Alaca Heyheyler 2015’te, organik bir şekilde bir araya geliyor. Daha önce Antakya Bienali’nde birlikte çalışan Arzu Yayıntaş ve Güneş Terkol beraber atölye çalışması yapmaya karar veriyor ve “anne kadınlar ve doğurganlık” üzerine düşünen/düşünmek isteyen kadınlarla konuşarak nereye varacağını bilmedikleri bir yola giriyorlar.Sevil Tunaboylu’nun kolektife katılmasıyla atölyelerde konuşulanlar üzerinden sorular çıkarmaya başlıyorlar.
Bu sorulara tam 150 kadının verdiği cevapların öylece bir yerde durmasına kolektifin içi elvermiyor, böylece bir kitap macerasına girişiyorlar. Ama kitapla da yetinmiyor, cevaplara görseller ekleyerek üretim yapmak istiyorlar. Böylelikle 2017’de Ark Kültür’de açılacak,yedi başlıktan oluşan (“Kadının Kendi Doğumu”, “Regl”,“PMS” “Doğum Yapmak”, “Düşük”, “Kürtaj”, “Biyolojik Saat”, “Menopoz”)Bize Ait Bir Oda sergisinin temelleri atılıyor. Atölyelere katılan kadınlardan doğurganlık alanında çalışan kadınlara, hatta yeni anne olmuş kadınlara kadar uzanan büyük bir kitleyi23 sanatçının katıldığı sergiye dahil etmeyi başarıyorlar. Annelik, doğurganlık, regl, menopoz gibi konular, o dönemde çağdaş sanatta yeni yeni konuşulmaya başlayan kavramlar. Sergi açıldığında yeni anne olmuş bir sanatçı olarak Yayıntaş bu meseleyi şöyle özetliyor: “Özellikle çağdaş sanat alanında feminist sergiler vardı, kadın bedeni, şiddete yönelik işler gibi… ama doğurganlık meselesi cazip değildi. Annelik hep sanatçıların gizlemeye çalıştığı bir şey; çünkü çoluğa çocuğa karıştı deyip kadın sanatçıların önünü tıkıyorlardı ya da annelik duygularını gizlemeye çalışıyorsun ki cool sanatçı olabil... Bu meselelerin çağdaş sanat alanına girmesinde mihenk taşlarından bir tanesiydi bence Bize Ait Bir Oda.”
Alaca Heyheyler ikinci kitap için kolları sıvıyor.Artık daha olgun, daha deneyimliler. Şu meşhur 40 yaş kapıyı çalmış. Yol aynı: Atölyeler. Yeni soruları konuşmak, tartışmak için yine kadınlarla bir araya geliyorlar. “İlk ReglBuluşması” bu atölyeler içinde önemli olanlardan. Önce ilk kitaptaki seçkileri okuyor sanatçılar sırayla. Masaya bir örtü seriliyor; örtünün üzerinde kırmızı içecekler, kırmızı meyveler, kırmızı objeler var. Katılımcıları masa örtüsünü istedikleri gibi kullanmaya davet ediyorlar; kimi yazı yazıyor, kimi bir şey dikiyor… Herkesin ilk reglini anlatmasıyla başlayan konuşma,yerini ilk cinsel deneyime bırakıyor: Ne bekleniyor, ne bulunuyor? “İlk olarak biz kendi deneyimlerimizi anlattık, bu da kadınlar arasında bir kırılma yarattı,” diyor Yayıntaş. Atölyelerin sonunda bu kez ikinci kitap ve sergi için başlıklar belirleniyor.“Kız Çocukluğumuz”, “Ergenlik”, “Cinsellik”, “Beden, Zihin ve Ruh Bütünlüğü”, “Duygusal İlişkiler ve Bağlar”, “Kızkardeşlik”, “Evde, İşte, Sokakta Kız Başına”. İlk etapta bu başlıklar için 59 soru belirleniyor, sanatçıların “emekleri unutulmaz” dedikleri 40 kadının bu sorulara verdikleri cevaplar serginin duvarlarında gördüğünüz yazılara dönüşüyor. Daha sonra soru sayısı yediye indiriliyor ve cevaplar sergide bir tepegözle duvara yansıtılıyor. İlk sergiden farklı olarak, kitap sergi bitiminde yayımlanacağı için sergi süresince oluşturdukları yedi soruya cevap toplamaya devam ediyorlar. Yayıntaş sergi turlarında serginin tam ortasında durup, “Aslında siz yazılmakta olan bir kitabın içindesiniz, bizim aradaki işlerimiz de o kitabın okunmasını sağlayan noktalama işaretleri, yani ikisi de bir bütün; ne biz onlarsız ne de onlar bizsiz olabilecek durumda değil Kadınlar Atlası’nın çıkması için. Burayı bütünsel bir yerleştirme olarak görüyoruz,” diyor.
Serginin bölümleri olsa da, bu bölümleri, işleri ve sanatçı isimlerini görmeniz için etiket koyulmamış. Yönlendirme yapmayı tercih etmeyen sanatçılar sahneyi, soruları cevaplayan kadınlara bırakmak, onları ön plana çıkarmak istiyorlar. Başlangıçta bölümleri birbirinden ayıramazken dikkatli bakınca her birinin biricik olduğunu görüyorsunuz. Yine kolektiflik bilinciyle işlerin bir kısmını eski, bir kısmını yeni eserlerinden seçmeye gayret ediyorlar.
Feminist metodolojiyle hazırlananKadınlar Atlası“Kız Çocukluğumuz”la karşılıyor bizi. Sol taraftaki duvarda üç sanatçının ailelerindeki kadın figürlerle oldukları çocukluk fotoğraflarını görüyoruz. Karşısındaki “Ergenlik” bölümündeyse Tunaboylu’nun genç kızlığından bir video kurgusu yer alıyor ve o zamandan bugüne gelen “arşivsel bir otoportre” dediği kişisel panosunda ilk saçından kendisine ilham olmuş kadınlara, ilk deseninden annesinin notuna kadar kendi hikâyesini paylaşıyor sanatçı. Böylece Kadınlar Atlası başlangıçtan itibaren kendi deneyimlerinin izlerini de göstererek, biraz da,“Bu bizim kendi kadınlık hikâyemiz,” demiş oluyor. Sergi açık kaldığı süre boyunca canlı gibi nefes alıyor; çünkü sergi süresince devam eden atölyelerden çıkan işleri sergiye dahil ediyorlar. “Kız Çocukluğumuz” duvarına, gençlerle ergenlik üzerine yaptıkları bir atölyeden gelen, üzerinde oyuncaklar olan bir raf ekleniyor. Yine aynı duvarda Terkol’un videosuna da“Bir şey yapmak istiyorum” ses kaydı ekleniyor. Yayıntaş’ın “Suya Bakmak”eserindeyse “Vulva Bu İşe Ne Diyor?” stop motion atölyesinden kadınların yaptıkları vulva hikâyelerini video gösterime ekliyorlar.
“Ağzınla kuş tutsan bile tüm avantajlar önce erkek çalışandan yana” yazısının altında Yayıntaş’ın “Eşitsizlik Mutfağı” işini görüyoruz. Çocuğu olduktan sonra mutfakla ilişkisinin değişmesi, sürekli yemek yapması, yemek üzerine çok düşünmesi, mutfakta çok vakit geçirmesinden yola çıkarakkendi mutfak eşyalarına sanat ödüllerinden iş hayatına, müzelerdeki kadın sanatçılara kadar çeşitli konularda istatistikler yazıyor. Sonradan eklenen bir tabak ise kırık bir şekilde yerde duruyor. Bu tabak, Gazze’de ölen kadın ve çocuklar için anma niteliği taşıyor. Her mutfak eşyasının istatistiksel olarak bir rengi var ancak bu tabağın istatistiği olmadığı için rengi de yok. Aynı duvarda sanatçının Mis(s)placedWomen? performans günlerinden kalma bir fotoğrafı yer alıyor. Teşvikiye’nin göbeğinde, ellerine topuklu çizme giyerek yaptığı köprü hareketi genel olarak serginin birçok alanına hâkim. Fotoğrafta fonda çarşaf giyen bir kadını görüyoruz. “Benim gerçek izleyicim oydu,” diyor. “Onun da giysisi toplumun çok konuştuğu bir şey; biz yokuz, sadece beden ve kıyafet kodları bizden bağımsız konuşulan şeyler,metalaştırmanın başka bir versiyonu. Bu yüzden o benim yol arkadaşımdı.”
İlk regl buluşmalarında kullanılan masa örtüsü perde gibi kullanarak “Cinsellik” odası oluşturuluyor. Bazı kelimelerin travmatik olabileceğini düşünen sanatçılar burayı özellikle ayırmayı tercih ediyor. Ayrıca sergiye çocuklarıyla gelen anneler için de çocukların girmemesi gereken alanı belirlemek istiyorlar. Ama bu, serginin genel yapısındaki şeffaflıkla çelişmiyor.Amaçları izleyicilere, gizlenmesi gereken bir şeyin olmadığı özel bir alan bırakmak.Aynı şeffaflık, oyuncaklarla dolu bir evde bir sanatçı olarak bekâr anneliğin zorluklarını yaşayan Yayıntaş’ın, “İşgal ettiğim atölye,”dediği,şeffaf bir perdeyle ayırdığı küçük alan için de geçerli; hem kapalı hem şeffaf. İçeride her ne olursa açık bir şekilde ifade edilmesine izin veriyor sanatçı.
“Bazen içimden annem çıkıyor,” Terkol’un işlerinin olduğu, bir rüyayı anımsatan duvarda en dikkat çeken söz olabilir. Çoğu kadın için hem gerçek hem de yanılsama bu: Tıpkı duvarda uçuşan kumaşlardaki işler gibi. Bu işlerde bir çocuk da görebilirsiniz bir yaratık da.Gerçekle rüya arasında bir yerde kalmış. “Kumaşın çok güçlü bir feminist dile sahip olduğu”nu söylüyor Terkol. İşleri için, “Doğal boyalar kullanıyorum, kaynatıyorum, cadı gibi,” diyor. Aynı duvarda yer alan ve kadınların yüksek bir bağ kurabildiği, “Ne zaman kendi kararımı versem bencillikle suçlandım,” buradaki işlerin ritmiyle en uyumlu sözlerden. Bu duvar, kadınların yaşadıkları benzer deneyimler üzerinden güçlü bir dayanışma ve anlayışı paylaşmalarına olanak tanıyor.
“Suya Bakmak” tabekâr anneler ya da evli olup da kendini yalnız hisseden kadınlar sadece kendileriyle ilgili hayal ettikleri şeye bir “kapı açıyor”. Bir çeşit hayal kurma üzerinden hedef belirleme ve gerçekleşmesi için “suya okuma” ritüeli kullanılıyor. “Hayallerin de aslında manifestoya dönüştüğü”nü söylüyor Yayıntaş. Natalia Ginzburg, kocasını alnının ortasına ateş edip öldürerek başladığı İşte Böyle Oldu’da kadınların nasıl yalnızlaştırıldığını, çocukla nasıl bir başına kaldığını anlatıyor, çocuktan sıkılmaya ya da depresyona girmeye hakkı olmayan kadınların intikamını alıyor ve belki hayallerini gerçekleştiriyor. “Alberto, bebeğimiz iki-üç aylıkken fotoğraflarını çekmeye başladı; banyo yaparken, masanın üstünde yatarken, bereli, beresiz fotoğraflarını çekiyordu. [...] Ama zamanla fotoğraf işinden sıkılmaya başladı, çünkü her şeyden sıkılan bir insandı o” (çev. Şemsa Gezgin, Can Yayınları).Oysa çoğu kadın hayallerini erteliyor, hayal kurmayı unutuyor, çocukları uyuyunca sıkılıp, belki ağlayıp, sabah çocuk uyanınca hiçbir şey yokmuş gibi yoluna devam ediyor. Bu işte de kadınlar ne kadar hayal olsa da aslında gerçek olabilecek cümleleri kuruyorlar.
Alaca Heyheyler, biraz mola verdikten sonra üçüncü kitaplarına hazırlanacak gibi görünüyor. Bu kez “yaş almak ve menopoz”u odaklarına alacak sanatçılar, kendi deneyim ve süreçlerinden faydalanacaklar yine. Menopoz sürecindeki kadınların deneyim ve duygularını paylaşacaklarını, bedenleriyle olan ilişkilerini ve toplumsal algıları irdeleyeceklerini belirtiyor Yayıntaş ve ekliyor: “Bekâr anneler yalnız, evet; ama menopozlular daha yalnız.”