Modernitenin karakterini tanımlayan başlıca şeylerden biri, pozitivist lineer bir gelişim hedefiyle sürekli geleceğe bakmasıydı. Eskinin yurdu müzelerin tam da 19. yüzyıl Avrupa modernitesinin ürünü olması ise ilk bakışta çelişkili gibi görünse de aslında değil; çünkü müze geçmişi bir yadigâr olarak saklarken geleceği düşünmeye vesile olur. Müzeler ulusal sanat ve kültürün, yani aslında ulusun oluşumunda kurucu kurumlardan biridir ve müze kültürünün belleği koruması, yarının inşası içindir. Modern müze bu nedenle gerekliydi ve işlevini de hakkıyla yerine getirdi. Modern sonrasını yaşadığımız günümüzde ise ulusların müzelere ne kadar ihtiyacı olduğu Batı’da uzun süredir tartışılıyor. Dünya müzeleri çağdaş paradigmalara, “müze oluş”a karşı alternatif yöntemler geliştirerek cevap veriyorlar. Biz ise hâlâ modern müzenin peşindeyiz; çünkü ihtiyacımız var. Cumhuriyet’in 100. yılında kapılarını açan İş Bankası Resim Heykel Müzesi bu nedenle kıymetli ve Cumhuriyet’ten sadece bir yaş küçük bir kurumun on yıllar içinde oluşmuş sanat koleksiyonunu sunmasıyla iddiası o denli büyük.
Eski bir tanıdıkla karşılaşmış gibi
29 Ekim günü kapılarını açan İş Bankası Resim Heykel Müzesi’ni gezen herkes sanatın yüz yılı aşkın tarihiyle karşılaşınca farklı duygular yaşayacak, sevinecek, hatta zaman zaman hüzünlenecek. Özellikle benim gibi Türk sanatı üzerine çalışan biriyse, hissettikleri eski bir tanıdıkla karşılaşmak gibi olacak muhtemelen. Çünkü Namık İsmail’in “Harman”ı, İbrahim Çallı’nın “Gül Koklayan Kadın”ı veya Fahrelnissa Zeid’in“Kadın Portresi” gibi yıllardır kataloglarda fotoğraflarını gördüğümüz ama aslına ulaşamadığımız resimlere çıplak gözle bakabilmek, onları yakından inceleyebilmek, yıllarca hasret kalınmış bir ahbapla tatlı tatlı sohbet etmek hissini veriyor. Walter Benjamin, 1935 yılında yazdığı ünlü makalesinde tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği çağda sanat yapıtını heyecanla tartışırken, modern Türk resminin özellikle erken dönem çalışmalarına hasret kalan bir sanat tarihçisinin 2023 yılında resimleri görünce onlarla böyle duygusal diyaloglar içine gireceğini pek tahmin etmemiştir herhalde.
Türk sanat tarihi üzerine çalışmak, pek çok zorlukla mücadele etmek anlamına geliyor hâlâ. Sanatçıların özellikle de yaşarlarken biyografilerinin yazılmaması, eserlerin sanatçıların kendileri veya eseri satın alanlar tarafından gerekli kataloglama çalışmalarının yapılmaması, eserlere dair kayıtlar tutulsa bile yayımlanmaması, açılmış sergilere dair hem zamanında yeterli yayın yapılmaması hem de yapılan yayınlara günümüzde ulaşmanın arşivsel zorlukları… ve daha pek çok şey. Ama en büyük zorluk, sanatın bizzat kendisine ulaşamıyor olmamız. Bunun da başlıca nedeni müze eksikliği. 1937’de kurulmasına karşın yıllarca kapalı kalan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin ancak 2021 yılı sonunda tekrar–o da ilk binasından taşınarak ve türlü eksiklerle–açılması, Türkiye müzecilik tarihi açısından bize çok şey söylüyor.Müzeler bilgiyi korur, aktarır ve aynı zamanda üretir de. Bu açıdan sanat tarihi yazımının başlıca kurumlarındandır ve müzeden yoksun olmamız, bizim sanat tarihimizi eksik bıraktı. Türk sanat tarihi kitapları yinelenen nesnel bilgi hatalarıyla dolu, erkek egemen bir karaktere sahip ve Nurullah Berk’in yazdığı dönemsel ezberlerle tekrar ediliyor. Bugün kanonik tek anlatı karşısında çoklu sanat tarihlerinin yazımını savunuyorsak, eserleri görüp yorumlayabilmek, karşılaştırmalar yapabilmek, yeni anlamlar inşa edebilmek için modern sanatın müzelerine hâlâ ihtiyacımız var demektir. Hatta iddiamı daha da genellersem; Cumhuriyet’in 100. yılında Türkiye’nin kendine özgü modernleşme paradigmasında“çağdaşlık” adına bile hâlâ “modernlik”e sahip çıkmak zorunda gibi görünüyoruz ve bunun için modern kurumların sürekliliği en önemli gereksinimlerimizin başında geliyor. Fakat var olmak tek başına yeterli değil. Cumhuriyet’in 100. yılında geriye dönüp baktığımızda neyin yanlış, neyin doğru olduğunu daha rahat seçebildiğimiz gibi, günümüzde bir modern sanat koleksiyonu temel alınarak açılan müzenin de özgün tarihsel eşiğin kazanımları ışığında şekillenmesini arzu etmeliyiz.
Yeni bir müze – eski bir koleksiyon
İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin açılacağı bilgisi uzun zamandır dile getiriliyordu. Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerindeki eski banka şubesinin restore edilerek müze haline getirilmesine karar verilmiş ve bu haber sanat çevrelerinde duyulmuştu. Dolayısıyla sürecin bu kadar uzaması hem merakları hem de beklentileri epey artırdı. Nihayetinde müze 29 Ekim 2023 gibi sembolik öneme sahip bir günde kapılarını açtı ve 900’ü aşkın sanatçının 2.500’den fazla eserinin bulunduğu, Türkiye’nin en büyük özel koleksiyonlarından biri kısmen sergilenmeye başlandı. Kurucu küratörlüğünü Gül İrepoğlu’nun, müzeolojik danışmanlığını Burçak Madran’ın yaptığı müzedeki ilk kalıcı sergi, 600'e yakın eseri içeren Türk Resmini İzlemek adlı geniş bir seçkiyle yapıldı. Aslında bu sergiye “uzun süreli-geçici” demek daha doğru olur sanırım; çünkü geniş koleksiyondan seçilen eserler, süre tam verilmese de belirli aralıklarla yenilenecek, böylece koleksiyonun tamamı uzun yıllar içinde görülebilir hale gelecek. Bu seçki sergisine İstanbul’un Resmi adlı süreli bir sergi de eşlik ediyor.
Müze, 1907 tarihli ve kültür varlığı olarak tescillenmiş Baudouy Apartmanı’nın uzun bir restorasyon çalışması neticesinde kullanıma uygun hale getirilmesiyle açıldı. Beyoğlu’nun tipik kent dokusunun parçası olan yapı, dar alanda yüksek bir bina olmasıyla aslında müze için ideal değil; bu durum zaman zaman sıkışık sergi yerleşiminde kendini gösteriyor. Alanın darlığının yarattığı sorunlar yaratıcı sergileme tercihleriyle minimize edilmeye çalışılmış. Öte yandan yapının restorasyon süreçleri de her katta sergi mekânına girmeden önceki holde çizimler, maketler vb. belgelerle sergileniyor, mekânın hafızası bu şekilde tutuluyor. Toplam altı katlı yapının ikinci ve üçüncü katları süreli sergiye, dördüncü ve beşinci katlarıysa kalıcı sergiye ayrılmış.
İş Bankası tarafından Hikmet Onat’ın “Ortaköy Manzarası”, Şevket Dağ’ın “Rüstem Paşa Camii İçi”ve Vecih Bereketoğlu’nun“Kayık ve Evler” tablolarının alınmasıyla 1940 yılında oluşturulmaya başlanan koleksiyon hem Cumhuriyet’in erken dönemine uzanan geçmişiyle hem de Türkiye’de kamu kurumları dışında özel bir şirketin sanat koleksiyonu olmasıyla oldukça önemli. Dolayısıyla bugün müzenin açılması, bahsettiğim gibi, daha önce görme şansını bulamadığımız pek çok eserle karşılaşma imkânı vermesi yanında, uzun süredir merak edilen bir koleksiyonu ulaşılabilir kılmasıyla da kıymetli. Çünkü o koleksiyonun içeriği üzerine okumalar bize sanata dair yeni yorum olanakları sunmaya muktedir. Bu yorumları yapabilmek için akla gelen bazı soruları da cevaplamak gerekiyor. Örneğin satın alımlara dair belirli bir kurum politikası var mıydı, varsa neydi? Eser alımlarında kriterler, temel motivasyon kaynakları neler oldu? Karar verici merciler kim veya kimlerdi? Seçebildiğim kadarıyla en yeni çalışma, Nevhiz’in 2016 tarihli bir resmi. Daha yeni bir çalışma var mı, varsa hangisi ve satın almalar hâlâ devam ediyor mu? Sorular çoğaltılabilir… Bu sorulara cevap verebilirsek, İş Bankası koleksiyonuna dayanarak Türk sanatında neye, hangi sanatçı ve üsluba, hangi isme ve resme/heykele dönemsel olarak kıymet verildiğinin izdüşümünü çıkarabilme imkânımız doğar. Kuşkusuz sergilenen yüzlerce eser hakkında farklı çalışmalar zaman içinde yapılacak, bu sorulara yanıtlar daha detaylıca aranacaktır. Fakat şu anki müzeyi gezerken genel perspektiften hızlı bir bakışla, örneğin 14 Kuşağı sanatçılarının koleksiyonda çokça yer alması gibi bazı şeyler göze çarpıyor. Veya çok resim az heykel; çok natüralist, az soyut; çok modern, az çağdaş; çok erkek, az kadın sanatçı var görünüyor.
Şu anda müzede sergilenen eserlerin koleksiyonun sadece bir kısmı, görece küçük bir seçki olduğunu düşündüğümüzde bu soruları cevaplamak mümkün olmuyor maalesef. Koleksiyon hakkında daha önceki bilgimiz, Kıymet Giray’ın 2000 yılında hazırladığı Türkiye İş Bankası Resim Koleksiyonu adlı katalog-kitapla sınırlıydı. Müzenin açılışına ise Gül İrepoğlu’nun hazırladığı, amacı “koleksiyondan seçilen eserlerle Türk sanatının evrelerini işlemek” olarak belirlenmiş, yani mevcut sanat tarihi anlatısına eklemlenen Türkiye İş Bankası Sanat Eserleri Koleksiyonu Işığında Türk Resmini İzlemek adlı bir kitap eşlik ediyor. İki kitap da eserlerin tamamını içermiyor, haliyle bize koleksiyonun genelini görüp bilerek oradan yapılan seçimleri değerlendirmek için gerekli imkânları sunmuyor; aslında böylesi bir katalog, koleksiyonun genişliğini düşününce pek mümkün değil zaten. Koleksiyonun tamamına erişim zaman içinde değişen sergilerle yapılacak olsa da bu noktada asıl yapılması gerekenin, modern müzeciliğin de gereği olarak eserleri dijitalize etmek ve erişime açmak olması gerektiği ortada.
Bu tartışma, meselenin biraz daha bilimsel-akademik boyutuyla ilgili. Salt meraklı bir izleyici olarak müzeyi gezmek ise keyif veren bir deneyime dönüşüyor. Koleksiyonda kimler yok ki! Osman Hamdi’den Şeker Ahmed’e, Abdülmecid Efendi’den Halil Paşa’ya, Nazlı Ecevit’ten Avni Lifij’e, Fikret Mualla’dan Şükriye Dikmen’e… Asker ressamlardan akademili isimlere, figüratiften soyuta, modernden çağdaşa… Mıgırdiç Civanyan, Fausto Zonaro, İkbal Moneim Saviç gibi gayrimüslim ve yabancı ressamlara… Her ne kadar pentür odaklı bir koleksiyon olsa da farklı dönem heykel çalışmalarına, Saim Bugay, Koray Ariş, Müfide Çalık, Füreya Koral, Sadi Diren, Kuzgun Acar’a varan pek çok isim ve eser… Osman Hamdi’nin “İftardan Sonra” tablosu, Şeker Ahmed’in“Ayvalı Natürmort”u gibi bazı resimler başyapıt belirlenerek ortaya çıkarılmış; kuşkusuz bu tercihlerde “eskilik”, “nadirlik” gibi kriterleri sürdüren kanonik sanat tarihi değer anlayışının etkisi var. Süleyman Seyyid’in kâğıt üzeri bir deseni olan 1906 tarihli “Genç Kız Portresi” ise tuval üzeri boya resminin karşısında alternatif bir başyapıt. Aslında koleksiyonun zenginliği, müzeyi ziyaret eden herkese kendi başyapıtlarını seçme imkânı sunuyor. Bunun içinse sergileme tercihlerinin yönlendiriciliğini aşmak gerekiyor. Bütün kurumsallıklarıyla müzelerin yaptıkları arasında böylesi bir ikircikli durum yani hem başyapıt belirleme hem de çok şeyi görme imkânı sunarak izleyicide kendi görme kültürünü oluşturma görevi zaten hep olmuştur.
Geleneksel bir İslam toplumu olmanın getirdiği önyargılarla Türkiye’nin Batılılaşan sanat tarihinde figür resmine uzun süre mesafeli durulmuş, figür resmetmek 1883’te açılan Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki eğitimle yavaş yavaş yerleşmeye başlamış. Üretilen resimlerin çoğunluğunun neredeyse 1960’lı yıllara kadar manzara ve natürmort türünde olduğunu iddia edebiliriz kolaylıkla. Bu durum, sanata dair toplumsal algıyı da işaret eder. İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin açılış sergileri, özellikle İstanbul’un Resmi adlı süreli sergi de çokça manzara resmi içeriyor. Sergi “İstanbul’un Çiçekleri”, “İstanbul’un Balıkları ve Balıkçıları”, “İstanbul’un Semtleri”, “İstanbul’un Tekneleri” gibi başlıklarla gerçekleştirilmiş. Küratör İrepoğlu’nun kendisi akademik kökenli olsa da renkli duvarlar, resimlere eşlik eden şiirler, 1930’lardan bir odanın dekorasyonunu canlandırmak gibi uygulamalarla sergileri daha geniş bir toplumsal kesimi düşünerek ürettiği ortada. Sürekli sergideki tasarım, hem kronolojik hem de tematik olarak oluşturulmuş. Kronolojik akış, pek çok eserde tarih olmayışı nedeniyle oldukça zorlayıcı. Hatta Zeki Faik İzer’in “Peyzaj-Boğazdan” veya Şükriye Dikmen’in “Nü” resmi gibi bazı tuvallerin üzerinde, tarihi bilinse de, etiketlerde olması bir eksiklik olarak duruyor. Kronolojik aksı sürdürmeyen tematik sergileme için “Deniz Coşkusu”, “Hayvanlar Âlemi”, “Anadolu Esinlenmeleri” veya “Kadın Portreleri” gibi bölümler oluşturulmuş. Bu bölümler, müzenin küçük odalar şeklindeki kimi mekânlarını kullanmak açısından daha uygun görünüyor. Hem süreli hem daimi sergide eser seçimi, sergileme ve metin yazımında öne çıkan tüm vurgular, çağına en yakıcı eleştirileri yine sanatla getiren bir “modernist” anlayıştan ziyade, 19. yüzyılda artık akademik olmuş bir “güzel sanat” anlayışına dayanan ve modernleşme öykümüzün sanatı olan bir “modern sanat”ı karşılayan niteliğe sahip.
Kimliğin imkânları
İş Bankası, kültür ve sanat alanına salt sosyal sorumluluk gibi bir perspektiften bakmayarak müzeciliğin yanında müzik ve sahne sanatları, plastik sanatlar, tarih, arkeoloji ve koruma-restorasyon gibi alanlarda bizzat faaliyetlerini sürdüren köklü bir kurum. 1924 yılında Atatürk tarafından kurulan banka, günümüz Türkiye’sinde kurumsal kimliğini Cumhuriyet’in kurumu olma vurgusuyla sürdürüyor, kültür ve sanat faaliyetlerine toplumu desteklemek gibi aydınlanmacı bir amaçla baktığını her fırsatta gösteriyor. Bu anlamda bir açıdan devlet kurumu izlenimi veriyor… Buna karşın İş Bankası ve onun açtığı müze, özel statüde kurumlar ve sanki devlet kurumuymuş gibi bir beklentiye girmemek gerekli. Öte yandan, İstanbul Modern veya Pera Müzesi gibi kurucusu aile vakfı olan bir müze de değil söz konusu olan. Burada beklenti, İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin bir kamu müzesi olma bilincine erişmesi noktasında olmalı. Dolayısıyla müzenin kendisi de bir devlet kurumu olmadığı bilinciyle hareket etmeli, dinamik olabilmeli.
Ülkedeki başka büyük bankaların da kendi koleksiyonlarına sahip olduğunu hatırlarsak, İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin müthiş bir adım attığı ortada. Tam, “Keşke daha önce açılsaydı…” diye düşünürken, bugünün Türkiye koşullarında açılabilmiş olmasına bile minnet duyuyoruz. Böylesi bir minnetle birlikte, koleksiyondan yapılan seçimlerin, serginin kuruluşunun, sergiye eşlik eden metinlerin, hatta sergi için yayımlanan kitabın, kurumun ihtiyacına cevap verir şekilde oluşturulduğu da seçilebiliyor. Oysa farklı gerekçelerle belirttiğim gibi, kamunun ihtiyacı öncelikli kılınmalı. Neden hâlâ bir modern müzeye ihtiyacımız var sorusunun cevabı, o modern müzenin nasıl olması gerektiğinin cevabını da içinde taşıyor. İş Bankası Resim Heykel Müzesi, tıpkı İstanbul Resim ve Heykel Müzesi gibi (“İRHM” şeklindeki isim benzerliği de epey ironik) Türkiye’nin modern sanat öyküsünde belirli bir anlatıyı anıtsal kılmaya odaklanıyor. O anlatıyı sorgulayabilen, yeni anlatılar geliştirebilen, nefes alan bir müze ise mümkün. Bir kurumun müzesi olmamalı, müzenin kendisi başlı başına bir kuruma dönüşmeli.