İstanbul TV ve Radyo Kulesi, daha çok bilinen adıyla Çamlıca Kulesi, İstanbul’un semalarında yükselmeye başlayalı üç yıl oldu. 369 metrelik kulenin yaratıcısı ve Melike Altınışık Architects’in (MAA) kurucusu mimar Melike Altınışık’la üzerine çalıştığı ve “gözbebeği” olarak nitelendirdiği iki projeye odaklandığı sırada buluştuk. İki yıl önce çalışmaya başladıkları Zonguldak, Filyos Limanı’ndaki Türkiye Petrolleri’nin ana merkez binasının tamamlanması an meselesi. Altınışık projenin önemini konumlandığı yerden aldığını söyleyerek açıklıyor:
“Proje bize ilk geldiğinde limandaki yer seçimi de bize bırakılmıştı. Filyos’taki limanı dolaştıktan sonra en ilgimizi çeken yere, hem kurumun hem de projenin daha anlam kazanacağı, limandaki dalgakıranın üzerine yerleşmek istedik.” Tarihi 3000 yıl öncesine uzanan ve arkeolojik kazıların aktif olarak devam ettiği Filyos’ta ofis binasını dalgakıran üzerine yerleştirerek adeta duvarın mekânlaşmasına vesile olmak istemişlerdi. “Çünkü bu duvar bizim için kara ile deniz arasında bir sınırı temsil ediyor, ikisi arasında bir eşik oluşturuyordu. ‘O eşiğe dahil olan bir ofis binası nasıl olabilirdi?’ sorusuyla başladık: Hem Doğu’ya hem de Batı’ya yüzü olan; bir yandan Karadeniz’i, diğer yandan bütün limanı gözlemleyebildiğiniz 110 metre uzunluğundaki ofis, aslında bir gözlem mekânına dönüşüyor. Yapıya çok katmanlı bir işlevlilik katmış oluyor.”
Projenin mühendislik aşamalarında Alman asıllı Werner Sobek ekibiyle birlikte çalıştıklarını ve birkaç ay içerisinde yapımının tamamlanmasının planlandığını ekliyor Altınışık. “İleri mühendislik gerektiren bir iş oldu. 110 metrelik çatı aslında çok az noktadan mesnetilerek ayakta duruyor. Proje, mimari mekân yaratma bağlamında önemli olduğu kadar ileri mühendislik, malzemelerin sınırlarını zorlama açısından da fark yaratıyor.” Altınışık kurdukları işbirlikleri, mühendislerle entegre çalışmakve Türkiye’de böylesine bir uluslararası birlikteliğe vesile olmanın değerinden de bahsediyor.
Organik Mimarlık
Güncel projelerinden bir diğeriyse işin çevre unsuruna eğiliyor: Sapanca’nın Balkaya köyünde, ormanlık bir alanda yer alan COA Hills.
“Eğimli, inanılmaz bir manzaraya hâkim bir arazide hayata geçirdiğimiz projede yeni bir yaşam alanı oluşturuyoruz. Eco-resort, yani ekolojik tatil köyü gibi düşünebilirsiniz. Ahşaptan micro-home’lardan oluşacak. Hem tasarım hem yapım süreçlerinde kullanılan tüm malzemeleriyle doğayla iç içe geçmiş bu evlere gelenler, şehir yaşamından kısa süreli de olsa uzaklaşabilecekler. İçinde bulunduğumuz şehir dokusundaki malzemelerden ve ortamdan daha farklı, tamamen ahşap yapıların içinde, doğanın içinde hissedebilecekler.”
Sapanca gibi betonlaşmaya başlayan bir bölgede, projelerde kesin sınıflandırmalar olmasa da geçmişte organik mimarlık olarak tanımlananbir çözüm getiriyor MAA’nın projeleri. “Sanat ile mimarlık hem birbiriyle iç içe hem aslında birbirinden farklı disiplinler. Biz birbirlerine yaklaştıkları o arada, o gri alanda yer almaya çalışıyoruz ve bu tutumu çok değerli buluyoruz.” Altınışık her iki disiplinin birbiriyle diyalog kurduğu değerli kesişimleri, ölçekler arası olma halinde bulduğunu söylüyor ve ekliyor: “Mimarlıkta ölçeğiniz küçüldükçe sanata doğru yaklaşmaya başlıyorsunuz; fakat işlevden hiçbir zaman kopamadığınız için ortaya koyulan işe direkt olarak bir sanat işi diyemiyoruz. Bana göre, birbiriyle çok iyi diyalog kurabilen bir iletişim geliştirme şansınız oluyor. Bu malzemeyle olabilir, tartıştığı konularla olabilir, oluşturmaya çalıştığı bir nevi felsefeye katkısıyla da olabilir.”
Altınışık kentin ortasında, kamusal bir alanda bir enstalasyon çalışması hayata geçirdiklerinde dahi projeyi mimari bir ölçekte gördüğünü ekliyor. Peki sanat işi ile mimari projeyi birbirinden ayıran çizgi nerede yer alıyor? Burada Altınışık, işbirliğine dikkat çekiyor: “Yer aldığımız herhangi bir projede mimarlar, mühendisler, bütün danışmanlarla katmanlı bir ağ örgüsü oluşturuyor ve sürekli bir iletişim halinde olmaya çalışıyoruz. Birlikte düşünüyor, birlikte üretiyoruz. Artık sanatta da tekil üretimlerden öte, işbirliğini ve diyaloğu çoğaltan işler artmaya başladı.”
Yank ve Kapı
Altınışık’ın bulanıklaştı dediği noktada aslında bir akışkanlıktan söz edilebilir. Ayrımları bulanıklaştıran bu akışkanlığı devam ettirmek önemli. Diğer türlü mimarlık kısıtlı bir konuma indirgeniyor ve neticesinde çevremiz insanlığa aykırı mekânlarla doluyor. İşte tam da bu nedenle kamusal sanat projelerinin ardında olmak önemli bir misyon. Altınışık’ın Kuledibi’nde hayata geçirdiği “The Echo” (Yankı) çalışması buna iyi bir örnek.
“İki yıl önce, Galata’da Beyoğlu Işık Festivali kapsamında VitrA’nın genel direktörlerinden Erdem Akan’ın davetiyle katıldığım bir sergi kapsamında hayata geçirildi Kuledibi. Aynı zamanda serginin küratörlerinden olan Akan, bize lokasyon olarak atıl durumda olan Hasanağa Çeşmesi’ni verdi. Aslında 500 yıldır orada duran ve insanların önünden geçerken varlığını bile fark etmediği bir çeşmeydi. O kadar oralı olmuştu ki görünmez hale gelmişti neredeyse.”
MAA, Hasanağa Çeşmesi’ni ışık kullanmadan nasıl konuşturabileceklerine odaklanıyor. “Ona bir ses, görünürlük vermek istedik. Bulunduğu yeri adeta bir sahneye dönüştürerek, ‘Ben buradayım,’ diyebileceği, kendisini hatırlatmasına imkân tanıyacağı bir iş…” Bu sorularla çıkılan yolda nihayetinde yüzlerce atık su borusunu bir araya getirerek çeşmenin sözlerini söyleyeceği, diyaloğunu kuracağı eser çıkıyor ortaya: “‘The Echo’ çalışmamızda ‘ışık’ detayı için fosforu kullandık. Gündüz enerjisini güneşten alacak, gece de enerjisinin yettiği kadar o fosforu dışarı salacak, bu sayede de farkındalık yaratacak bir çalışma oldu. Normalde 15 gün duracaktı ama yaklaşık altı ay kaldı. Bu süre boyunca kentlilerle, onu ziyaret edenlerle diyalog kurdu.”
Altınışık’ın “The Echo”yu hayata geçirme süreci, işin sipariş edilmesinden düşünsel süreçlere, fikirlerin üç boyuta dönüştürülmesine, her aşamasıyla bir sanat eserinin yaratılışıyla örtüşüyor. Burada mimarlığın avantajı öne çıkıyor: Mimarlık eğitimi aslında çokdisiplinliliğe açık olduğundan mimarların sanatçı olma dürtüsü de var. Bir önceki Venedik Bienali’nde sergilenen, mimarlıktan çok sanat enstalasyonlarını andıran eserler de buna işaret ediyordu. Altınışık’ın yaklaşımı da bundan farklı değil.
Kamusal sanat ya da mimari eser arasındaki temel farklardan biri, işin geçici mi, kalıcı mı olduğu. Bu anlamda Altınışık bir diğer kamusal sanat çalışması “The Gate”i (Kapı) örnek veriyor. “Bir kamusal sanat eseritasarlıyorsunuz ve geçicilik üzerinden yapıyorsunuz. Tasarladığınız şey orada belli bir süre duruyor ama sonra ona ne olacağıyla ilgili kimsenin bir fikri ya da planı yok.” Altınışık, Yapı Kredi Marka Konferansı kapsamında Tersane’de iki günlüğüne sergilenecek enstalasyon çalışması için “şu anki fiziksel dünya ile dijital dünya arasında bir arayüz” oluşturacak bir kapı tasarlıyor. “Kapının bir yüzünde, şimdi hakkında bir hikâye anlatan artırılmış gerçeklik arayüzü kullandık. Diğer yüzündeyse gelecek hakkında bir hikâye anlatan gerçeklik var. Siz telefonunuzdan bir QR kod okutarak bir yandan bu kapıyı ve kapının arayüzü aracılığıyla baktığınızda perfore yüzey arasında bu kapıyı görüyorsunuz. Ama bir yandan da aslında Haliç’teki silüeti görüyorsunuz. İki gerçeklik üst üste biniyor.”
Teknoloji kullanımıyla ezber bozmak
Altınışık teknolojiye verdiği önemle, teknolojinin kendisine tanıdığı bütün imkânları kullanmasıyla dikkat çekiyor. “Mimarlık anlayışını doğa, teknoloji ve insan arasındaki ilişkiyi kuracak, mekânı yaratacak, organizasyonu kuracak ilişkiler bütünü olarak görüyorum.” MAA teknoloji araçlarını “tasarımın, yapının, üretimin önemli bir paydaşı” haline getirerek ezber bozan biçimlerde kullanıyor. Tıpkı peyzajda üç boyutlu yazıcılarla beton dökülen, Güney Kore’deki Robot ve Yapay Zekâ Müzesi projesi gibi. Yaklaşımlarını, “Artık bu teknolojiler gündelik hayatımızın parçası olacak seviyeye geldi. Biz de elimizden geldiğince bu teknolojileri yapı ölçeğine entegre ediyoruz. Daha tasarım aşamasındayken akıllı sistemler kurmaya çalışıyoruz,” diye açıklıyor Altınışık.
MAA, sanat ve mimarinin kesişimini çok iyi değerlendiriyor. Henüz açıklanmamış en yeni projeleri,bunun en açık örneği:
“Koleksiyon’la Koray Malhan’la birlikte Arzu Kaprol’un da olduğu bir projeye başladık. Üç farklı disiplin bir araya geliyor. Arzu moda tasarımcısı fakat biz ona insan inovasyon tasarımcısı demeyi tercih ediyoruz.” Proje, Koleksiyon çatısı altında yeni bir yaşam alanı oluşturmayı hedefliyor. “Üç farklı ölçeği olacak bunun. Bunlardan biri beden. Space kavramını ve üçümüzün de ölçeğini düşünün… Biri kumaş ve insan bedenine en yakın ölçekte. Diğeri ürün ölçeğinde. Benim alanım ise mekânın büyüdüğü bir ölçekte. En küçük ölçekte amaç sizin bedeninizi saran, yani birincil mekânda bir tasarım gerçekleştirmek. İkincil mekân, bir-iki kişinin içerisinde olabildiği bir shelter oluşturmak. Üçüncü ise onun daha da büyüdüğü, bir topluluğun içine girebileceği bir sosyal mekân oluşturmak.” Bu uluslararası projeyle ilgili, “Biospace genel üst başlığında bir arayış içerisindeyiz,” diyor Altınışık. “Zamanı gelince herkesle paylaşacağız. Bu birliktelik, işbirliği bağlamında farklı üç disiplinin bir araya gelerek bir mekân oluşturması konusunda teknolojiyi de ileri düzeyde kullanarak neler yapabileceğimizi göreceğiz.”
Mimari, sanat ve teknoloji üçgeninde yürütülen bu birliktelik sonucunda ortaya yine ezber bozan, sıra dışı bir iş çıkacağına şüphe yok.