“Ben böyle bir insan değildim doktor. Nedense bir zamandır ona buna sataşasım, insanları, hayvanları incitesim var...”
“Yeni başladı bu... Aynı şikayetle pek çok vatandaşımız geliyor... ‘Latifsiz kalmak’ diyoruz biz buna... ‘Latif eksikliği’ baş göstermiş sizde de...”
Latif Demirci’nin, mizah tarihimizin unutulmaz karakterlerinden Muhlis Bey’i birlikte yarattığı Behiç Pek’in bir çiziminden alıntı bu diyalog. Hep birlikte inceliksiz, dikkatsiz, tahammülsüz, “latif”siz kalalı çok oluyor. Latif Demirci’siz kalışımızınsa ikinci yılındayız.
İlk karikatürü, kapısından 14 yaşındayken girdiği Gırgır’da, 1975’te yayımlanan Latif Demirci, benim gibi çocukluk ve ilkgençliği 1990’larda geçen ve özel olarak mizah dergisi satın almasa bile evine Hürriyet gazetesi giren bir nesil için karikatürist deyince akla gelen ilk isimlerden. 5 Haziran 2022’deki ölümüne dek aralıksız üreten Latif Demirci’nin yarım asırlık sanat hayatını arşivlerden gün ışığına taşıyan İş Sanat Kibele Sanat Galerisi’ndeki Yazan-Çizen LATİF DEMİRCİ sergisine bir Latif Demirci karikatürüne dönüşerek ulaşıyorum. İsrail Başkonsolosluğu, İş Kuleleri’ne komşu Yapı Kredi Plaza’da bulunduğu için bölgede yoğun bir güvenlik, ciddi bir polis kontrolü var. Bu binalarda çalışan yüzlerce insan için sıradanlaşmış bu durum beni etkilemiş olacak ki sergiye adımımı attıktan sonra karşıma çıkan duvardaki çizimde kendimi görüyorum sanki: Kaskları ve üniformalarıyla tek tipleşmiş, kimliksizleşmiş sayısız polis arasında, şaşkın ve tedirgin yüz ifadelerinin benzerliğini göremeyecek kadar birbirinden ayrı düşmüş birkaç sivil vatandaştan biri benim. Ya da az ötede duvara dayanmış elindeki papatyadan, “Tutuklanıyor... Tahliye ediliyor... Tutuklanıyor... Tahliye ediliyor... Tutuklanıyor...” diye fal tutan kadınım. Ne zaman çizildiğini bilmediğim onlarca işin bu derece bugüne dair olması omuzlarımı düşürecekken tam, umutlu bir tınıyla kafamı kaldırıyorum. Duyduğum ses beni bu sergiye getiren, aylar önce izlediğimde kalbimi ele geçiren, Latif Demirci’nin yönetmen kızı Yasemin Demirci’nin kısa filmi Onun Kalesinde’nin Ahmet Kenan Bilgiç imzalı müziği.
Kaledeki hazine: Demirci’nin arşivi
Onun Kalesinde böyle bir retrospektif sergide görmeyi bekleyebileceğimiz belgesel bir film değil ama bizi bu sergide gördüğümüz arşivle, arşivin mabedinde tanıştıran çok özel, çok kişisel, çok değerli bir belge. Yasemin Demirci’nin yas sürecinin, kendi deyişiyle bir süreç olduğunu sanırken bir kavram olduğunu anladığı yasın bir belgesi. Herkesin yası kendine özel olsa da farklı yas durumlarındakilere de, “Yalnız değilsin,” diyen, çok sevdiğiniz birinin ardından onun evini toplamanın tüm ağırlığını mizahıyla hafifleten bir iş. O en acı anda gelen gülme krizi, gasilhanede karşınıza çıkan dilek ve şikâyet kutusu, mevlitte ruhlarına dua okusun diye hocanın eline tutuşturulmuş, ölmüş yakınlarınızın adlarından oluşan listeye sızmış Freddie Mercury gibi bir film adeta. Örnekleri bir duygudan diğerine hız treniyle geçtiğiniz kendi yas hikâyelerinizle çoğaltabilirsiniz.
Latif Demirci’nin evinde, onun kalesindeyiz. Kendi dili var bu kalenin, yaşayanıyla senkronize olmuş bir sesi ve müziği. Latif Bey’in soyağaçlarını bildiği kedi ve köpekleri. Babasının ardından babasından kalanları, dilini bildiği ama tam olarak konuşamadığı bu eve fiziksel olarak da uyumlanmaya çalışarak toplamaya çabalayan Yasemin Demirci’yi Nezaket Erden canlandırıyor. Erden’in her izlediğimde kalbimi delip geçen, 2017’den beri sahnede 400’den fazla kez oynadığı ve izlemeyen kimse kalmayana dek oynamasını arzu ettiğim Sevgili Arsız Ölüm - Dirmit’i, Yasemin Demirci’nin annesi Latife Tekin’in ölümsüz eserinden uyarlanma. Erden, Yasemin Demirci’nin daha önceki kısa filmlerinde de rol almış ama tanışıklıkları bu uyarlama ve izin alma sürecine dayanan iki kadın arasındaki bağın Onun Kalesinde’yle boyut değiştirdiğini iddia etmek mümkün. Sevgili Arsız Ölüm romanının otobiyografik öğeler taşıdığı düşünüldüğünde, yedi yıldır Yasemin Demirci’nin annesinin çocukluğundan bir parçaya hayat veren Erden, şimdi de babasının yasını yaşayan Yasemin Demirci’nin kendisini canlandırıyor.
Neler çıkmıyor ki onun kalesinden? Gözlük ve saat gibi kişiselliğinin önemli kıldığı veya açıkartırmadan alınmış kırık bir pipo gibi önemi, biri söyleyene kadar bilinemeyen objeler... Gazeteler, bulmacalar, kalp şeklinde bir yastık, tarihi geçse de geçmese de çöpü boylayacak ilaçlar... Bir diş fırçası. Elektrik, gaz kesilmesin diye ödenmesi gereken faturalar... Ceketler, gidenin kokusunu duymak için giyilen gömlekler... Mektuplar, bir heves üzerine isim yazılıp sonra boş bırakılmış ajandalar (Yasemin’in doğum günü hariç). Tuvalette gizlice içilen ilk sigaranın dumanına karışan bundan sonra sağlığına dikkat etme, kendine iyi davranma, içkiyi, sigarayı bırakma sözleri... Bahçeden çıkacak cevizlerin peşindeki komşunun, “Evi ne yapacaksınız?” sorusundaki münasebetsizlik... Sigortanın yerini bilmediğiniz için size bu evdeki yerinizi hatta kim olduğunuzu sorgulatan usta... Kimisi yaşanmış, kimisi tuhaf rüyalardan çıkagelmiş anlar... Ve ölümün bir yere gitmek olmadığına, bir çeşit insanlardan saklanma biçimi olabileceğine dair bir umut... Ama en çok fotoğraflar, defterler, çizimler... İlk çizdiği karikatürlerden itibaren her şeyi saklamış Latif Demirci.
Matruşka sergi
Küratörlüğünü Yasemin Demirci’yle birlikte Latif Demirci’nin yakın dostu İhsan Yılmaz’ın yaptığı Yazan-Çizen LATİF DEMİRCİ sergisi onun kalesinden çıkan bu dev arşivden oluşuyor. Sergi düzenlemesini yapan Emre Senan kitap tasarımını da üstlenmiş. Dönemlere ayrılmış sergide Mikrop’ta çizdiği ilk tiplemesi Canavar Koyun Orhan’dan 1980’de ilk kez Fırt’ta görünen unutulmaz karakteri Arap Kadri’ye, Gırgır’da Behiç Pek’le birlikte yarattıkları Muhlis Bey’den 1997’den ölümüne kadar Hürriyet’te yayımlanan günlük karikatürlerine, ilk macerası 1998’de yayımlanan plaza gazeteciliğinin sembol karakteri Press Bey’den Korona albümlerine kronolojik bir yolculuk yapmak mümkün. Alana bol bol yerleştirilmiş mor taburelere oturup her şeye tek tek bakmaya, tüm çizimleri baloncuk baloncuk okumaya doyamıyorsunuz... “Önümde yaklaşık 50 yıllık bir mizah tarihi var,” diye başlıyorsunuz sergiye. Açınca içinden basın, onu da açınca içinden Türkiye tarihi çıkıyor. Sonra bir bakıyorsunuz aynı yerdesiniz. Tüm toplumsal değişimleri yakalamış, çizimlerine yansıtmış Latif Demirci ama sanki hiçbir şey değişmemiş. Bir sergi daha önce hiç bu kadar matruşkaya benzememiş.
Latif Demirci’nin eşyalarının karıştırılmasından hoşlanmadığı yine Yasemin Demirci’nin filminden öğrendiğimiz bir ayrıntı. Sergi girişinde bizi karşılayan Demirci’nin çalışma masasına, serginin bu en mahrem parçasına bu yüzden utanmayla karışık bir merakla yaklaşıyor insan. Fazla bakıp rahatsızlık vermek istemiyor sanki. Latif Bey’in kaçış yeri özel defterlerini, çalışma yöntemini açık eden eskizlerini ve suluboyalarını ise saklama gereği duymayacağınız bir iştahla inceleyebiliyorsunuz. Sergide Demirci’nin Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları romanı için çizdiği eserlerle, artık baskısı olmayan National Geoglathif gibi kitaplarındaki hayvan çizimleriyle karşılaşmak paha biçilmez. Jean-Auguste-Dominique Ingres’in “Le Bain Turc”ünü (Türk Hamamı), Edward Hopper’ın klasik bir Amerikan restoranının geç saat müşterilerini betimlediği “Nighthawks”unu (Gece Kuşları), Pierre-Auguste Renoir’ın “Les Parapluies”sini (Şemsiyeler) ve diğer bazı kült eserleri kendine has çizgileri ve tiplemeleriyle yorumladığı Çeviren Latif Demirci serisinin tüm orijinallerini görebilmek ise bu serginin en büyük sürprizi. Çünkü Latif Demirci’nin “çevirme”si Can Yücel’in Shakespeare’i “Türkçe söyleme”si gibi. İkame etmenin ötesinde bir uyarlama, kendi bağlamına mal etme çabası. Ve bu çaba, bugün artık dergilerde barınamasa da kendi dilini kurduğunu iddia edebileceğimiz Türkiye mizahının gelişiminde bir mihenk taşını temsil ediyor.
Bir Taş Devri insanı ilk ateşi yakma gayretindeki bir diğerine, “Hocam yeniden dünyaya gelsen ne olmak isterdin be?” diye soruyor Latif Bey’in bir çiziminde. Ateş bulunuyor, ateş hepimizi yakıyor, varoluşsal sorularımız hiç değişmiyor. Biraz olsun yüzümüzü güldüren, varoluş sızımızı dindiren tüm karikatüristler, mizahçılar, yazarlar, sanatçılar gibi Latif Demirci de iyi ki yazan-çizen olarak gelmiş bu dünyaya. Arşivi baki, mizahı daim olsun!
• Latif Demirci, Yazan-Çizen LATİF DEMİRCİ, 30 Haziran’a kadar İş Sanat Kibele Sanat Galerisi’nde görülebilir.
• Yasemin Demirci, Onun Kalesinde, 19 Haziran’dan itibaren MUBI’de izlenebilir.