1971 kışında, The Village Voice dergisi Yoko Ono’nun New York’taki Modern Museum of Art’ta (MoMA) düzenlenen sergisiyle ilgili küçük bir ilan yayımlamıştı. Ono sergi için bir katalog hazırlamıştı; günümüzdeki fotoğraflarda da sanatçı müzenin dışında bazı eserleriyle birlikte poz verirken görülüyor. Fakat şöyle bir durum var: Böyle bir sergi aslında yoktu. Ono’nun olmayan sergiye eşlik etmek için yazdığı kitabın adı Museum of Modern (F)art’tı.
Japon sanatçının The Museum of Modern Art Show (Modern Sanat Müzesi Sergisi, 1971) adlı kısa filminde, hayal kırıklığına uğrayan veya durumun farkına bile varmayan birkaç ziyaretçiyle röportaj yapılıyor ve ziyaretçilerin sanatçının aklındaki “görünmez” sergiyi komik buldukları anlaşılıyor; MoMA’nın bu yüzden çalakalem yazılmış, “Böyle bir sergimiz yoktur,” notuyla birlikte Voice’taki ilanın kopyasını resepsiyona yapıştırmak zorunda kalıyor. Ziyaretçilerden biri Ono’nun bu oyununun kesinlikle “şüpheli” olduğunu düşünürken, bir başkası Yoko’nun aynı zamanda “John’dan [Lennon] daha akıllı” olduğunu söylüyor. Bu çok şaşırtıcı bir tepki çünkü Ono kadar dalga geçilen, kıskanılan ve yanlış tanıtılan bir sanatçı daha bulmak zor. Peki Tate Modern’deki (bu defa son derece gerçek) retrospektif, sanatçının avangard şöhreti ile çılgın, değersizleştirilmiş ünü arasındaki tuhaf yolculuğun hakkını teslim edebilecek mu?
Adını sanatçının 1966 ve 1967’de Londra ve Liverpool’da verdiği konserlerden alan Yoko Ono: Music of the Mind (Zihnin Müziği), Ono’nun temel varoluşu ve lakonik kişiliğini yansıtan eserlerle başlıyor. “Eye Blink (Flux film, No. 15)” (Göz Kırpma, 1966) adlı filmde, sanatçının sol gözü siyah beyaz, ağır çekim yakın planda kapanıp açılıyor. Yüzü Ono’nun tanınması için yeterli bilgiyi verirken, izleyiciler 2 dakika 40 saniye boyunca Andy Warhol’un birkaç yıl önce başlayan projesi Screen Test (Deneme Çekimi) filmindeki portrelere benzer bir görüntüye bakıyor. Bir başka deyişle, özne ile ortam arasında göz kırpmadan bakma yarışına, bir irade gücü ve karizma testine tanıklık ediliyor.
Sergi girişinde bulunan “Telephone Piece” (Telefon İşi, 1964) adlı eserle, arka planda çalan bir telefon ve ardından Ono’nun, “Merhaba, ben Yoko,” diyen sesi duyuluyor. Bu ses kesinlikle ona ait olsa da, filmde de olduğu gibi bir şekilde varlığı güçlükle algılanıyor veya ortamdan bağımsız olduğu izlenimi veriliyor. Bu eserler otoportre olarak değerlendirilemeyeceği gibi, sanatçı bu dönemdeki en iyi işlerinin tamamında ifadeye değil, eyleme odaklanıyor.
Dengini bulmak
Ono’nun kariyerinin yaklaşık ilk on yılında ürettiği filmler, metinler ve performanslarda eylemler öne çıkıyor. Serginin ilk özel odasındaki “Film No. 1 (Match)” (Kibrit, 1966) adlı eserde yakılan ve alev alan bir kibrit gösteriliyor; yine ağır çekimle sergilenen sıvı bir aleve, Harold Edgerton’ın hareketle ilgili fotoğrafik çalışmalarının görsel yankıları eşlik ederken, atom bombasından duyulan korku da güçlü bir şekilde ima ediliyor. (Ono 12 yaşındayken Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atıldığında dağlara tahliye edilen insanlardan biriydi.)
Film, Ono’nun 1962’de Tokyo’daki Sogetsu Sanat Merkezi’nde çekilen fotoğraflarıyla destekleniyor: Sahnede piyano başında oturan sanatçı sürekli aşağı bakarak bir kibrit çakıyor ve sigarasını yakıyor. “Lighting Piece”in (Yakma İşi) kökeniyse, ABD’ye taşınarak New York’taki Sarah Lawrence Koleji’nde şiir ve bestecilik üzerine eğitim aldığı 1955’e uzanıyor. Eserin ilk versiyonu basit bir talimattan oluşuyor: “Bir kibrit yak ve sönene kadar izle.”
Ono’nun, birçoğu 1964 tarihli kitabı Grapefruit’ta (Greyfurt) derlenen talimat işlerinin cüretkârlığı, nüktedanlığı ve şiirselliği yapılması istenen minimal eylemlere dayanıyor. Talimatlar, besteci La Monte Young’a adanmış sekansta olduğu gibi en indirgenmiş haliyle “gözetle, ovala, dokun, soy, yırt” gibi tek bir kelimeye aktarılabiliyor.
Bu tür eserlerin metinsel kısırlığı ve materyal fazlalığı (bazen Japonca bir notta elle de yazılan, daktiloyla yazılmış komut satırları ve tabloları),Tate Modern’de Ono için kolaylıkla sert ama alaycı bir kavramsalcı izlenimi yaratabiliyor. Young veya John Cage gibi isimlerle birlikte sergilediği performanslarının fotoğrafları çoğu zaman öyle kayıtsız bir şekilde düzenleniyor ki, kontrol ve yönlendirmenin söz konusu olduğuna dair yanlış bir fikre kapılabiliyorsunuz. (Ono’nun gündelik resimlerinin fotoğrafları ve 1965’te “Bag Piece”i[Torba İşi]canlandırdığı karanlık, soyuta yakın altı çalışma gibi en saf güzellikteki fotoğrafların bazıları Fluxus’tan arkadaşı George Maciunas tarafından çekildi.) Okudukça veya daha yakından baktıkça giderek daha fazla tuhaf gösteri ve mizahın yanı sıra ne olursa olsun çalışmalarını duygusallıktan pek de kurtaramayacak bir ciddiyetsizlik açığa çıkıyor.
“Yağan karın sesini kaydet ve bunu akşam yap,” talimatını kullandığı “Snow Piece” (Kar İşi, 1963) adlı eserdeyse şiir ile komedi arasında mükemmele yakın bir denge kuruluyor. “Snow Piece” daha sonra “herhangi bir hız”da oynatılabilecek “Soundtape of the Snow Falling at Dawn” (Şafakta Yağan Karın Sesi) adlı eserin üretilmesinde kullanıldı. Cage’in“4' 33''” adlı bestesi sessizliğin ortasında sesin gizli isyanını teşvik etmeyi amaçlarken, Ono’nun yarı şaka yarı ciddi jestleri iç dünyaya, zihnin müziğine dönüşü temsil ediyordu.
Anlaşılması zor
Bu sergide Ono’nun pek de düşünüldüğü gibi bir sanatçı olmadığını defalarca görüyorsunuz. Meşhur eserlerinin “simgesellik”ten uzaklaşmaya başladığına tanıklık ediyorsunuz. Bunlardan biri de –bazı müzikal işbirliklerinin dışında–en ünlü eseri olan “Cut Piece” (Kesme İşi). Filmin sergideki versiyonu belgeselci Albert ve David Maysles kardeşler tarafından 1965’te New York’taki Carnegie Resital Salonu’nda çekildi. Filmde diz çöken, yatıştırılamayan sanatçı, makas ve kronometrenin yakın çekimleri, izleyicilerin kısa görüntüsü, alttan alta bir kahkaha dalgası, sanatçının kıyafetlerinde kadınlar tarafından yapılan küçük çekingen kesikler ve sonra da bir erkeğin geride kalanlara hayret verici şekilde saldırması resmediliyordu. Ono’nun, izleyicilerin makasla birbirine saldıracağı ve yalnızca istedikleri zaman duracağı bir versiyon da tasarladığı size hatırlatılana kadar, “Cut Piece”in alçaklık ve kadın düşmanlığına dair cesur bir çalışma olarak şöhretini hak ettiğini düşünebilirsiniz.
Aslında en kötü şöhretli provokasyonlarına çoğu zaman bu gülünç, taşkın alternatifler eşlik ediyor. Bu nedenle Ono’nun sanatının mizah veya bayağılığa meyletmesinin John Lennon’la ilişkisinin başladığı 1960’ların sonunda gerçekleştiğini söylemek pek de doğru olmaz. İkilinin Fly (Sinek, 1970) adlı filmi halen cafcaflı bir anlamsızlık, Warhol’un yorucu filmi Sleep’e (Uyku, 1964) karşı pespaye, Swift tarzı bir hicivli cevap olarak anılıyor. Kulaklık ve albüm kapaklarının bulunduğu küçük dinleme odasının hatırlattığı üzere, Plastic Ono Band ve çift olarak kaydettikleri plaklar bazen gürültülü bir rock kanonundaki herhangi bir şey kadar cüretkâr olabiliyor.
Ancak Ono’nun sonraki çalışmalarının ve Tate Modern’deki son odaların atmosferini, çiftin dünya liderlerine postayla meşe palamudu göndererek barışa yönelmelerini sağlamayı umdukları Acorn Peace (Meşe Palamudu İşi, 1968) projesi belirliyor. Bu odalarda ziyaretçiler tarafından üzerine çizim yapılacak veya süslenecek beyaz bir göçmen teknesi, bir annenin tarif edilmesine davet, ters dönmüş Alman miğferlerinde “gökyüzü” parçaları sergileniyor. Sergideki son eserse, Ono’nun 80 yaşında olduğu 2013’te ne kadar sert, hatta cesur bir sanatçı olabileceğini ziyaretçilere fısıltılı çığlığıyla hatırlattığı performansının videosu.
• Yoko Ono: Music of the Mind, 1 Eylül’e kadar Londra, Tate Modern’da görülebilir.