Gazetecilik ve moda yolculuğunuz nasıl başladı?
Yolculuk hakkında konuşmakta haklısınız. Şapka yapımcısı büyükbabamı izleyerek büyüdüm, onun ellerinden, çalışma şeklinden etkilendim. Daha sonra modanın bir dönemin ifadesi olduğu düşüncesiyle kelimeleri ve bakışları gözlemledim. Moda hakkında yazmak benim için; her zaman anlam katmanın, gördüklerimi giydirmenin, geçici ve anılardan oluşan bir dünyayı kelimelere dökmenin bir yolu oldu. Edebiyat ve gazetecilik okuduktan sonra, görselin olmadığı günlük bir gazetede moda hakkında yazmaya başladım. Gördüklerimi değil, elbisenin hissini, Rainer Maria Rilke’nin bahsettiği, bir giysiye özünü veren “hayati melodi”yi sanatsal ifade için bir destek olarak yenileştirmek önemliydi. Modayı seviyorum. Moda, gerçekliği ve hayal gücünü, zanaatkârlığı ve teknolojiyi, hayalleri ve anıları kucaklıyor.
“Büyük yaratıcıların gücü her şeyden önce, geride yaşayan eserler bırakmaktır.”
Bayan Laurence Benaïm, kariyeriniz boyunca Yves Saint Laurent, Karl Lagerfeld ve Christian Lacroix dahil olmak üzere modanın büyük isimlerinden bazılarıyla röportaj yaptınız. Bu sizin için ne ifade ediyor ve kariyerinizi nasıl etkiledi?
Röportaj benim için hiçbir zaman karşılığında bir ödül beklediğim işlerden olmadı. Ben utangaç biriyim. Yaptığım her röportajda hep aynı korkuyu, aynı alçakgönüllülüğü yaşıyorum; çünkü benim için kendimi geri planda tuttuğum, kelimelerin ve sessizliğin ötesinde, bir karakterin ne ifade etmek istediğini anlama meselesi. Bu şekilde sesleri yakalamayı, başkalarının gitmediği yerlere gitmeyi, düğümleri çözmeyi, kendime nesnellik ya da öznellik sorusunu sormadan haberleşmeyi seviyorum. Benim için önemli olan, bu alışverişin niteliği; ister yaşayan ister ölmüş kişilerle ilgili olsun, ister Hubert de Givenchy, ister Golden Opulence sergisi için özel olarak yarattığı ipek parçalar için kendi ilhamından bahseden Pierre-Louis Mascia olsun: “Eskitilmiş pembeler ve turuncular, yoğun turkuvazlar ve yeşiller... Orada, tüm Avrupa ve tüm Asya, çağdaş bir hatıra ve ilham bahçesinde olduğu gibi bir araya geliyor.”
Büyük yaratıcıların gücü her şeyden önce, geride yaşayan eserler bırakmaktır. Yves Saint Laurent, ChristianDior ya da Christian Bérard olsun... Paris’ten İstanbul’a kitaplarda ya da sergilerde sorguladığım, onların eserleridir. Bu İstanbul’dan, Beymen’in çifte yıldönümünü hayal gücü, yetenek ve zanaatkârlık aracılığıyla kutlamak üzere olağanüstü bir teklif olabilir ya da Paris’ten Ocak 2024'te Ulusal Sanat Müzesi’nde bir moda sergisinin küratörlüğünü yapacağım bir iş olabilir.
Bir gazeteci olarak moda endüstrisinde hangi nitelikleri ararsınız?
En büyük niteliğin, sadece selfie yapmak için telefonunun düğmesine basan değil, talep eden, sorgulayan ve gözlemleyen bir bakış olduğuna inanıyorum. Gözlemlemek demek, küratör, eleştirmen, tarih anlatıcısı olarak hayret etme, öğrenme, keşfetme kapasitesini sağlam tutmaktır. İşte Beymen’le işbirliğimiz böyle gerçekleşti; bana keşif, duyarlılık ve tarihin çağdaş yaratıcılıkla yeniden canlandırılan harikalarını deneyimlediğim olağanüstü bir yolculuk yapma imkânı verdi.
50. yılını kutlayan Beymen’le işbirliğinizi nasıl tanımlarsınız?
Başından beri, adı lüks mağazalar ağı aracılığıyla seçici dağıtımla bilinen Beymen’in kültürel yaklaşımından çok etkilendim. Mesele markaları tanıtmak değil, çok dilli ve çok renkli bir kültüre dayanan bir mirasa, tarih araştırmacıları, sergi, kitap ve bir belgesel aracılığıyla kültürel, kozmopolit bir boyut kazandırmaktı. Beymen proje ekibini çok sevdim. Bu işbirliğini tanımlamak için birkaç kelimem olsaydı, bunlar öncelikle özgüven, saygı ve itimat olurdu. Proje kültürel olarak sürdürülebilir, tamamen geçmişin hatırlanması yoluyla yükselmeyle ilgili… Modanın sadece logolara ait olmadığını gösteriyor. Bu proje, eğitim ve eğlence yaklaşımını büyük bir zarafetle harmanlıyor.
“Golden Opulence, Doğu’nun ve Batı’nın ışıkları arasında bir yolculuktur.”
Serginin küratörü olarak Golden Opulence’ın ne anlama geldiğini açıklayabilir misiniz? Golden Opulence’ın bağlamı ve ilham kaynağı nedir?
Golden Opulence, Doğu’nun ve Batı’nın ışıkları arasında bir yolculuktur. İstanbul’da kendimi Avrupa’ya ve Doğu ülkelerine açılan bir kapıda hissediyorum. Avrupa etkileriyle o kadar dolu bir Doğu’da hissediyorum ki Türk dili, kültür, müzik ve nostalji gibi Avrupa kökenli yüzlerce kelimeyi korumuş. Memluk zevkinin Avrupa’yı aydınlatmasından ve rokoko tarzının Osmanlı estetiğine barok bir dokunuş getirmesinden çok sonra, imparatorluk, bugün Cumhuriyet, yeni referans noktalarını Batı repertuvarında buldu. Lüksün 500 yılını kutlamak, kendimizi tarihe kaptırmak ve tamamen eşsiz bir yaşam tarzının tadını çıkarmak anlamına geliyor. Günümüze parlaklığını ve çağdaş Türkiye’ye farklılığını veren ilhamları geçmişte bulmak anlamına geliyor. Balmain’den Off-White’a, Alexander McQueen’den Valentino’ya, Dice Kayek’ten BegumKhan ve Guerlain’e 50’den fazla marka, logolarını bir kenara bırakarak kendilerini birer hikâye anlatıcısı olarak yeniden keşfediyor. Tasarımcıların 2023 Beymen önerileri, anıştırmalarla dolu güçlü bir mirası gözler önüne seriyor. Bu miras, içinden çıktığı tüm etkilerin toplamından başka bir şey değildir ve onu bir medeniyetler kervansarayının kalbine yerleştirir. Golden Opulence sergisi arşiv parçalarından olağanüstü mücevher gece çantasına kadar, lüksün canlı bir ifadesi.
Sergi için dört farklı tema yarattınız. Bu temalar ve fikirler nasıl ortaya çıkıyor? Ayrıca marka seçimleri ve Bureau Betak’la koordinasyonun nasıl sağlandığı hakkında da bilgi alabilir miyiz?
Herhangi bir retrospektifin, herhangi bir nostaljik önyargının aksine, bu sergi kendi tarzında bir hayali, 21. yüzyılda bir Büyük Tur’u kutluyor. Topkapı’dan Dolmabahçe’ye, zümrüt kakmalı hançerlerden kristal avizelere, altın işlemeli kaftanların, süslemelerle zenginleştirilmiş ceketlerin, mücevher sandıklarını andıran keselerin ve cennet bahçelerinin yücelttiği bir ihtişam rüyasının kalbindeyiz. Babıâli’de gezgin bir ressama ait olabilecek fütüristik bir sarayda, hayaller yeniden şekillenir. Biçimler bir öyküden kaçan görüntülerden doğarken, altın ipliği coşku, eklektizm ve bolluk olacaktır. Bu kadar radikal ve saf çizgilerin karşısında ise yuvarlaklığın saplantılı ifadesi var. Tophane-i Amire’den gerçekten ilham aldım ve etkilendim. Temalar kendiliğinden ortaya çıktı, içerikten ve üslup zenginliğinden sezgisel olarak ilham aldım. Hiçbir şekilde teorik bir indirgeme, özetleme veya sınıflandırma söz konusu değildi, aksine en eskisinden en çağdaşına kadar elbise, aksesuvar, obje olsun tüm parçaları bir araya getirmek söz konusuydu. Markaların büyük bir kısmı Beymen ekibi tarafından önceden seçilmişti ben de birkaç komisyona arşiv parçaları ekleyerek külliyatın zenginleşmesine mütevazı bir katkıda bulundum. Proje boyunca Betak ofisiyle birlikte çalıştık, onların bu proje boyunca hayalleri ön planda tutan tutumlarına, ilgilerine, saygılarına ve senaryo konusundaki kıvrak yaratıcılıklarına hayran kaldım.
Bayan Benaïm, profesyonel hayatı modayla iç içe geçmiş biri olarak, moda tarihinde en sevdiğiniz dönemden bahsedebilir misiniz? Evinizdeki en sevdiğiniz moda tasarımcısı parçası nedir?
Paris’teki Sciences Po’da, yaratıcı yıkım teması üzerine sanat ve modaya adanmış bir yüksek lisans programı yönetiyorum. Beni en çok ilgilendiren, tarihçiler tarafından kaydedilmemiş, sanatçıların ve yaratıcıların direnişlerini çağlarını aşarak, yeniden keşfetme kapasitelerini vurgulayan kırılma dönemleri oluyor. Aklıma 19. yüzyıl Paris’inin Incroyables et Merveilleuses (İnanılmazlar ve Harikalar) dönemiyle avangardın mutlak çizgi modelini ve soyutlamalarını tersine çevirerek kaynaklarını çizimden ve antik ışıktan alan 1930'ların neo klasisizm sanat akımı geliyor. Benim tılsımım belki de Yves Saint Laurent’in kalbidir.
“Golden Opulence kitabı, bir düşler kaligrafisi.”
Assouline’le işbirliğiniz hakkındaki hikâyeyi bir de sizden dinlemek isterim. Kitapta da belirttiğiniz gibi, “İstanbul’un tarihi binlerce başka tarihten oluşuyor, Bizans ve Osmanlı mirası bu megalopolisi kozmopolit bir şehir yapan tüm etkileri besliyor...” Bu bağlantılar ve kökler hakkında ne hissediyorsunuz?
Kitap; Martine Assouline ve New York ekibi, Paris Assouline’in sanat yönetmeni Julie Chazelle, İstanbul’da İrem Kınay’la olağanüstü bir işbirliği içinde gerçekleşti. İstanbul’dan Venedik’e kitaplarda, şehirlerde, keşiflerde manevi yolculuklar yoluyla yaratıldı; Uşak’ta dokunan Holbein halılarından İznik seramiklerine, Bursa ipek kumaşından dikilmiş entari ve şalvar giyen prenseslere, Rıfat Özbek’ten Dries Van Noten’e ve bu Golden Opulence’ın ışıltılı ifadesini bulduğu tüm yerlere. Bu yıldönümü kitabı, desenlere, renklere, işçiliğe ve elde dikilmiş ürünlere yenilenmiş bir odakla, geleceğe kararlılıkla ilerleyen Türk mirasının gücüne adanmıştır. Bir düşler kaligrafisi. Yüzyılların Kapalı Çarşı’sının tam kalbinden ve onunla ilgili etkilerden fışkıran saf bir büyü. İçinde, Kanuni Sultan Süleyman’ın cülusuyla (1520) başlayan ve oradan yeniden keşfedilmiş bir hayalin uçan halısı üzerinde yükselen 500 yıllık kültür ve yaşam biçimlerini kutluyoruz. Eksiksiz bir form repertuvarı ve yaşayan, ilham verici bir ansiklopedi.
Golden Opulence içeriği için gözlem yaptığınızda İstanbul’daki tarihî yapılar arasında sizi en çok etkileyen hangileri oldu?
İstanbul’da birçok yeri ziyaret ettim ve sorunuza cevap vermek için ilk olarak bahsetmek istediğim yer elbette Topkapı Sarayı veya Sadberk Hanım Müzesi. Ancak hiçbir yer, Doğu ve Batı’nın eşsiz bir şekilde birbirine karıştığı bu şehirde, misafirperverlik, gastronomi, lezzet ve jestler aracılığıyla günlük yaşamda güzelliğe verilen anlamla hissedilen duyguyla yarışamaz. Çağdaş dünyaya açık bir gözle, köklerine bağlı bir yaklaşım.
Söyleşi: Pelin Kestanecioğlu