Eserlerinde hayvanları, bitkileri ve doğal yaşamı ön plana alan sanatçı, porselen gibi zor bir malzemeyle uzun süredir Habitat serisini üretiyor. Serinin devamı niteliğindeki işi “Habitat–Kalila wa Dimna”, küratörlüğünü Annie Vernay Nouri’nin üstlendiği Abu Dhabi Louvre Müzesi’ndeki From Kalila wa Dimnato La Fontaine sergisinde 14 Temmuz’a kadar sergilenecek ve ardından müzenin kalıcı koleksiyonunda yerini alacak.Doğal yaşamın formlarını parçalayarak, büyüterek kendi “tanımsız dünyası”nı yaratan Buyruk, izleyiciye doğanın kırılganlığını tezat duygularla keşfetme imkânı sunuyor. Sanatçının tüm işlerinde görülen masalsı ahenk ve izleyiciyi şaşırtan gerçekçi sertliği, üretim malzemesi porseleni ve Abu Dhabi Louvre Müzesi’ndeki deneyimini konuştuk.
EBRU AYDIN: Abu Dhabi Louvre Müzesi’nde From Kalila wa Dimnato La Fontaine sergisinde Türkiye’den eseri sergilenen ilk sanatçı oldunuz. Ayrıca Kelile ve Dimne masalından esinlenerek ürettiğiniz “Habitat – Kalila wa Dimna” adlı eseriniz kalıcı koleksiyona eklendi.Belki de bu eserle Türkiye’den gelen sanatçıların bu müzede eserlerinin sergilenmesinde öncü olacaksınız. Neler hissediyorsunuz, süreç nasıl ilerledi?
MELİS BUYRUK: “Habitat–Kalila wa Dimna” isimli çalışmamın üretimini 2020 yılında tamamladım. Henüz sergiden haberdar değildim. 2023 yazında galericim Leila Heller’in beni arayarak bilgilendirmesiyle sergiden haberdar oldum ve sürece dahil edildim. Küratöryal ekipten bir kişinin işlerimi Leila Heller Gallery’de görmesi, sosyal medya üzerinden takip etmeye başlaması ve “Habitat–Kalila wa Dimna”yı sosyal medya hesabımda görmesiyle birlikte galerimle iletişim kurduklarını öğrendim. Sergi konu itibarıyla Doğu ve Batı masallarının birbirini nasıl etkilediği, ortaklıkları ve bu masalların toplum üzerindeki etkisini konu alıyor. Ben Abu Dhabi Louvre Müzesi’nin de benzer bir etkisinin olduğunu düşünüyorum: Doğu ve Batı arasında bir köprü oluşturmak. Bu sebeple de müzeye ve bu müzenin koleksiyonunda olmayı çok önemli buluyorum.Benim için büyük bir heyecan ve mutluluk olmasının yanı sıra bundan onur da duyuyorum.
Leila Heller Gallery, Dubai’de 2019’da Habitat, New York’ta da 2022’de Habitat – In Bloom sergilerini hazırlamıştınız. “Habitat – Kalila wa Dimna” da bu serinin devamı niteliğinde. Bu büyük boyutlu işlerinizde hayvan ve insan parçalarını bitkilerle beraber kullanıyorsunuz. Aslında doğayı parçalıyorsunuz, bu vahşi bir düşünceyken, eserleriniz son derece zarif ve berrak. Siz nasıl tanımlıyorsunuz bu seriyi?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Tanımınızı çok sevdim. Habitat serisinde insan, bitki ve hayvanlara ait en küçük parça ve dokuları bir araya getirerek tanımsız dünyalar kurguluyorum. Tüm bu parçaların birbirlerinden ve birbirlerine benzeyerek ürediği yaşam alanları.Tıpkı doğada birbirini tekrar eden parçalar gibi çoğalan, birbirine benzeyen ama aslında tek tek elde üretilen üretim prosesinden ötürü de biricik olan parçalar bunlar. Porselen gibi aslında hayatımızın steril alanlarında görmeye ve kullanmaya alışık olduğumuz, hassaslığı ve kırılganlığıyla zihnimize kodladığımız bir malzemeyi kullanıyorum ve ara ara da altın kullanıyorum. İzleyicinin işlerime bir adım daha atarak yaklaşıp fark edebileceği,huzursuz edici, belki rahatsızlık verebilecek detayları da tüm bu “güzellikler”in içerisine gizliyorum. Tam olarak sizin de tarif ettiğiniz hissi ulaştırmak için yaptığım bu müdahaleler karşılık bulduğu için de mutluyum.
“Habitat – Kalila wa Dimna”nın ortaya çıkış hikâyesi nedir?
Habitat serisine başlarken doğanın detaylarının neler olduğunu düşünmüştüm; ta ki bir gün bir tohuma rastlayana kadar. Böylelikle bu fikri dokular üzerinden ele alabileceğimi keşfettim. İnsan, bitki ve hayvanlara ait dokuları tek tek porselen çamuruyla çalışmaya başladım. Yaptığım kompozisyonlarda bazen hayvanları bütün olarak çalışarak habitat içerisinde dominant olarak görmek istiyor bazen de çiçeklerin, yaprakların arasına saklıyordum. Pandemi zamanında atölyede çalışırken masallar dinlemeye başladım. Ve Kelile ve Dimne masallarını keşfetmem de bu dönemde oldu. Kelile ve Dimne fabl türünde dünya üzerinde yazılan ilk kitaptır ve bugün bildiğimiz masal kitaplarına da ilham olmuştur.Bu durumdan ve Kelile ve Dimne masal kitaplarında yer alan el boyamalarından çok etkilendim ve çalışmalarımdan bir tanesini de bu masallara konu olan bazı hayvanlara ithaf etmek istedim.
Atölyenizi “dünya üzerinde bana ait olan tek yer” olarak tanımlıyorsunuz. Sakinliği, dinginliği tercih ediyorsunuz ve doğadan, canlı bedenlerden ilham alıyorsunuz. Kanlı bir kalp üretirken ya da bir uzvu betimlerken bile eserlerinizde o dinginliği görebiliyoruz, bunu neye bağlıyorsunuz?
Bunu yansıtabiliyorsam ne mutlu bana, çok teşekkür ederim. Ben 17 senedir seramik/porselenle çalışıyorum malzeme olarak. Bu malzeme bana sabretmeyi, beklemeyive olmazsa da çok çalışmayı öğretti. Bunun benim kişiliğimi de dönüştürdüğünü, olgunlaştırdığını düşünüyorum. Ve üretim süreci benim için bir meditasyon gibi. Çok ufak yüzeyler üzerinde ağır ağır ve sakince çalışmak zorundayım. Yoksa yaptığım işe de zarar veririm. Bu üretim sürecinin sakinliği, yavaşlığı ve hassasiyeti de sonuca yansıyor diye düşünüyorum.
Porselen üretimi son derece ince bir işçilik gerektiriyor; hem fırınlanmadan önce çok ince çalışmak gerekiyor hem fırınlandıktan sonra kırılma, çatlama gibi riskler söz konusu olabiliyor. Sizin işlerinizdeyse çok detay var, ince ince dokunmuş, işlenmiş. Çalışma biçiminizden bahsedebilir misiniz?
Bugünden geriye dönüp ürettiğim tüm işlere baktığımızda santimetrelik parçalardan metrelerce büyüklüklere ulaştığımı ve hep, birden bütüne varan bir anlayışı benimsediğimi görüyoruz. Tüm bu detayları tek tek elde üretiyor, fırınlıyor ve sonra da cımbızla tutarak tek tek bir araya getiriyorum. Tıpkı bir puzzle gibi. Bu kadar uzun zamandır tek bir malzemeyle çalıştığım için de teknik olarak çok uzmanlaştım. Patlama, çatlama ve kırılma gibi kötü sürprizlerle uzun zamandır karşılaşmıyorum.
Bence en ilginç işlerinizden biri sinekleri değerli kıldığınız İstila serisi. Bu sergide yaklaşık 15 bin parça sinek ürettiniz, üstelik kalıp kullanmadan. Bembeyaz porselende lüster tekniğiyle altınladınız ve kendi deyiminizle “heykelini yapamaya değer bir şey” olarak vurguladınız sinekleri. Onları daha sonra Temas serinizde de dudak pozlarıyla birlikte kullandınız. Neden sinekler?
Sinekleri ilk olarak 2015 yılında açtığım ilk kişisel sergim olan You are Here!’da (Buradasın!) gördük. Bir sofra yerleştirmesinde porselen tabaklar ve bu tabakların içerisinde de insana ait uzuvlar vardı. Tabakların üzerinde ise altın sinekler.Bu sergiyi tamamladıktan sonra aslında ürettiğim sineklerin her birinin birer heykel olduğunu sorgulamaya başladım. Okulda bize tekrar edilen bir cümle kalmıştı aklımda, “Bir kişiyi veya fikri heykelini yaparak onore etmek,” gibi bir şeydi. Burada sineklerin varlığının önemsizliğiyle oluşan tezat beni binlerce sinek heykeli yapma fikrine itti. Sinekler işlerimde ölüm, yeniden var olma gibi durumları simgeliyor. Ayrıca değer/değersizlik kavramlarını teknik ve malzemede kurduğum tezatlıklarla göstermeye çalıştım diyebilirim.
Sıradaki projeleriniz neler? Hayal ettiğiniz, gerçekleştirmeyi umduğunuz bir proje var mı?
Ekim ayında gerçekleşecek Contemporary Istanbul’a hazırlanıyorum. Eylül ayında Dubai Leila Heller Gallery’de bir grup sergisinde olacağım. Ayrıca yedincikişisel sergim üzerinde çalışıyorum. Ocak ayında Dubai Leila Heller Gallery’de açılacak. Bunların haricinde son zamanlarda porselen ve bronz, çelik gibi farklı malzemeleri bir arada kullanarak yeni işler üretiyorum. 2025-2026’da ise Türkiye’de bir sergi açma hayalim var. Son sergim 2018’deydi ve uzunca zaman oldu.
• From Kalila wa Dimnato La Fontaine, Abu Dhabi Louvre Müzesi’nde 14 Temmuz’a kadar görülebilir.