Siz ne düşünürsünüz bilemiyorum ama öyle sanatçılar var ki istesek de istemesek de hayatlarımızda mutlaka yer buluyor ve ilgimizi çekiyorlar. Çoğumuz için Pablo Picasso’nun da bu sanatçılardan biri olduğuna eminim. Bu yazı sebebiyle kendi kişisel tarihimi şöyle bir gözden geçirdiğimde özel bir çaba harcamamama rağmen pek çok Picasso sergisine gittiğimi, farklı kıyaslamalarda adını geçirdiğimi gördüm. İlk günlerinden beri birçok önemli sanatçının sergisine ev sahipliği yapan Sakıp Sabancı Müzesi, 2005 yılında Picasso İstanbul’da isimli bir sergi açmıştı. Daha sonraki yıllarda Picasso kadar önemli isimlerin sergileri açılmaya devam etse de benim İstanbul’da şahit olduğum en çok ilgi çeken organizasyon kesinlikle beyefendininkiydi. Picasso çoğu insana göre 20. yüzyılın en başarılı sanatçısı. Yıllar önce bu konuyla ilgili bir büyük bir anket düzenlendiğini ve yüzlerce isim arasından Picasso’nun 20. yüzyılın en başarılı sanatçısı seçildiğini de anımsıyorum. (Hatırlıyorum çünkü kimse vermez diye çok üzülüp OdilonRedon’a oy vermiştim ve de büyük katılımcılı bu ankette Redon’a sadece bir oy çıkmıştı.)
Picasso, her yıl, dünya üzerindeki farklı müze ve galerilerin düzenlediği farklı temalardaki pek çok organizasyonun başmisafiri oluyor. Aklıma ilk gelen 2015 yılında Paris Grand Palais’de açılan, Picasso’nun pek çok çağdaş sanatçıya nasıl ilham kaynağı olduğunu bizlere gösteren büyük Picasso.mania sergisi oldu. Bu sergide John Baldessari, JeffKoons, Sarah Sze gibi isimlerin Picasso’yla ilgili fikirlerini dinleme, Jasper John, SigmarPolke, David Hockney gibi isimlerin ise eserlerindeki Picasso etkisinden örnekler görme şansına erişmiştik. Öte yandan Picasso’nun Barcelona, Paris, Antibes, Málaga gibi şehirlerde kendi ismiyle açılmış, eserlerinin sergilendiği müzeler de var.
Ölümünün 50. yılına özel sergiler
Seneler boyunca organize edilmiş yüzlerce sergi ve adına açılmış müzeler olmasına rağmen 2023 senesi Picasso için çok özel. Çünkü 8 Nisan 1973 tarihinde ölen sanatçının ölümünün 50. yılı sebebiyle Fransız ve İspanyol hükümetlerinin ortaklığında “Picasso’yu Kutlamak 1973-2023” isimli bir işbirliği gerçekleşiyor. Bu işbirliği kapsamında da Avrupa ve ABD’de 50 farklı sergi düzenleniyor. Picasso’nun sanatsal yolculuğu o kadar zengin ve çeşitli ki bu sergilerin her birinin farklı bir temada olması ve/veya sanatçının başka bir dönemine odaklanmış olması hiç şaşırtıcı değil. Örneğin New York’taki Guggenheim Müzesi, Young Picasso in Paris(Genç Picasso Paris’te) isimli sergide sanatçının Paris’e ilk kez geldiği 1900 yılının güz mevsiminde ürettiği eserlere odaklandı. New York’un bir diğer önemli müzesi MoMA ise sanatçıyı, 1921 yılında Paris’in güneydoğusundaki Fontainebleau’da yarattığı eserleri sergileyerek anmayı tercih etti.
Benim en ilgimi çeken sergi ise Paris’teki İnsan Müzesi’nin açtığı Picasso et la Préhistoire (Picasso ve Prehistorya). Bu serginin küratörleri, tarihöncesi sanatın Picasso’nun eserleri üzerindeki etkisine odaklanıyor ve tarihöncesi insanların yarattıkları eserlerle Picasso’nunkileri bir araya getiriyorlar. (Bu orijinal gibi görünen fikir ilginizi çektiyse size çok hoşunuza gidecek bir tavsiyede bulunabilirim: Güney Fransa’daki Mougins köyünde ChristianLevett isimli Britanyalı bir koleksiyoncunun kurduğu MouginsKlasik Sanat Müzesi tam da bu tema üzerine odaklanmış ve sadece Picasso’nun değil, YvesKlein, Andy Warhol, Salvador Dalí, RaoulDufy, Giorgio de Chirico, Jean Cocteau gibi birçok sanatçının eserlerini antik dönemlerde üretilmiş benzer eserlerle birlikte sergiliyor.)
Gene Paris’teki Picasso Müzesi ise isminin verdiği özgüvenle, ayrıca arkasına sanatçının ailesinin bağışladığı 5.000’den fazla Picasso eseri alarak Célébration Picasso: la collectionprenddescouleurs! (Picasso’yu Kutlama: Koleksiyona Yeni Bir Işık) isimli bir sergi düzenledi. Koleksiyonlarındaki eserlerin sadece küçük bir kısmını sergileseler bile Picassoseverleri mutlu edeceğine eminim. (Ben böyle söylüyorum ama serginin küratörlerinden biri de İngiliz moda tasarımcısı Paul Smith ve sergi tasarımında Picasso’nun eserlerini birer aksesuvara indirgediği eleştirisi yapıldı.) 50. ölüm yıldönümü organizasyonunu Fransız ve İspanyolların birlikte yaptığını söylemiştim. “İspanya’da neler oluyor?” diye soranlarınız varsa koleksiyonlarında Picasso’nun en önemli eserlerinden biri olan “Guernica”yı barındıran KraliçeSofía Müzesi, sanatçıyı tıpkı Guggenheim Müzesi gibi, spesifik bir yıla, 1906’ya odaklandığı bir sergiyle anmayı tercih etti.
Picasso’yu başka değerli sanatçılarla birliktesunan sergiler de var. Örneğin;Prado Müzesi Picasso ve El Greco, Lyon Güzel Sanatlar Müzesi Nicolas Poussin ve Picasso, Barcelona’daki Picasso Müzesi Joan Miró ve Picasso, Wuppertal’daki Von der Heydt Müzesi ise MaxBeckmann ve Picasso sergileri düzenlediler. Bu tip sergiler, iki sanatçı arasındaki ilişki/ilham/rekabet/etki ne kadar iyi gösterilirse o kadar başarılı oluyor. Hiçbirini ziyaret etme şansım olmasa da sergileri kafamda oynadığımda El Greco’lu serginin en iyisi çıkacağını tahmin ediyorum.
Sanatçıyı bütün yönleriyle anmak
Tüm bu etkinlikler arasında en çok tartışılan ise Brooklyn Müzesi’nde açılan Pablo-matic: Picasso AccordingtoHannahGadsby (Pablo-matic: HannahGadsby’ye Göre Picasso) sergisi oldu. Avustralyalı komedyen HannahGadsby’nin de küratörü olduğu bu sergide Picasso’ya feminist bir perspektiften bakılıyor ve eserleri CindySherman, Kiki Smith gibi çağdaş kadın sanatçılarınkilerle birlikte sergileniyor. Bu serginin büyük ses getirmesinin ve tepki toplamasının sebeplerinden biriyse Gadsby’nin şovlarında Picasso’yu Bill Cosby, HarveyWeinstein, Roman Polanski gibi isimlerle birlikte anması ve, “Picasso, kadın düşmanlığının getirdiği akıl hastalığından mustarip,” gibi yorumlar yapması.
Picasso Müzesi başkanı CécileDebray, bu sergide sanatçıya yapılan eleştirileri de, sergiye yönelik yapılan eleştirileri de aynı kapsayıcılıkla kucakladı. Bir yandan bütün yaz boyunca kendi müzesinde Picasso’nun kadınlarla ilişkisinin günümüzdeki etkisi üzerine seminerler düzenlerken, öte yandan, “19. yüzyılın sonunda İspanya’nın bir köyünde dünyaya gelmiş, maço ve kadınlara karşı şefkati olmayan bir adamı, yaşadığı döneminin bağlamında ele alalım lütfen,” gibi bir ricada bulundu. Benim fikrim de 20. yüzyılın en önemli sanatçısı kabul edilen bir ismi, ölümünün 50. yılında negatif ya da rahatsız edici yanlarını görmezden gelerek değil de tam da bu özellikleriyle birlikte anmanın daha değerli olduğu yönünde. Picasso aynı yeteneği ve dehasıyla 1900’de değil de bugün Paris’e giriş yapan genç bir sanatçı olsa, sanat tarihinde Picasso olarak yerini alabilir miydi sorusu da müzenin seminerlerinde tartışılabilecek bir konu.
Dönüşümüne tanıklık edebildiklerimiz
Sanat tarihindeki genç yaşta ölen yetenekli isimlerle ilgili, “Acaba ölmeseydi sonraki dönemlerinde ne gibi eserler ortaya çıkarırdı?” diye düşündüğüm çok oldu. Mesela Paul Signac’in torunu, sanat tarihçi ve küratör FrançoiseCachin’nın hakkında, “Çok çok tuhaf… O gerçekten de çok tuhaf bir adamdı,” dediği, bir başka sanat tarihçisi GriseldaPollock’ın ise,“Aşırı derecede sıkıcı bir insan olduğuna dair güçlü bir şüphem var,” yorumunu yaptığı Georges Seurat 31 yaşında ölmese sanatı nereye evrilirdi, bize ne gibi sürprizler hazırlardı, çok merak ediyorum. Seurat kadar olmasa da gene 31 yaşında ölen Hollandalı ressam Jan Mankes, ölmese farklı bir yere evrilebilir miydi ve evrildiği o yer neresi olurdu, benim için bir merak konusu. Öte yandan Picasso, tıpkı öncülerinden Francisco Goya gibi çok uzun yaşadığı için sanat serüvenini ve dönüşümünü görebildiğimiz, sanatında farklı dönemlerine tanıklık edebildiğimiz için şanslı olduğumuz bir isim. Resim, heykel, seramik, sahne tasarımı gibi birçok farklı alanda kübizmden sürrealizme, neoklasisizmden primitivizme farklı akımlarda eserler üretti. Bu çeşitlilikteki başarısı da isminin efsaneleşmesine katkıda bulundu. Konu konuyu açıyor ama merak ettiğim bir diğer şey de Picasso potansiyeline sahip bazı sanatçılar erken yaşta ölmeselerdi, Picasso bizim için bu kadar Picasso olabilir miydi? Mesela Umberto Boccioni Birinci Dünya Savaşı için askere yazılmasa ve eğitim alırken atından düşüp ezilerek ölmese Picasso sanat tarihinde bugünkü kadar büyük bir yer kaplar mıydı? Yoksa Picasso’ya atfedilen bazı unvanlar Boccioni’nin olur muydu? Bunlar hep kafamızdaki cevapsız kalmaya mahkûm sorular.
Picasso, dünya genelinde birçok şehri süsleyen binlerce eseriyle ölümünün üzerinden 50 yıl geçmiş olmasına rağmen benzersiz yaratıcılığına hayranlık duymamıza sebep olan bir isim. Gelecekte de, Picasso'nun eserlerine duyulan bu büyülü ilginin süreceğine ve sanatçının sanat dünyasındaki derin etkisinin nesiller boyu devam edeceğine eminim.