Facebook, Twitter, TikTok, Instagram gibi kanallar üzerinden hayatın seyircileriyiz; savaşın ve yemek masalarının, şiddetin ve kapısını bizzat çalamayacağımız evlerin samimi görünen oturma odalarının... Mimarlık ve kent deneyimi de kitle iletişim araçlarıyla inşa ediliyor. Öyle ki Google Maps ve Yandex’in sokak görünümü vermediği yerler kentsel dönüşüme giriyor. Navigasyon cihazı bizi her nedense yeni yapılan yüksek ücretli köprüye doğru yönlendiriyor. 2010 yılı ve sonrasında ivmelenen, televizyonunun, radyonun, derginin, gazetenin akışkan, hızlı ve parçalı hale geldiği sürekli bir izleme durumu bu. Bir yandan bilgiye kitlesel olarak erişilebiliyor bir yandan da kırılganlığın eşitsiz bölüşüldüğü hasarlı dünyamızda yıkılan kentlerin ve yaşamların görüntüleri sayısız gözün önüne sonsuz kere düşüyor. Peki ya mimarlık tarihi kitle iletişim araçlarının tarihiyle kesişiyorsa? Hatta narin kolonlarıyla, şeffaf cepheleriyle, beyaz ve yalın kütleleriyle tanıdığımız modern mimarlık bizzat bir kitle iletişim aracı olarak inşa edildiyse?
Mimarlık tarihçisi, teorisyeni ve küratör Beatriz Colomina güncel mimarlık kültürü açısından önemli bir isim. Cep telefonlarımızın ekranlarından canlı canlı izlediğimiz savaşlar, sosyal medya, cinsiyet ve mekân ilişkisi, temsil gibi dünyamızın az konuşulan dinamikleri ile mimarlık arasında bağlar kurmasıysa Colomina’nın üretkenliğinin kalbinde yer alıyor. Bu yazı kapsamında ele alacağım kitabında Colomina, modern mimarlık kanonunda iyi bilinen iki mimarın, Adolf Loos ve Le Corbusier’in farklı medyumlardaki üretimlerine ve yaşadıkları dönemin beşeri dünyasına doğru bir kazıya girişiyor. Kanonik bir kazıya girişmek hiç şaşırtıcı olmasa da Colomina, bu kazı sonucunda şaşırtıcı bir önerme ortaya atıyor: Modern mimarlığın kendisinin kitle iletişim aracı olarak inşa edildiğini, hatta böylelikle modern olduğunu öne sürüyor.
Metis Yayınları, Edebiyat dışı serisinden Aziz Ufuk Kılıç çevirisiyle ilk kez 2011’de yayımlanan Mahremiyet ve Kamusallık’ın kendi tarihselliği 1980’li yıllara, yazarın doktora araştırmasını yaptığı yıllara uzanıyor. 1994’te İngilizce olarak MIT’ın yayımladığı kitabı 2004’te Beatriz Colomina yeniden düzenlemiş.
Kitabın neredeyse ağsı bir yapısı olduğunu söylemek mümkün. Yazar okuru “Arşiv”, “Şehir”, “Fotoğraf”, “Reklam”, “Müze”, “İç mekân” ve “Pencere” başlıklı ana bölümlerde –yazarın kendi deyişiyle– çeşitli güzergâhlarda yolculuklara çıkarıyor. Örneğin “Şehir” bölümündeki yolculuğa dair anahtar kelimeler, bir nevi yolculuğun sapakları, sırasıyla şunlar: Şehir, sınır, maske, yüz, fotoğraf, Loos’un iç mekân ve iç mekânın fotoğraflanmasına ilişkin yazıları, mimari çizim, özgür bir mimarlık üretim alanı olarak mezar ve anıt mimarlığı, savaş ve avangard akım, savaş ve modernite. Farklı bölümlerdeki farklı yolculuklar zaman zaman birbirine değiniyor, birbiriyle iç içe geçiyor, birbirini dikkatle tekrar ediyor, tekrar ettiği noktadan başka yerlere uzanıyor. Örneğin bir evin iç mekânındaki pencereden görünen doğanın nasıl çerçevelendiği ya da bir fotoğrafın iç mekânda nasıl bir bakış kurduğu gibi konularla birden çok kez karşılaşıyoruz. Çerçeveleme, görme ve bakış meselesinden aniden Adolf Loos’un raumplan, yani hacim planı kavramına ulaşıyoruz ya da fotoğraftan yola çıkıp birdenbire kendimizi Le Corbusier’in Eileen Gray’in evine izinsiz çizdiği “Three Women”(Üç Kadın) isimli graffitide buluyoruz. Bu ağsı yapı klasik bir arşiv ve literatür analizini aşıyor; bu nedenle “Dizin” ve “Notlar” bölümleri ayrıca önem taşıyor. Ağsı yapı, mimar olmayanlar için de çok çeşitli öğelerle ve iki kurucu mimar dışında düşünürlerle karşılaşabilecekleri keyifli bir okuma deneyimi sunuyor.
Colomina’nın aktardığı üzere kitle iletişim araçları Birinci Dünya Savaşı sırasında savaşta bilgi akışı için kullanılıyor; fakat daha sonra evin ayrılmaz eşyaları oluyor ve evin mahrem alanını kamusallaştırmaya başlıyor. Öte yandan uluslararası modern mimarlığın kataloğunu oluşturan ünlü mimarların tasarladığı modern evler, hem kitle iletişim araçlarının yüzeylerini üretmeye başlıyor hem de kendileri bu araçlarla modern mimari olarak kitleselleşiyor. Colomina, modern mimarlığın kurucuları olarak bilinen Adolf Loos ve Le Corbusier’in pek çok açıdan birbirine zıt tutum ve bakış açılarına sahip olduklarından bahsediyor. Colomina, Loos’u Birinci Dünya Savaşı öncesinde kalmış bir mimar olarak yorumluyor ve onun, mimarın kültürlü bir zanaatkâr olduğundan bahsediyor. Corbusier ise savaş sonrası gelişen iletişim araçlarının ve seri üretimin aktif bir üreticisi konumunu alıyor. Corbusier’in mimarı, belirli standartları keşfederek seri üretime katılan bir asker-mimar figürü. Colomina’ya göre savaşın dönüştürdüğü kültür ve üretim biçimleri bu iki mimar arasında keskin bir sınır. Başka bir tezatlık ise iki mimarın kendi üretimlerine bakış açılarında oluşuyor. Loos kişisel arşivini, mimarlık üretimlerini yakarak yok ediyor. Corbusier neredeyse saplantılı bir halde tüm materyallerini, mektupları, yazışmaları da dahil ederek saklıyor. Bunun yanı sıra mimarlık üzerine çok sayıda kitap yazıyor. Colomina’nın takip ettiği en belirgin düşünsel izlek görme, görüntü, temsil, bakış, izleme, mahrem, iç ve dış üzerine. Mimarlık –bina, iç mekân, çizim, yazı ve fotoğraf olarak üretilmiş mimarlık– bir temsiller mekanizması olarak tanımlanıyor.
Sanat ve mimarlık alanında yayımlanan kitapların birer obje olarak tasarımı ve grafik düzeni –layout’u ya da mizanpajı– da ilgi çekici olabiliyor. Türkçe çevirinin tasarımı İngilizce çevirinin tasarımıyla birtakım benzerliklere sahip ve genel olarak kitabın tasarımı ana söylemini, yani kitle iletişim araçlarının yaşantılarımızdaki kurucu rolünü ön plana çıkarıyor. Emine Bora tarafından tasarlanan kapak, Instagram ekran düzenini anımsatıyor. Kitabın tasarımı ise Semih Sökmen’e ait. Yazarın bizzat metinle ilişkilendirmediği, bazen sadece dönemin ruhunu ve mekânlarını yansıttığı ilgi çekici görsellerin her birinin tek bir sayfada sunulması ve akan metni kesip art arda birkaç sayfa görsel kullanılması okura bu materyalleri seyretmek için zaman tanıyor. Afişler, ilanlar, haritalar, çizimler, el yazısı notlar, kartpostallar, fotoğraflar... Görsel materyallerin kendilerine has ritmi, kitap okunup bittikten sonra bile sık sık kendilerini ziyarete davet ediyor.
Colomina’nın kitabı, kanonik okumaları “Batılı” çerçevesi nedeniyle kısıtlı bulup eleştirdiğimiz bir dönemde kanonik olmayan bir yeniden okuma deneyimi sunuyor. Hayatlarımızda mahrem ve kamusalın birbiri içine geçtiği meta verse gibi yeni alanlara doğru yelken açarken her çağa uyan bu kitap, savaşların binalarla, sömürgeleştirmenin modernleşmeyle ilişkilendiği yerde biz okurlara kitle iletişim araçlarının sandığımızdan çok daha uzun zaman evvel yeni bir “inşa mahali” olduğunu işaret ediyor.