku yolculuğu?
Nihat Özdal: Halfeti’den geçen bir şair ile kokuları konuşmak daha kolay, çünkü doğduğum coğrafyada kokuların kültürdeki etkisini, taş avlulu konaklardaki çiçek sekilerini, karagülleri, bergamot ağaçlarını, nehir yosunlarını gördün ve kokladın. Her coğrafyanın kendine has kokusu var, bir kültür olarak bunu yaşamının da bir paraçası görenler ise çok az. Ben bu anlamda biraz şanslı doğanlardanım. Gül ekmekleri çıkarılan bir çocukluk olunca kokulara da doğuştan ilgi oluyor. Fakat bu çocuklukla ilgili çoğu koku 2000 yılında baraj suları altında kaldı, hafıza, hafızanın kokularla ilişkisi bir yara gibidir benim için. Sonraları belki bu yaranın üzerine gitmek için kokular üzerine çok kafa yormaya başladım. Koku kitabı, koku performansları, arkeolojik koku şişeleri koleksiyonum ve şimdi bu sohbetin başlığındaki sergi hep bu geçmişin ürünü.
Ç.M.K: Kokularla ilgili bir laboratuvar çalışması mı yapıyorsun? Kokuları bizzat sen mi tasarlıyorsun? Nasıl gelişiyor koku bulma, biriktirme, saklama ve üretme süreci?
N.Ö: Bir laboratuvar süreci var ama her uçucu yağı kendim hazırlamıyorum. Koku tasarımı hangi notayı hangi oranda buluşturmakla ilgili biraz, bunun için de en kıymetli organ burun. Doğunun, Mezopotamya’nın büyüsüne inanan biriyim, antik mezarlar üzerinde büyüyen üzerikleri toplarım, yabani melengiç ve mahlepleri, savaş öncesi Halep sokaklarında, Bağdat’ta Semerkand’da, Ubud’da… Daha pek çok şehirde kokuların peşine sürüklendiğim oldu. Her yeni baharat, uçucu yağ, geleneksel olan, gündelik olan, zor bulunan… bir şekilde şişeye sızıyor. Ama sergide bulunan “hiçbir şeyin kokusu” ve “karanlığın kokusu” gibi daha şiirsel olanlar, kokuların felsefesiyle ilgili…
Ç.MK: Sergide antik dönem bitkisi olan silphium da yer alıyor. Kaybolan bir kokuyu nasıl tasarladın? Ve nasıl tanıyabilir ki insan var olmayan bir kokuyu?
N.Ö: Silphium çok talihsiz bir bitki, ona akraba değil ama onun gibi dar bir bölgede yaşayan Mezopotamya Sümbülü ve bulunduğu alanların korunması için yıllardır çalışıyorum. Silphiumu görmek, koklamak imkansız olsa da endemik bir bitkinin bulunduğu alanda nelerle akraba olduğunu tahmin ediyorum. Bu bir hayal, belki şiir… Hani hassas kalpler için meşhur bir önermesi var Goethe’nin "die welt ist eine hölle für zarte herzen" dünya hassas çiçekler için de bir cehennem…
Ç.M.K: Gezegen durdukça var olmasını istediğin kokular neler ve neden?
N.Ö: Nehirlerin kokuları, çünkü akışın kokusu olmazsa gezegen de olmaz.
Güz akşamı kokusu, çünkü akşamın başladığını görerek değil de koklayarak hissetmek hoşuma gidiyor.
Nane limonun tütünde bıraktığı koku, hem Antakya hem Halep sokaklarını çağrıştırır.
Kebat ve erik çiçeği kokusu, çocukluğuma dönmek için ara ara bu kokuya ihtiyaç duyuyorum.
Ç.M.K: Şiir ve koku arasında sineztezik bir bağ yakalıyorsun. Benim de yazma pratiklerimden biridir duyular arasında dolaşmak, kokuyla çalışmak.Küçük bir oyun oynayarak bitirelim mi sohbeti? Sıraladığım kokuların karşılığında birer dize paylaşır mısın bizimle?
Tuz: Yüzyüze sarıldığımızda da o hep sırtımda kalıyor.
Lavanta: Çalıların kıpırdamasını bekleme içine girmek için.
Ahşap: Meğer ikisi de ne derin mutluluk içinde, çiviyi çıkarmakta zorlanıyorum.
Küf: Yalnızlık yeni bir iç hazırlamış kendine.
Midye: Bana anlatılanların kabuğuyum.
Nehir: Ona göz kulak olan, gece gündüz ayrılmıyor yanından.
Kağıt: Fısıltı ağacından yaptık onu.
İncir: Bu ilk öğrendiğim, şimdilerde güvercin ayağında dolanıyor.
Toprak: Hiç kimsenin değil.
Mum: Işığın ağırlığı var.