“Bir kadına eşit muamele gösteren bir erkek olduğunu hiç sanmıyorum. Oysa benim tek isteğim bu. Çünkü onlar kadar değerli olduğumu biliyorum.” Berthe Morisot, 1890
Mart ayı yaklaşırken hep aynı heyecanı ve kalp çarpıntısını yaşıyorum. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü nasıl kutlayacağımızı, o hafta boyunca hangi aktivitelere katılacağımı, neler anlatacağımı ve kimleri dinleyeceğimi uzun uzun planlamayı çok seviyorum. Bu yıl, The Art Newspaper Türkiye’nin mart sayısı için yazı yazacağım kesinleştiğinde aklıma tek bir konu geldi: Sanat tarihindeki önemli bazı kadınları anmak.
“Sanat tarihinde neden çok sayıda kadın sanatçı yok?” sorusunu hiç sevmiyorum. Cevabı çok belli olan soruları sormayı bırakmamız gerekiyor. Tarihsel olarak bakarsak, toplumsal normlar ve cinsiyet rolleri yüzünden sanat da dahil olmak üzere birçok alanda kadınların fırsatları yüzyıllar boyunca kısıtlandı. Kadınlar eğitim, staj ve eserlerini sergileme konularında zorluklarla karşılaştı. Toplumlar geliştikçe kadınlar sanat alanında da tanınmaya başlasa da cinsiyet eşitsizlikleri devam etti, hâlâ da bu konuda atılacak adımlar olduğunu biliyoruz.
Sanat tarihinde kadınların tanınması ve desteklenmesinde dönemsel olarak kademeli bir ilerleme kaydedildi. Bu dönemleri üçe ayırabiliriz:
Sanatın kapılarını zorlayan kadınlar: 19. yüzyıl öncesi
Rönesans döneminde Avrupa’da bir sanatçı olarak kabul edilmek için edebiyattan matematiğe, perspektiften insan anatomisine çok iyi bir eğitim programının tamamlanması gerekiyordu. Çıplaklar figürler de dahil olmak üzere uzun yıllar çizim eğitimleri alınması bir zorunluluktu. Ayrıca hem klasik kalıntıları hem de görkemli Rönesans mimarisini incelemek için Roma, Floransa, Venedik gibi şehirleri ziyaret edip bir süre bu şehirlerde kalmak da önemliydi. Kadınların ise bu eğitimlere ve gezi fırsatlarına sınırlı erişimleri vardı. Her sosyal sınıftan erkek, eğitim alıp çıraklık yapabilirken o dönemin sanatla ilgilenen sınırlı sayıdaki kadınlarının çoğu ya sanatçıların ya da çok zengin ailelerin kızlarıydı. Bu kadınlar babalarının ya da eşlerinin desteğiyle çalışabilecekleri bir atölyeye erişseler de çıplak figürleri resmetmelerine izin verilmemesi gibi onlarca yasakla mücadele etmek zorundaydılar.
16. yüzyılda Bologna’da yaşayan Properzia de’ Rossi (1490-1530), heykeltıraşlığının yanı sıra dinî konulu detaylı minyatür oymalarıyla tanınan bir sanatçıydı. Rossi’nin sanata duyduğu ilgi ve aldığı desteğin kaynağı bilinmiyor.Ölümünden sonra 200 yıl boyunca Bologna’daki resmî kayıtlarda bir başka kadın heykeltıraşın ismine rastlanmıyor. Floransalı sanat tarihçisi Giorgio Vasari ünlü kitabı Sanatçıların Hayat Hikâyeleri’nde (çev. Elif Gökteke, Sel Yayınları, 2013) Rossi’nin yanında sadece dört kadınının olduğunu yazıyor. Bunlardan Plautilla Nelli’nin (1524-1588) sanata ilgisine destek olan soylu bir aileden geldiği anlatılıyor. Nelli, Rönesans döneminde Floransa’da etkili bir ressam olarak ünlendi. 1532’de Cremona’da soylu bir aileye doğan Sofonisba Anguissola nispeten şanslı kadınlardan. Yeteneğini fark eden babasının eğitim almasına karşı çıkmamasıyla kendini geliştirdi, İspanyol saray ressamlığına kadar yükseldi. 1552’de Bologna’da doğan Lavinia Fontana ise tanınmış ressam Prospero Fontana’nın kızı. Babası tarafından eğitildi ve zamanla 16. yüzyıl İtalya’sında portre ressamlığıyla öne çıktı. Flaman ressamlarından Caterina von Hemessen (1528-1587), hikâyeler anlatan tabloları ve portreleriyle tanındı ve Antwerp sanat ortamın bir parçası olmayı başardı.
19. yüzyıl öncesi sanat dünyasının günümüzde en çok tanınan kadınlarından biri olan Artemisia Gentileschi, ressam Orazio Gentileschi’nin kızı. Babası, kızının yeteneğini fark edip eğitim almasını sağladı; Artemisia baroğun öne çıkan ressamlarından biri oldu, özellikle güçlü kadın figürlerini vurgulayan dramatik tablolarıyla ünlendi. Ressamlar Locası’na kabul edilen az sayıdaki kadından biri olan Judith Leyster ise Hollanda Altın Çağı’nda öne çıkan portre ve kahvehane sahneleriyle tanındı. 18. yüzyılın başlarında İngiltere ve Avrupa’da tanınmış portre ressamlarından Angelica Kauffmanile gene 18. yüzyıl Fransız rokoko döneminde Marie Antoinette’in ressamı olarak ünlenen Elisabeth Vigée Le Brun da o günlerin önemli sanatçılarındandı
Zorluklarla dolu bir dönem: 19. yüzyılda kadın ve sanatçı olmak
19. yüzyılda kadınların sanat akademilerine gitmelerine kısmi olarak izin veriliyordu. Kadın hareketi ve hak mücadelesi bu dönemde giderek güçlense de zorluklar ve cinsiyet temelli kısıtlamalar devam ediyordu. 1800’lerin sonlarına gelindiğinde Avrupa’da kadınların,devletlerin hazırladığı özel sanat eğitimi programlarına katılmalarına izin verildi ve sokaklarda refakatçisiz dolaşabilmeye ve kiliseleri yalnız ziyaret edebilmeye başladılar. Kadınlar 19. yüzyıl boyunca da çoğunlukla natürmort ve portreler üzerinde çalışmaya devam ettiler. Kendilerini, ailelerini, ev içi sahneleri resmettiler.
O dönemin öne çıkan isimleri arasında 1846’da doğan ve özellikle savaş sahneleri ile tarihî tablolarıyla ün kazanmış İngiliz ressam Lady Butler var. Butler, Viktoria döneminin önde gelen savaş ressamlarından biriydi ve Kırım Savaşı’ndan Waterloo Muharebesi’ne kadar geniş bir yelpazede eserler üretti. Ünlü ukiyo-e sanatçısı Hokusai’nin kızı Katsushika Ōi de güzel kadınları betimlediği bijin-ga resimleriyle tanınan bir ressamdı. 1855 doğumlu İngiliz sembolist ressam Evelyn de Morgan, mitolojik ve simgesel temaları içeren eserleriyle ünlüydü. Morgan, sanatında kadın figürlerini güçlü ve bağımsız bir şekilde betimlerken, renk paletiyle duygusal bir atmosfer oluşturmayı başarıyordu.
Sanat tarihine empresyonist akımıyla isimlerini yazdıran iki önemli kadın ise Berthe Morisot ve Mary Cassatt’dır. Édouard Manet’nin öğrencisi olan bu iki isim de dönemin kısıtlamalarından paylarına düşeni almışlardı. Öğretmenleri “Olympia” gibi cesur çalışmalara imza atarken,Morisot ve Cassatt kadınların ilgilenmesine izin verilen, daha muhafazakâr temalarda eserler üretmek zorunda kaldılar. Morisot, çoğunlukla günlük yaşam sahneleri, bahçe ve portre eserleriyle bilinir. Morisot, hem ressam hem de seramik sanatçısı olarak başarı elde etmiş ve sanat dünyasında kadınların daha geniş rol almasına katkı sağladı. Amerikalı empresyonist ressam Cassatt ise özellikle anne ve çocuk temalı tablolarıyla ünlüdür. Cassatt, empresyonizme özgün tarzı ve renk kullanımıyla katkıda bulundu.
Cinsiyet eşitliği mücadelesi ve sanatın dönüşümü: 20. yüzyıl ve sonrası
20. yüzyılın başlarında kadınların seçme ve seçilme hakkı mücadelesi ve değişen toplumsal normlar kadınların sanat hayatındaki yerlerini de etkiledi. Georgia O’Keeffe ile Frida Kahlo gibi daha fazla sanatçı öne çıkarak yıldızlaştı. 20. yüzyılın ortalarında etkisi giderek daha çok hissedilen feminizmle cinsiyet ayrımı daha yoğun sorgulanmaya başlandı ve kadınların başka alanlarda olduğu gibi sanatta da görünürlüğü arttı. Bu dönemde Louise Bourgeois, Yayoi Kusama gibi daha fazla kadın öne çıktı. Empresyonist ve sembolist tarzları benimsemiş, portrelerindeki ince detaylar ve renk kullanımıyla Finlandiya sanatının önde gelen isimlerinden biri haline gelen Helene Schjerfbeck;modern sanatın öncülerinden biri olan Alman ekspresyonist Paula Modersohn-Becker; savaş, yoksulluk, annelik gibi insanın temel deneyimlerini dramatik bir şekilde anlatan Alman ressam ve heykeltıraş Käthe Kollwitz;soyut ve canlı renkleri kullanarak peyzaj ve figüratif kompozisyonlarıyla öne çıkan, Münih’teki Mavi Süvari (Der Blaue Reiter) hareketinin önemli bir üyesi olan Gabriele Münter; empresyonist ve post empresyonist eserler üreten, özellikle Montmartre sanat çevrelerinde etkili olmuş bir isim olan Suzanne Valadon; cinsel kimlik, özgürlük ve toplumsal normları sorgulayan bir sanatçı olarak tanınan Amerikalı Romaine Brooks da 20. yüzyılın başlarında isimleri duyulan yüzlerce kadından sadece birkaçı.
Katy Hessel’in 2022 yılında Waterstones Yılın Kitabı Ödülü’nü kazanan eseri The Story of Art Without Men’de (Sanatın Erkeksiz Tarihi, Penguin, 2022) paylaştığı bir istatistik var: E.H. Gombrich’in, sanat tarihinin kutsal kitabı sayılan Sanatın Öyküsü’nün (çev. Erol Erduran-Ömer Erduran, Remzi Kitabevi, 1997) 1950’de yayımlanan ilk baskısında ismi geçen kadın sayısı sıfırdı. Kitabın 16. baskısında ise sadece bir kadından bahsediliyordu. Vasari 1550’de yazdığı kitabında bile dört kadına yer vermişken 400sene sonra bu noktada olmak gerçekten üzücü.
Büyük müzeleri ziyaret ettiğimde bazı sanat eserlerinin karşısında kendi kendime, “Hadi ressam bu yaptığını yapmaya utanmamış da,siz hangi sebepten yıllarca saklayıp üstüne bir de bugün sergileyip yüceltiyorsunuz?” diye söylendiğim çok olur. Fakat böyle bir cümleyi şimdiye kadar hiçbir kadın için kurmadım. Tarihin hangi döneminde olursa olsun bir kadının tüm yokluklara ve yoksunluklara rağmen bir sanat eseri yaratabilmesi bence kutlanması gereken bir şey.Bugün bu yazıda andığım ve anamadığım tüm sanatçılar iyi ki varlar. Tüm kadınların Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.