“2008 yılında İş Bankası Yönetim Kurulu, Beyoğlu Şubesi’nin tarihî binası olan 4. Sigorta Han’ın İş Bankası Sanat Eserleri Koleksiyonu’nun sergileneceği bir müze haline getirilmesi kararını aldı. 4. Sigorta Han, 1971 yılında korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilmişti. 2010 yılında Koleksiyon’un sergilenmeye hazırlanması ve 4. Sigorta Han’ın müze olarak projelendirilmesi süreçleri birbirine paralel başladı. Bu doğrultuda banka Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne (MSGSÜ) Prof. Rahmi Aksungur’un rektörlüğü döneminde bir Sanat Eserleri Restorasyon ve Konservasyon Laboratuvarı kurdu. Bu laboratuvarı müze hayalinin bir ilk adımı gibi görmek mümkün. Buna paralel olarak akademide bir lisans bölümü teşkil edildi. 1940’lardan bu yana büyüyen koleksiyonun ona özel kurulan bir müzede sergilenmesi için hazırlıklar başladı. (…)Bu esnada bodrum, zemin ve birinci katlarda 63 senedir hizmet veren İş Bankası Beyoğlu Şubesi kapandı. İş bankası Kültür Yayınları daha önce, yine cadde üstündeki kendi binasına taşınmıştı. İlk adıyla Bodvi Apartmanı, ikinci hayatında 4. Sigorta Han bir sonraki yolculuğuna artık hazırdı.”
Yukarıdaki satırlar yazar/mimar Ertuğ Uçar ile yazar Feride Çiçekoğlu’nun birlikte kaleme aldıkları Bina Bina İçinde adlı monografi kitabından alındı. İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin hikâyesini anlatan bu kitabın okurla buluşmasının hemen öncesinde müzenin mimarlarından Ertuğ Uçar’la bir araya geldik ve binanın mimari dönüşümünü konuştuk. Sohbetimize müzenin ev sahipliği yapması kadar doğal bir şey olamazdı elbette. Biz de önce İstiklal’e bakan kapıdan girince hemen sağda yer alan kafede buluşup kahvelerimiz içerek başladık konuşmaya ve en üst kattan başlayarak her katı uzun uzun gezdik.
Mimar Uçar, İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin bulunduğu İstiklal Caddesi’ndeki binalardan hareketle başlıyor anlatmaya ve önce, “Nasıl bir renovasyon?” sorusunun yanıtını vererek açıyor konuyu:
ERTUĞ UÇAR: İstiklal’de bir sürü neoklasik bina var, 19. yüzyılda yapılmış ve birçoğu yenilendi bunların ama farklı modeller uyarınca… Örneğin Casa Botter hiçbir yeri yıkılmadan ve fazla yeni bir tesisat eklenmeden olduğu gibi onarıldı. Buna aslında restorasyon ya da esaslı onarım da deniliyor. Böyle yapabilmenin önemli sebeplerinden biri, o binanın bizimki gibi çılgın bir işlevi barındırmayacak oluşuydu, o kadar büyük bir bina değil. Dolayısıyla çok dokunulmadan yapıldı. İkinci bir versiyon mesela İKSV binası, Deniz Palas. İKSV de esaslı bir onarımdan geçti ama orada yıkımlar da biraz oldu, binayı yeni işlevine dönüştürmek için. Mesela havalandırma boşluğunu biraz genişletip içine asansör yerleştirdiler, binanın arka tarafında bir yere yangın merdiveni koydular, bir de zemin katta normalde orada olmayan bir salon yarattılar. Sonuçta bazı noktasal müdahaleler yapmış oldular.
Öbür uca gidersek, Demirören binası… Bir tarihî bina var ortada, sen onun ölçülerini alıyorsun, hepsini yıkıyorsun binanın, hiçbir şey kalmıyor ve yerine ona benzeyen, içinin onunla alakası olmadığı, dışında da onu tutturmaya çalıştığın bir tane bina yapıyorsun. Restorasyonun en kötü versiyonu diyebiliriz buna. Restorasyon bile değil, koruma belki, yani koruma denebilirse buna. Rekonstrüksiyon bile bundan daha iyi, yani çoktan yıkılmış bir bina, orada olduğu biliniyor, onun belki varsa fotoğrafından bakıp aynısını yapıyorsun, o bile bundan iyi.
EMRAH KOLUKISA: Anladığım kadarıyla İş Bankası Resim Heykel Müzesi bu iki ucun arasında bir yerde duruyor?
Evet, ortasında duruyor bizim bina. Yine bizimkine yakın Pera Müzesi var mesela, hemen arka tarafımızda. Onu şöyle yaptılar: Yıktılar önce binayı, eskiden bir otelmiş; ama yıkarken ön cepheyi tuttular, hani kovboy kasabalarında yaparlardı ya, önü duruyor binanın, arkadan destekle ayakta tutulur, aynı onun gibi. Ön cepheyi ayakta tutup arkasına önceden olanla alakası olmayan bir şey yaptılar. Salonlar yaptılar mesela alçıpanlarla. Pencereleri mesela içeride yok, dışarıdan baktığında var ama içeride göremezsin, orada resimler asılı. Bu da bir çeşit koruma ama içerisi ile dışarısının hiç alakası yok. Buna benzer bir başka iyi koruma örneği de Salt binası. Orada da içerisi ile dışarısının alakası kalmadı, eskisi gibi odaların olduğu bir iç mekân düzeni yok, asansörle çıkıyorsun, yukarı büyük salonlar var.
İşte bizim bina da Casa Botter ile Salt arasında bir yerde duruyor koruma stratejisi anlamında. Veriler şöyle: Buraya bir müze yapacağız. Nasıl bir müze? Resim-heykel müzesi. O zaman A sınıfı bir müze. Koruma, güvenlik en üst düzey olacak, değerli eserler var. Müzenin küratörü Prof. Dr. Gül İrepoğlu birbirinden değerli eserlerin olduğu koleksiyonu herkesten iyi bilir.
İçindeki eserler binadan pahalı yani?
Kesinlikle. O noktada tesisata bakmaya başlıyoruz, nasıl bir tesisat lazım?Resim asansörü lazım. Burayı günde şu kadar kişi gezecek. Bir tane tarihî asansör var, demek ki en az iki asansör lazım. Restoran yapılacak, bir tane de onun için servis asansörü lazım. Tabii ki Pera Müzesi gibi yapıp sadece cepheyi koruyup içini yıkabilirdik; dışı 1900’lü yıllar, içinde başka bir dünya.
Fakat biz bunun planına bakınca odalarda bir U şekli olduğunu gördük. Aslında eskiden odaların olduğu düzen o. Ortasında da eskiden ışıklığın olduğu, hani olur ya, kumruların kanat çırptığı bir ışıklık, onun gibi, tuvaletler, odalar dışa bakıyor, tuvaletler içe bakıyor, aslında bugünkü apartmanlar gibi. Mutfaklar, hizmetli odaları, bir tane küçük demirden bir yangın merdiveni...İçinde hep bunlar duruyordu. Bizim şu an koruduğumuz merdivenin arkasındaki o siyah bölgede buradaki apartman dairesinin koridoru, bir tarafta banyosu, tuvaleti, hizmetli odası, mutfağı...
Sonra biz buna bakarken dedik ki, biz aslında odaları koruyabiliriz. Çünkü odaları korumanın şöyle bir anlamı var, burası bir çağdaş sanat müzesi değil, yani buraya Refik Anadol gelip duvara bir şeyler yansıtmayacak ya da şuradaki (Odakule’nin önünü gösteriyor) metal heykeli alıp binanın içine sokmayacağız. Koleksiyonun büyük bölümü hemen her boydan tablolardan oluşuyor, dolayısıyla müzecilikte “oda müze” denen şeye çok uyuyor. Salon müze değil de, odalara girdiğin ve küçük küçük objeleri gördüğün bir tasarım. Yani sen aslında eskiden yatak odaları olan yerlere giriyorsun ya da salon olan yerlere. Koleksiyon da bu fikre uyduğu için odaları korumaya karar verdik çünkü odalar çok hoş. Birinden birine geçerek ilerliyorsun, kapılar var.
Burada günümüze kadar gelmiş kapıları görmek çok etkileyici. Ama kapılardan daha fazla olan şeyse pencereler elbette. Pencerelerin kepenklerinin içeride, alıştığımız gibi dışarıda olmaması çok ilginç. Bunun nedeni nedir?
Sanat eserlerinin güneş ışığından korunması çok önemli, malum. Hem güneşten kötü etkileniyorlar hem de resme bakarken güzel algılanmasını engelliyor güneş ışığı. Dolayısıyla gün ışığını kontrol etmek gerekiyor, o yüzden kepenkleri içeri koyduk. Yani pencereler hâlâ orada, istediğinde açabilirsin. İstiklal gibi bir caddede müze tasarlarken iç mekânda bunun hissedilmesi çok önemli ve gerekli. Müzede dolaşırken dışarıda olup biteni fark ediyorsunuz. Mesela güneşin önü bulutlarla kesilse aniden, bu ışık farkı iç mekâna yansır. Ya da arada kepenklerin ince yarıklarından tramvayın geçişini yakalayabilirsiniz. Şimdi kepenkleri açık bir oda yok ama başka sergi düzenlerinde belki bir gün kimi odalardan İstiklal seyredilebilir. Bu hoş bir şey olmaz mıydı? Yoksa sergi gezmek, yüzlerce resim görmek insanı yorabilir. Halbuki arada bir mola odası olsa. Kepenkler açık, caddede insanlar, birkaç saksıda bitki, dönemin art deco koltukları. Serginin kitabı sehpada. Tasarım bu potansiyeli sunuyor.
Tarihî asansörü çevreleyen merdivenden inerken her katın girişinde müzeye ait farklı bir maket karşılıyor bizi. Tam da içinde bulunduğumuz siyah bölümle etrafını çevreleyen beyaz bölümün ne anlama geldiğini sormadan edemiyorum. Sizin “kabuk ve çekirdek” olarak adlandırdığınız, hatta müzenin monografisine ad olarak tercih ettiğiniz “Bina bina içinde” bu olsa gerek değil mi?
Evet. Binanın merkezi aslında bizim en çok müdahale ettiğimiz bölüm oldu. Burayı tamamen yıktık, en üst kattan baktığınızda yerin altına, eksi iki katına inene kadar uzayan büyük bir delik, devasa bir çukur vardı burada. Sonra içini doldurduk ve şarjör gibi ya da işte çekirdek dediğimiz bu siyah bölümü inşa ettik.
Bu bölüm dışarıdaki binanın doktoru gibi. Burayı çekersen dışarıdaki bina müze olamaz. İçerideki odalarda görmüşsündür belki, duvarlarda havalandırma delikleri var, kablo girişleri var. Her şey aslında içteki bu siyah kısımdan geliyor, diğer binanın yaşam desteği adeta, kablolarla ona bağlı. Sanki bu, mıknatısla o binayı kendine çekiyor gibi. Bu binanın cephesinde ve odalarında hiçbir güçlendirme yok, normalde 120 senelik bir yapı. Dıştaki kısmı bu içteki çekirdek taşıyor. Bu makete yukarıdan bakınca biraz ying ve yang gibi de görünüyor. İç içe geçmiş ya da kucaklaşmış gibi de duruyor.
Müzenin “kabuk” yani çok müdahale etmediğiniz kısmında tavanlar bir hayli yüksek ama ortadaki siyah “çekirdek” daha basık, neden?
Öyle çünkü tüm tesisatı, havalandırma, elektrik, vs. burada topladık ve ister istemez buradaki tavan bir hayli kalınlaştı, basık bir hal aldı. Bir anlamda diğer tarafı o kadar yüksek tutabilmek için burayı alçak yapıyoruz. 60-70 santim daha alçak burada tavan.
Binanın birinci katına indiğimizde tarihî merdivenler yerini yeni yapılmış basamaklara bırakıyor birden. Bunu anlatır mısınız?
Tarihî asansör aslında binanın en alt katından itibaren başlamıyor. Yani eskiden siz apartmana yan kapıdan, bankayla bir alakanız olmadan giriyordunuz ve merdivenle üst kata çıkıp oradan asansöre biniyordunuz. Şimdi biz onu aşağı indirdik. Merdiveni ayakta tutmamız kolay olmadı tabii; çünkü merdiven zeminden başlamıyordu, birinci kattan başlıyordu. Merdiveni havada tutarak devamını aşağıya inşa ettik. Bugün ilk kata çıktığın gri kısım yeni yapıldı. Asansörü indiremedik tabii, asansör tarihî. Aşağı bir masa kurduk ve merdiveni bu masaya taşıttık. Sonra kuyu kazan insanlar geldi buraya ve kuyu-temel denen, baya elle temel kazıldı ve aşağıdan yavaş yavaş inşaat geldi. Sonra işte bir noktada bir gecelik bir operasyon yapıldı ve birini sok birini çıkar gibi bir işlemle bu merdivenin yükü diğerine aktarıldı. Ama tabii öncesinde merdivenin etrafına bir kılıf yapıldı, tutsun diye çünkü merdiven tuğladan, çok kırılgan bir şey.
Bu inşaat ne kadar sürdü?
Sadece merdiven değil tabii, tümü yaklaşık bir buçuk sene. Çünkü şöyle, yıkıma yukarıdan başlıyorsunuz, sonuna kadar yıktıktan sonra inşaat yeniden aşağıdan çıkmaya başlıyor.
Tabii aslında daha da uzun bir süreçti Bodvi Apartmanı’ndan 4. Sigorta Han’a dönüşmüş bu tarihî binanın İş Bankası Resim Heykel Müzesi olarak kapılarını açması. Teğet Mimarlık’ın iki ortağı, Ertuğ Uçar ve Mehmet Kütükçüoğlu 2017’de başladılar ilk çalışmalarına, bizse müzeye ilk adımımızı yaklaşık altı yıl sonra attık, tam da Cumhuriyet’in 100. ve İş Bankası’nın 99. yaşında. Bodvi Apartmanı ise 116 yaşında yeni hayatına başlıyor; ziyaretçilerle, yağmurla, tozla, dünyanın gerçekleriyle...
Bodvi Apartmanı’nın Asırlık Hikâyesi
Fransız tüccar Joseph Baudouy tarafından 1907’de inşa ettirilen Bodvi (Baudouy) Apartmanı’nın mimarı bilinmiyor. İki yan cephesi çıkmaz sokaklara bakan binanın güneyinde bulunan Deva Çıkmazı, bittiği noktada Passage Petit-Champs’ın (Fresko Pasajı) içinden geçilmek suretiyle Meşrutiyet Caddesi’ne bağlanıyor. Apartmanın parlak yılları “La Belle Époque” (Güzel Çağ: 19. yüzyılın son çeyreğinden Birinci Dünya Savaşı’na dek geçen dönem) zamanlarına denk geliyor. Ertuğ Uçar’ın deyişiyle “zamanının lüks hayat apartmanı”. Bodvi Apartmanı’nın ikinci hayatı 1950’lerin başında Türkiye İş Bankası tarafından satın alınmasıyla başlıyor ve bu tarihten sonra 4. Sigorta Han olarak anılıyor. Banka satın aldığında caddeye bakan mağazalar bir süredir eski gösterişini yitirmiş, üst katlardaki lüks dairelerin yerini yazıhaneler, irtibat ofisleri almış durumda. Bankanın görevlendirdiği mimarlar Muallim Halit Femir (1910-1954) ve Feridun Akozan (1914-2007) ilk üç katı şubeye dönüştürmek üzere kolları sıvıyorlar ve bazı müdahalelerle geri dönüşü olmayan bir değişime imza atıyorlar. Apartmanın yarım asırlık yükünü zemine aktaran iri kolonlar, kesintisiz, ferah, modern bir şube yapmak için yok ediliyor; bu yapısal aks iri bir köprü kirişle deplase edilerek veznelerin dizilimine uygun yeni çelik kolonlardan bir aks kuruluyor. Şubeyi birinci kattaki ofislere ve bodrumdaki servislere bağlayan yeni merdivenler kurgulanıyor. Daha sonraki yıllarda Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ile bankanın kimi diğer finansal iştiraklerinin ofisleri üst katlara yerleşiyor, çatı kat çalışanlar için yemekhane oluyor. Bu yapı küçük değişiklikler dışında 2000’lere kadar korunarak geliyor.