1708’de Kolombiya açıklarında batan altın, gümüş ve zümrüt yüklü İspanyol kalyonu San José, enkazdaki değerli parçaları kurtarma hakkı konusunda 40 yıldır devam eden uluslararası tartışmaların ardından gün ışığına çıkabilir. Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, 2026’da görev süresi sona ermeden önce gemiyi yüzeye çıkarmak isterken İspanya, kültürel mirasının bir parçası olarak kalyona sahip olmak istiyor, öte yandan ABD merkezli bir şirket, enkazı “keşfettiği” için kendine pay talep ediyor. Aynı zamanda, yerli bir grup,ataları değerli madenleri çıkarmaya zorlandığı için, gemiden elde edilen gelirin bir kısmının kendilerine tazminat olarak verilmesini istiyor. Bunlar yaşanırken, dünyanın dört bir yanındaki sualtı arkeologları ise, 300 yılı aşkın süredir gemiyi yattığı yerden çıkarmaya çalışmanın hem gemiyi hem de tarihini tahrip edebileceğinden endişe duyuyorlar.
San José, İspanya Veraset Savaşı sırasında İngilizlerle yaşanan bir muharebe sırasında battı. Aralık 2015’te Kolombiya’nın, kalyonun Karayip Denizi’nde Cartagena yakınlarında bulunduğunu duyurmasıyla manşetlere taşındı. Ancak San José’nin keşfi, deniz arkeolojisi ve hazine avcılığı dünyasında yeni bir haber değildi; bir enkaz kurtarma şirketi 1980’lerin başında geminin yerini keşfettiğini iddia etmiş ve kurtarma hakları konusunda devam eden bir dizi yasal mücadelenin başlamasına yol açmıştı. Battığı sırada gemide ne olduğuna dair detaylı bir kayıt bulunmadığı için, kalyondaki değerli taşların ve metallerin miktarını belirlemek zor. Bununla birlikte, bu destanın başlamasından sorumlu kurtarma şirketinin sahibi olan ABD merkezli yatırım grubu Sea Search Armada, geminin değerini 17 milyar dolar olarak belirledi ve bu rakam birçok sualtı arkeoloğunun alay konusu oldu.Aynı şirket geminin yerini Kolombiya hükümetine ilk etapta bildirdiği için paranın yarısını almaya hakkı olduğunu da iddia ediyor. Kolombiya tarafından geçen yıl Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu’na sunulan 96 sayfalık bir raporda San José’nin“insanlık tarihinin en büyük hazinesi” olduğu belirtiliyor.
Virginia kökenli sualtı arkeoloğu ve gemi enkazı avcısı James Sinclair’e göre San José, kolonyal dönemin birincil önem taşıyan gemi enkazı. Sinclair yakın geçmişte, 2022’de bulduklarını sergilemek için Bahamalar’da bir müze açan(Kolombiya devlet başkanı Petro da su yüzüne çıkarılan batığı için bir müze açmakla ilgilendiğini ifade etmişti), tüplü dalış meraklısı ve sualtı kâşifi filantrop Carl Allen tarafından finanse edilen İspanyol kalyonu Nuestra Señora de las Maravillas projesi üzerinde çalıştı. The Art Newspaper’a verdiği demeçte James Sinclair, “Eğer sadece hazinenin değerini düşünüyorsanız, büyük resmi kaçırmışsınız demektir,” diyor. “Hazine ne kadar büyükse, sorun da o kadar büyük olur. Ve onu elde etmek isteyen pek çok insan var.”
Tarihin değeri ne kadar?
San José’nin enkazı 610 metrenin üzerinde bir derinlikte yatıyor (bazı raporlara göre 944 metreye kadar çıkıyor). Bu derinlikteki gemi, insanların yapacakları keşifler için erişilemez durumda. Kolombiya donanması 2015 yılında enkazı incelemek için uzaktan kumandalı bir sualtı aracı kullandı; muhtemelen gemiyi kendi başına kaldıramadığı ve ganimet peşindeki korsanlardan korktuğu için de, geminin kesin konumunu o zamandan beri bir sır olarak sakladı. Ancak 2022’de iktidara gelen Petro, hazineyi almak istiyor;bu yüzden enkaz için ticari kurtarma şirketlerine teklif vererek yardım alması gerekiyor. Böyle bir girişimin maliyeti nedeniyle bu işletmeler büyük ihtimalle ABD veya Avrupa merkezli olacak–hatta derin su projelerine aşina petrol şirketleri olması da muhtemel. (Sinclair, Zürih’te bir grubun San José’yi yüzeye çıkarmak için Petro’ya bir plan sunduğunu duyduğunu söylüyor.) Ancak pek çok tarihçi, arkeolog, araştırmacı ve deniz bilimci gemiyi yüzeye çıkarmanın yanlış bir hamle olduğunu söylüyor.
Kendisinden övgüyle bahsedilen Texas A&M ÜniversitesiDeniz Arkeolojisi Bölümü’ndenProfesör Piotr Bojakowski, “Hazineden iyi bir manşet çıkarama bu arkeolojiyi öldürür,” diyor. “Eğer sadece altının peşine düşersek bölgeyi inceleme yetimizi kaybederiz.”
Geminin içindekilerin tahmini değeri o denli göz kamaştırıcı ki, bir başka önemli unsur daha göz ardı ediliyor. Bojakowski, “Kimse San José’yi kurtarmanın maliyetini tartışmıyor,” diyor ve sadece kalyonu yüzeye çıkaracak bir gemi ve ekipman için günde yüzlerce bin dolar harcanacağı tahmininde bulunuyor. Dahası, San José bu süreçte tamamen yok olabilir, dolayısıyla geriye incelenecek hiçbir şey kalmayabilir. Bu endişeyi Kolombiya’daki deniz arkeologları da paylaşıyor.
Kolombiya’nın çeşitli üniversitelerinden bir grup tanınmış akademisyen ve arkeolog tarafından Kasım 2023’te Kolombiya Kültür Bakanı Juan David Correa’ya gönderilen bir mektupta, geminin kurtarılması çalışmasının yalnızca bilimsel bir proje olması ve kısa vadeli mali kazanç için kullanılmaması çağrısında bulunuldu.(Battığında San José’de 570 kişi ölmüştü, dolayısıyla burası aynı zamanda bir mezarlık.) Ardından meseleyi takip etmek için 12 Aralık’ta acilen, Kolombiya’nın önde gelen arkeologları ve bilim insanları arasından 20’den fazla kişinin imzacı olduğu bir mektup daha yazıldı. Mektubun imzacılarından–Barranquilla’daki Universidad del Norte’de Arkeoloji Müzesi müdürü olarak görev yapan–ProfesörJuan Guillermo Martín,hükümetin “bir araştırma projesi ve çıkarılması planlanan eserlerin bütünlüğünü garanti altına alan bir koruma laboratuvarı olmadan gemi enkazına müdahalede bulunma ısrarı” nedeniyle bu mektupların gerekli olduğunu söylüyor. Rincón, Petro’nun istihdam etmek istediği donanma ekibinin böyle bir arkeolojik proje için ne eğitime ne de deneyime sahip olduğunu belirtiyor.
Martín Rincón ayrıca, Petro’nun geçen yıl,San José’nin kargosunun bir kısmını, geminin değerli yükünün, atalarının topraklarından geldiğini iddia eden Bolivya’daki yerlilerden Qhara Qhara’ya vermeye hazır olduğunu söylediğini not düşüyor. Elbette bu hazineyi kendi topraklarından çıkarmak üzere sömürgeciler tarafından kullanılan insanlara iade etmek iyi bir fikir, ancak San José’nin kaldırılmasına yardımcı olan enkaz kurtarma işindekiler de paylarını isteyeceklerdir. Dahası gemideki eşyanın, yüzlerce yıl boyunca tonlarca tuzlu suyun altında kalan değerli metallerin, ânında bankaya yatırılabilecek şeyler olmadığı da kesin.
UNESCO’nun rolü
Altın ve gümüş dolu gemi enkazlarının çoğunda ya hukuki mücadeleler yaşanmış ya da şimdiye kadarki en yüklü vurgun olduğu iddia edilmiştir. ABD’li bir kurtarma şirketi, Nuestra Señora de las Mercedes batığından çıkardığı tahmini 500 milyon dolar değerindeki altın ve gümüş sikkeyi beş yıl süren mahkeme sürecinin ardından 2012’deİspanya’ya teslim etmek zorunda kalmıştı. İspanya Kültür Bakanlığı 2019’da, 1492 ile 1898 yılları arasında Amerika kıtası yakınlarında batan ve ülkenin hak iddia ettiği 681 gemi enkazının bir envanterini çıkardı.
Askerî bir gemi olan San José, UNESCO’nun 2001 tarihli Sualtı Kültür Mirasının Korunması Sözleşmesi hükümleri uyarınca İspanyol malı kabul ediliyor. Sözleşme, sualtı alanlarının karşı karşıya olduğu tehditler arasında iklim değişikliğinin yanı sıra hazine avcıları da yer aldığından, miraslarını tanımlamak ve korumak isteyen ülkeler için ortak bir çerçeve sunuyor. Ancak Kolombiya 2001 tarihli sözleşmeyi bugüne kadar imzalamadı. San José Kolombiya sularında bulunduğu için ülke, gemideki malların çoğu Peru, Bolivya ve başka yerlerden gelse de gemiyi kendi mirasının bir parçası olarak görüyor.
Kolombiya, UNESCO’ya güvenmek yerine sualtı mirasına ilişkin kendi düzenlemelerini yaptı. Ülke 2013’te ek bir Sualtı Kültürel Miras Yasası çıkararak define avcılarına yönelik daha önceki kısıtlamaları azalttı ve ticari açıdan San José’nin kurtarılması için yasal zemin hazırladı.
“San José batığının incelenmesi deneyimli arkeologlara emanet edildiği takdirde bu çalışmada herhangi bir risk görmüyorum,” diyor robotik konusunda deneyimli ünlü bir sualtı arkeoloğu ve UNESCO’nun 2001 yılındaki kongresinin Bilimsel ve Teknik Danışma Kurulu’nun eski bir üyesi olan Fransız Michel L’Hour. “Arkeolojik ya da tarihî bir enkazı bizim için ilginç kılan şey kesinlikle mevcut piyasa değeri olmamalı. Gemi ister 1708 yılında gümüş külçeler, ister 1545 yılında pişmiş toprak çömlekler, ister 1312 yılında tuz ya da MÖ 2. yüzyılda bir Roma tapınağının inşasında kullanılan taşları taşısın, tüm bu batıklar insanlık tarihinin bir sayfasının yeri doldurulamaz tanıklarıdır ve onları bu denli ilginç kılan da budur.”