Beymen’in 50. yıl kutlamaları kapsamında, geçmiş 500 yıl boyunca nice medeniyete ev sahipliği yapmış bu coğrafyanın lüksle ilişkisine kafa yoran ve bu topraklara özgü bir lüks tanımını irdeleyen Golden Opulence projesinin ardında iki yılı aşan bir hazırlık süreci bulunuyor. Tarih, edebiyat, sanat, mimari ve gastronomi gibi alanlarda uzman isimlerden oluşan bir danışma grubunun liderliğinde yürütülen çalışmada elde edilen veriler, gün yüzüne çıkarılan arşiv parçaları 50’den fazla global tasarım markasıyla paylaşıldı. Bu süreçte her marka, bu ilhamı kendi diliyle yorumlayarak ortaya eşsiz bir sentezi yansıtan tasarımlar çıkardı. Valentino’dan Balmain’e, Dior’dan Givenchy’ye, Stella McCartney’den Victoria Beckham’a kadar modaya yön veren isimlerin imzasını taşıyan bu tasarımlar, Türkiye’nin önde gelen koleksiyonerlerinin işlerinden seçilen benzersiz parçalarla buluştuğu seçki, Laurence Benaïm küratörlüğünde Golden Opulence sergisine hayat verdi.
Serginin mekân tasarımı ise hikâyenin mükemmel bir tamamlayıcısı oldu: İmparatorluğun görkemini yansıtan tarihî Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi, dünyanın önde gelen moda haftalarına damga vuran defileleri tasarlayan, alanında rakipsiz Bureau Betak’ın ellerinde fütüristik bir çehreye kavuştu. Mekânda yaratılan bu ikilem, geçmişten geleceğe uzanan bir köprüye dönüştü. Yoğun ilgi üzerine uzatılan sergi, 12 Aralık 2023 tarihinde sona erdi; ancak Cumhuriyet’in 100. yılına denk gelen Beymen’in 50. yaşını onurlandıran bu proje, sergiyle sınırlı kalmadı: Beymen özellikle kültür ve yaşam stili konularında lüks yayıncılığın amiral gemisi kabul edilen Assouline işbirliğiyle koleksiyonerlerin iştahını kabartacak Golden Opulence kitabını yayımladı.
Hikâyenin kalbindeki İstanbul
Lüksün üzerinde yaşadığımız topraklardaki 500 yılının izini süren Golden Opulence, bu yolculuğa çıkarken zengin tarihin koridorlarında kaybolmayı, hatta kimi zaman kendini kaybetmeyi göze alıyor. Geçmişte gizli ilham kaynaklarının günümüzün görkemi ve ışıltısına dönüşümünü çok katmanlı bir biçimde açıklıyor. Batılı tarihçilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun altın çağı olarak nitelendirdiği Kanuni Sultan Süleyman döneminin başlangıcından bugüne, sahip olduğumuz kültürel zenginliğe bir ansiklopedi titizliğiyle ışık tutan Golden Opulence, adeta Reşad Ekrem Koçu’nun hiçbir zaman tamamlanamayan İstanbul Ansiklopedisi’nin adımlarını takip ederek, “şehirlerin şehri” İstanbul’u bu hikâye anlatımının tam kalbine oturtuyor. Golden Opulence sergisinin de küratörü olan yazar Benaïm kitaba başlarken Galata Kulesi’nden Süleymaniye Camisi’nin şamdanlarına, Fener’in dar sokaklarından Pera’nın art nouveau binalarına kadar İstanbul’u “açık havada devasa bir cabinet de curiosités” olarak tanımlıyor. Şehrin bu tasviri ve birden çok çehresi, kitapta farklı alıntılarla karşımıza çıkan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’inde geçen “İstanbul her süsün, her kumaşın kendisine yaraştığı, ayrı ayrı hususiyetlerini açtığı o cömert yaratılışlı güzellere benzer” satırlarını getiriyor akla.
Golden Opulence’taki alıntılardan bir diğeriyse Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu 1927 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı bir konuşmada İstanbul’u “iki büyük cihanın birleştiği nokta” olarak tasvir ediyor. Geçmiş medeniyetlerin zafer ve mağlubiyetlerinin kalıntıları arasında yükselen, karmaşık, dinamik ve eklektik bu şehre egemen tüm duygular, kitabın satır aralarını ustalıkla dolduruyor. Öyle ki sayfaları çevirirken ister istemez aklıma Fransız yönetmen Alain Robbe-Grillet’nin 1963 tarihli filmi L’Immortelle (Ölümsüz Kadın) düşüyor. Tekinsiz güzelliğiyle İstanbul’u mesken tutan filmin ana kadın kahramanının stili, şehrin büyüleyici manzaraları, bir imparatorluğun kalıntılarını beklenmedik anlarda cömertçe önümüze seren sokakları, hatta duyamadığımız seslerin, koklayamadığımız kokuların hayali Golden Opulence’ın hikâyesinde yeniden hayat buluyor.
Lüksün izi gündelik hayatın detaylarında
Geleneklerin ve yapıla gelişlerin lüks kavramıyla ilişkisini mercek altına alan kitap, saatlerce bir balığın yeme gelmesini bekleyen balıkçıların ritüellerinden bir hamam seansına, vapurun terasında çayını yudumlayarak şehrin ritmini hisseden bir yolcudan klasik Osmanlı-Türk tatlılarının verdiği hazza, gündelik hayata dair tüm detayları gerçek lüksün bileşenleri olarak tanımlıyor.
Özellikle 16. yüzyılda Batı’da egemen olan Turquerie, akımı, projenin bir diğer ilhamı olarak öne çıkıyor. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Batı’yla gelişen ilişkiler ve yolu İstanbul’a düşen seyyahların seyahatnameleriyle, bir zamanlar kapalı bir kutu olan İstanbul, egzotik bir arzu nesnesine dönüşüyor ve bu kültüre dair objelere sahip olmak, hatta bu objelerin koleksiyonlarını yapmak bir moda haline geliyor. Turquerie olarak bilinen Avrupa’daki bu Türk modasının Uşak halılarından şalvarlara, bronz hilal heykelciklerden lale ve nar figürlerine öne çıkan objeleri, projeye katılan lüks markalara da esin kaynağı oluyor.
Bursa ipekleri, İznik çinileri, Anadolu’nun yöresel dokuma sanatları, cam işçiliği, Mimar Sinan’ın heybetli camileri ve daha niceleri, Golden Opulence’ta bu toprakların eşsiz zenginliğini tanımlıyor. Türkiye’nin kendine has modernleşme yolculuğunda geçmişe dair bu köklü mirasın günümüze yansıması da es geçilmiyor. Bu mirasın ışığında stili genel geçer bir norm olarak görmeyi reddeden Beymen’in proje için seçtiği tasarımcılar ve markaların tümü, geçmişle geleceğin bağlantısına kafa yoran, kendi özgün tasarım biçimleriyle hem zanaatkârlığa, ritüellere itibarını iade eden hem de tasarımın bir sonraki dönemini düşünerek kendi dilini oluşturan hikâye anlatıcılarından oluşuyor.
Dünyanın en prestijli moda evlerinin biricik tasarımlarıyla hayata geçen Golden Opulence sergisi, lüksü sadece bir miras olarak değil, gelecekle inovasyonu, geçmişle geleceği kucaklayan, içinde yaşadığımız zamanın kürasyonunu sunan bir yaşam sanatı olarak kutluyordu. Serginin ruhu ise aynı ismi taşıyan bu koleksiyon kitabı sayesinde gelecek kuşaklara aktarılacak, Pierre Loti’nin tanımıyla “buharlı makinelerden, sosyal bayağılıklardan ve ilerleme nakaratından uzakta” Doğu’nun yüzyıllarca muhafaza edilmiş zengin kültürünün modern Türkiye’ylekesişiminin sonsuz ilhamı, şüphesiz uzun yıllar boyunca yaratıcı disiplinlerin referans kitaplarından birine dönüşecek.