Claude Monet’yi nasıl bilirsiniz? Işık ve atmosferi yakalama konusundaki yenilikçi yaklaşımıyla modern resmin gelişimini önemli ölçüde etkileyen, Nilüferler ve Saman Yığınları gibi ünlü serileri ve eserlerinde ışığın değişen etkilerini tasvir etme konusundaki tutarlılığıyla tanınan, en ünlü empresyonist ressam dersek yanlış bir tanımlama yapmış olmayız. Peki Pierre Bonnard? Nabiler grubunun bir üyesi olarak ünlenen, canlı renk kullanımı ve iç ev sahnelerini resmetmesiyle tanınan Fransız post empresyonist ressam ve modern sanatın usta isimlerinden biri. Bu iki sanatçı hakkında çok bilinmeyen ve konuşulmayan bir konu ise aralarındaki yaş farkına rağmen arkadaş olmaları ve bu arkadaşlığın Monet’nin 1926’daki ölümüne kadar devam etmesi.
Bonnard, Auguste Renoir ve Monet’nin sanatlarına olan hayranlığını hiçbir zaman gizlemiyor. Fakat kendi sanat anlayışının, her iki ünlü selefinin empresyonist günlerine ait eserlerini ortaya çıkarırkenki motivasyonlarından çok farklı olduğunu söylüyor ve sanatçıların özellikle post empresyonist dönemlerindeki eserleriyle ilgileniyordu. Bonnard’ın Monet’nin eserleriyle karşılaşması ilk kez 1889’un Haziran ayında, Georges Petit Galerisi’nde açılan Monet-Rodin sergisiyle oluyor. Bu sergi, Monet’nin 1860’lardan beri yaptığı çalışmaların göz kamaştırıcı bir retrospektifiydi ve Bonnard için o günlerde Giverny’de münzevi hayatı yaşayan Monet’nin eserlerini keşfetmek için bulunmaz bir fırsattı. Daha sonraki yıllarda da Monet’nin eserlerini düzenli olarak sergileyen Durand-Ruel Galerisi’nde sanatçının resimlerini inceleme fırsatı buluyor. Aynı galeride 1896’da ilk kişisel sergisini açtığında ise empresyonistlerinson dönem eserlerini görmek için geldiği bu yerde kendi tuvallerinin asılı olduğunu görmekten mutluluk ve gurur duyuyor.
Bonnard, usta sanatçıyı ilk kez 3 Kasım 1909’da, ressam arkadaşı Édouard Vuillard’yla birlikte Monet’nin Paris’ten 80 kilometre uzakta, Normandiya bölgesinde yer alan Giverny köyündeki evinde ziyaret ediyor. Bonnard ve Vuillard, ustalarını ziyaret etmeden önce Paris’te açılan Nymphéas, séries de paysages d’eau par Claude Monet(Nilüferler-Su Manzaraları Serisi)sergisine gidiyorlar ve Monet’nin o günlerde 16 senedir uğraştığıNilüferler serisinden çok etkileniyorlar. Ressam, “nilüferler”i çalışmaya başlarken niyetini “resmini yapacak yeni konular yaratmanın yanında göz zevkine hitap edecek eserler üretmek” olarak açıklamıştı. Monet, “nilüferler”i 1926’daki ölümüne dek çalışmaya devam etti. Bonnard’la tanıştığı 1909 yılında Nilüferler artık hem ressamın doğayı kendi vizyonuna göre şekillendirmesi amacına hizmet ediyordu hem de anıtsal bir hal almıştı.
Giverny’deki ziyaretten önce Bonnard arkadaşları Vuillard ve Ker-Xavier Roussel’le birlikte Avrupa’yı dolaşmış, daha sonra ise Monet’nin de çok saygı duyduğu bir isim olan Normandiyalı ressam Eugène Boudin’nın tavsiyesini dinleyerek Normandiya’nın ışığını ve coşkun yeşilliğini keşfe çıkmıştı. Bu seyahat ve Monet’nin Giverny’de yarattığı eserleri görmek, kendisinin de o bölgeye yerleşme arzusunu artırmıştı. 1910’da Giverny’nin 5 kilometre yakınında bulunan Vernonnet köyünü keşfetti ve ressam Camille Delpy’nin evini kiraladı.
Sessiz dostluk: Normandiya günlerindeki ilişkileri
Bonnard’ın Monet’ye bu kadar yakın bir yere taşınması iki sanatçı arasındaki dostluğun büyümesine sebep oldu. Monet, gençlerin bakış açısına çok önem verirdi. Örneğin Nisan 1916’da Bonnard’a gönderdiği bir notta ressamı evine şöyle davet ediyordu: “Eğer bugün boş vaktiniz olursa sizi görmekten büyük mutluluk duyarım, ayrıca Nilüferler’de de nereye geldiğimi size göstermek isterim.” Öte yandan Bonnard, bilinçli ya da bilinçsiz olarak Monet’ye her geçen gün daha fazla hayranlık duyuyordu ve kendi deyimiyle “Fransız resmini özgürleştiren bir baba figürü” olan Monet’yi ziyaret edip tavsiyelerini almaktan, teşvik edici sözlerini duymaktan çok hoşlanıyordu. Monet de Bonnard’ın yeni tuvallerini yakından incelemek için ressamın eşi/modeli Marthe de Méligny’yle yaşadığı evine gidiyordu.
Sanat tarihi kitaplarında bu arkadaşlıkta daha çok konuşan tarafın Bonnard olduğu anlatılıyor. Bu beni Bonnard’ı ilk tanımaya başladığım günlerde çok şaşırtmıştı çünkü onun utangaç ve sıkılgan bir insan olduğuna inanıyordum. Vilhelm Hammershøi’yla ilgili anlatılan bir hikâye vardır. Hammershøi, Londra’ya gittiğinde hayranı olduğu James Abbott McNeill Whistler’la tanışmayı çok istiyor. Birkaç kez evinin önüne kadar gidiyor ama bir türlü cesaretini toplayıp kapıyı çalamıyor. İşte benim gözümde de Bonnard tıpkı Hammershøi gibi Monet’yle tanışmak niyetiyle Giverny’ye giren, girdiği gibi de geri çıkan bir adamdı. Oysa gerçekte bu dostluğu yaratmış ve yıllar boyunca devam etmesi için ustasından daha fazla konuşmaya çekinmemişti. Yazılanlara göre Monet’nin ufak bir jesti ya da gülümsemesi Bonnard’ı mutlu etmeye yetiyordu.
Bonnard çiftinin bazı zamanlarda güzel bir öğle yemeği yemek için Giverny’ye gittiği de biliniyor. Hatta Bonnard’ın “Claude Monet et Marthe Bonnard dans la salle à manger de Giverny”(Claude Monet ve Marthe Bonnard Giverny’deki Yemek Odasında) (1920) isimli bir çizimi de var. Bu çizim, Monet ve Bonnard arkadaşlığının bilinen tek sanatsal kanıtı olarak Giverny Empresyonizm Müzesi’nin koleksiyonunda yer alıyor. Çift Giverny’ye gittiğinde Monet onları çok emek verdiği bahçesinde gezdiriyordu. Büyük ağaçların arasında çok çeşitli çiçeklerin yetiştirildiği bu bahçede “nilüferler”in yetiştiği gölet de yer alıyordu.
Dostluk ve ilham: Sanatlarının kesişmesi
Nabilerin hedefi empresyonizmin ötesine geçmekti. Bonnard, açık havada çalışmayı da doğanın doğrudan yorumlanmasını da en baştan itibaren sorguluyordu. Fakat yıllar sonra Bonnard şöyle bir özeleştiri yaptı: “Bizim hedefimiz empresyonistlerin natüralist renk izlenimlerini aşmaktı. Çünkü sanat sadece doğa değildir. Kompozisyon konusunda çok katıydık. Renk ise sadece bir ifade aracıydı. Fakat evrim bizden çok daha hızlıydı. Hedefimiz olarak gördüğümüz şeylere ulaşamadan, toplum kübizm ve sürrealizmi memnuniyetle karşıladı ve biz kendimizi bir çeşit boşlukta asılı bulduk.”
Bonnard, Monet’nin empresyonizm döneminden daha çok empresyonizm sonrası eserlerine hayranlık duyduğunu hiçbir zaman gizlemedi. İkilinin yakaladığı dostluk, kuşak farkına rağmen, ortak noktalarını güçlendirdi. Bonnard, Giverny’deki Japon baskılarıyla dolu yemek odasında Japon sanatına olan düşkünlüğünün bir yansımasını buldu. Hem Monet hem de Bonnard doğayı seviyor ve kendi bahçelerini resmediyorlardı. Bonnard, doğanın çok bakımlı olmasından hoşlanmıyor, “ellenmemiş” olmasını tercih ediyordu. Monet’nin ise kendi yarattığı kusursuz bir çiçek dünyası vardı. Her iki ressam da izole ve sakin ortamlarda resim yapmaktan hoşlanıyordu. Arkadaşlıklarının ilerlediği dönemde Bonnard da Monet gibi modern yaşamı betimlemeyi bırakıyor. Doğa resimleri yapsa da atölyesinde çalışmayı seviyordu. Monet de yaşı ve geçirdiği göz ameliyatı sebebiyle dışarıda çalışmayı bırakmıştı. Bahçesinde yaptığı gözlem oturumları sonrasında atölyesine çekiliyor, eserlerini orada tamamlıyordu.
Tarzlarındaki farklılıklara rağmen –Monet’nin spontane yaklaşımı ile Bonnard’ın daha içsel ve bilinçli kompozisyonları– resmettikleri sahnelerin özünü yakalamaya olan bağlılıklarında ortak bir payda buldular. Monet'nin Nilüferler’ide, Bonnard’ın ünlü küvet tabloları da, mütevazı ve samimi konuları hem tekrarlayarak işleme hem de büyük, hatta devasa ölçekte resmetme konusunda birbirine benziyor. Monet’nin bahçesinde geçen Nilüferler serisi, çeşitli ışık koşullarında su çiçeklerinin sakin güzelliğini yakalıyor. Bonnard’ın küvet tabloları ise genellikle eşi Marthe’ı içeren, iç mekânın sınırları içinde kalan mahrem anları aktarıyor. Bu serilerde Monet doğal dünyaya odaklanırken, Bonnard kişisel alanın derinliklerine iniyor; ancak her iki sanatçı da bu temaları yıllar içinde tekrar tekrar resmediyor. Bugünlerde Monet’nin Giverny’deki evini ziyaret eden sanatseverler, bahçedeki göletin ne kadar küçük olduğunu gördüklerinde tıpkı ressam Jean-Paul Riopelle’in, “Bu kadar devasa tablolarda bu küçük göletin betimleniyor olması çok şaşkınlık verici,” yorumunda olduğu gibi şaşırıyorlar. Bonnard’ın dev küvet tablolarını yaptığı, Le Cannet’deki beyaz banyonun mütevazılığı da insanlarda benzer bir şaşkınlık yaratıyor.
Monet’nin ölümünden iki hafta önce görüştükleri bilinen iki ressamın arkadaşlığı 1926’da bu ölümle son buluyor. Monet’yi kaybettikten sonra Normandiya’da daha fazla kalmayan Bonnard, aynı yıl Le Cannet’deki evini satın alıp Güney Fransa’ya taşınıyor. Bu dostluk ise tıpkı şarkıda “Bilmezler nasıl aradık birbirimizi / Bilmezler nasıl sevdik / İki yitik hasret, iki parça can” diye söylendiği gibi sanat tarihinin pek açılmayan tozlu sayfalarında yerini aldı.