Suzanne Simard
Anne Ağaç: Ormanın Bilgeliğinin Keşfi
çev. Barış Gönülşen, Tellekt, İstanbul, 2024
“Ömrüm boyunca yaptığım orman dedektifliğinin ardından ağaçlara dair algım tamamen değişti. Yaşadığım her yeni aydınlanmayla beraber ormanla daha derinden bütünleştim. Bilimsel kanıtlara gözleri kapatmak olanaksız: Orman bilge, duyarlı, şifalı bir doğaya sahip.
Bu kitap ağaçları nasıl kurtarabileceğimizi anlatmıyor.
Bu kitap ağaçların bizi nasıl kurtarabileceğini anlatıyor.”
Suzanne Simard, Anne Ağaç’ta okurları ağaçların samimi dünyasına götürüyor. Ağaçların sadece kereste ya da kâğıt hamuru kaynağı değil; karmaşık, birbirine bağlı bir yaşam döngüsüne sahip; bizimkinden çok da farklı olmayan ortak yaşamlarla birbirine sosyal anlamda bağlı, işbirlikçi canlılar olduğunu ortaya koyuyor. Simard, ayrıca yüzlerce yıldır bir arada yaşayan ağaçların nasıl evrimleştiğini, davranışlarını, birbirlerini nasıl tanıdıklarını, birbirleriyle nasıl rekabet ettiklerini ya da işbirliği yaptıklarını ve aslında insan zekâsına atfedilen özelliklere sahip olduklarını yalın bir dille ele alıyor.
Ormandaki ağaçları kataloglayarak geçirdiği günleri, onları nasıl sevip saygı duymaya başladığını, bilimsel arayışıyla beraber nasıl kendi yolculuğunun da peşine düştüğünü anlatan yazar, hayatından aktardığı kesitlerle insanın bilimsel araştırmasının ne kadar derin ve kişisel olabileceğini de gösteriyor:
“Anne Ağaç: Ormanın Bilgeliğinin Keşfi dünyanın bizi birbirimize bağlayan bir hikâyeler ağı olduğunu hatırlatıyor. Ağaçların, mantarların, toprağın, ayıların ve bu konuşmaları dinleyen bir insanın hikâyelerini aktarıyor. Kişisel anlatıların, bilimsel içgörülerin ve ormanın yaşamına dair şaşırtıcı keşiflerin etkileşimi ilgi çekici bir hikâye ortaya çıkarıyor.”
Robin Wall Kimmerer
Szilvia Molnar
Süt Lekesi
çev. Burcu Asena Şahin, Düşbaz Kitaplar, İstanbul, 2024
Bir apartman dairesinin duvarları arasında, bir zamanlar çevirmen olan taze anne, eski kimliğinden kopmanın ezici duygusuyla mücadele eder. Lohusalık günlerini dört duvar arasına sıkışmış halde, üstü başı süt lekeleriyle dolu, uykusuz, yeni yaşamına alışmaya çalışarak geçirir. Çocuğunu koruma içgüdüsüyle ona zarar verme düşünceleri arasında gidip gelerek korkunç bir çatışma yaşarken tek başına sırtlanmak zorunda kaldığı annelik görevlerinin acımasız talepleri arasında benliğini yitirir. Roman boyunca asla adlandırılmayan ana karakterin hasta komşusuyla olan kırılgan bağlantısı, mücadelesinde de kırılgan fakat zaruri bir can simidi haline gelir.
Szilvia Molnar’ın Süt Lekesi adlı romanı okuru, doğum sonrası depresyonun derinliklerinde ürkütücü bir keşfe davet ediyor. Molnar çekinmeden kaleme aldığı metinde, annelik umutsuzluğunun psikolojik uçurumuna dalarak bu içsel yolculuğu ustalıkla tasvir ediyor. Hikâye ilerledikçe Molnar, izolasyonun ve varoluşsal çözülmenin ürkütücü bir portresini çiziyor. Yazarın içten fakat karanlık anlatımı, annelik deneyiminin karmaşıklığına ışık tutarak okurları kendine bağlıyor ve okura insan zihnine yolculuk etme, anneliğin ve belki de insanlığın en doğal ve çıplak halini görme ve okudukları ışığında kendi çıkarımlarını yapma fırsatını sunuyor. Peki siz, bu benlik labirentine adım atmaya hazır mısınız?
Bates Lowry
Görsel Deneyim: Sanata Giriş
çev. Talha Lafçı, Hayalperest Kitap, İstanbul, 2024
Amerikalı sanat tarihçisi Bates Lowry tarafından yazılan Görsel Deneyim: Sanata Giriş, antik çağlardan günümüze sanat tarihine genel bir bakış sunuyor ve çeşitli sanat üsluplarını, tekniklerini, mecralarını ele alıyor. Sanatta çizgi, form ve renk gibi unsurları inceleyerek kitaba başlayan Lowry, bunların bir sanat eserinde anlam yaratacak şekilde kullanılışlarına dair örnekler veriyor. Farklı çağlardan, medeniyetlerden ve kültürlerden önemli sanatçıları ve eserleri inceleyen Lowry, dünyanın dört bir yanındaki sanat müzeleri ve galerileri hakkında bilgiler de veriyor.
Görsel Deneyim: Sanata Giriş, okuyucuyu, eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeye ve sanatla anlamlı bir şekilde ilişki kurmaya teşvik ediyor. Sanat ve onun insanın yaşamındaki yeri hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen herkes için bir başvuru kaynağı sayılan kitap, farklı zamanlarda çeşitli mecralarda ve değişik tekniklerle üretilmiş eserler arasında kültürel ilişkiler kurarak da sanata bakma ve sanatı görme deneyimini zenginleştiren bilgiler veriyor.
Hüsamettin Koçan, Ayça Okay
Gel Zaman Git Zaman
Baksı Kültür Sanat Vakfı Yayınları, Bayburt, 2024
Baksı Kültür Sanat Vakfı tarafından 85 sanatçıyı Bayburt’taki Avrupa Konseyi Müze Ödülü sahibi Baksı Müzesi’nde bir araya getiren Gel Zaman Git Zaman sergisi ve Çoruh Nehri üzerinde düzenlenen ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’, müze yayınları tarafından belgesel bir kitap haline getirildi. 160 sayfalık kitapta özel söyleşi ve metinlere, ilk kez belgelenen çok sayıda kare eşlik ediyor.
Ayça Okay’ın editörlüğünde hazırlanan Gel Zaman Git Zaman kitabı sergide buluşan 85 sanatçının özgün yapıtlarını Kerim Ayhan Yanık’ın fotoğrafları eşliğinde ilk kez belgelerken aynı zamanda sergi üzerine tartışma ve düşünceleri de okurlara sunuyor. Tasarımı Savaş Çekiç’e ait “Gel Zaman Git Zaman” kitabında Prof. Koçan ve Ayça Okay’ın metinleri de yer alıyor.
Belgesel kitapta Baksı Müzesi’ne komşu Çoruh Nehri’nde Prof. Hüsamettin Koçan öncülüğünde ve Jülide Ateş moderatörlüğünde düzenlenen çok disiplinli ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’ etkinliğinin fotoğraflarına da yer veriliyor. ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’ Çoruh Nehri üzerinde bir salda, üç ana başlıkta gerçekleştirilen ‘Geçmiş Kime Ait?’, ‘Gelecek Nerede?’ ve ‘Karışık Zihinler için Öneriler’ oturumlarını nehrin akışkan doğasında belgeliyor.
Biyi Bándélé
Àjàyí’nin Yolculuğu
çev. Ceren Han, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2024
Afrika’nın en yaratıcı yazarlarından biri olarak gösterilen Biyi Bándélé’nin 2022’de vefat etmeden önce kaleme aldığı ve ölümünün ardından basılan son romanı Àjàyí’nin Yolculuğu, Malili köle tüccarlarının kasabasını işgal ettiği gün hayatı kökten değişen on üç yaşında bir çocuğun özgürlük koşusunu, mücadelesini ve zaferini anlatıyor.
Àjàyí’nin Yolculuğu, sömürgeciler kasabasını işgal ettikten sonra köle tacirleri tarafından kaçırılan, ardından Hıristiyan olan ve ilk Afrikalı piskopos olarak tarihe geçen Samuel Àjàyí Crowther’ın gerçek hayat hikâyesine dayanıyor.
Tanrıların koruyup gözettiği Òsogùn’da yaşayan 13 yaşındaki Àjàyí, Malili köle tacirleri tarafından kaçırılır. İngiltere Anglikan Kilisesi’ne atanan ilk siyahi piskopos ve Oxford Üniversitesi’nden diploma alan ilk Afrikalı olan Samuel Àjàyí Crowther’ın özgürlük mücadelesi böyle başlar...
Lagos’tan Sierra Leone’a, çöllerden Kraliçe Viktorya’nın toplantı salonlarına uzanan bu sıra dışı hayat hikâyesinde, bir din adamı, dilbilimci, öğretmen ve yazar olan Crowther’ın kıvrak zekâsına, köleliğin kaldırılması için verdiği mücadelenin azmi eşlik eder. Bu mücadele Crowther’ı bazen kendi insanlarıyla bazen krallarla karşı karşıya getirmiştir.
Eşitlik Tutkusu
çev. Zehra Cunillera, Metis Yayınları, İstanbul 2024
Modern toplumlar eşitliği temel değerlerden biri olarak kabul ediyor. Nitekim günümüzde kimlik etrafındaki ayrımcılıklara karşı eşitlik mücadelesi gün geçtikçe güçleniyor. Buna karşılık maddi eşitlik mücadelesi güç kaybetti ve bu alandaki eşitsizlikler derinleşiyor. Bu paradoksu nasıl anlamalı? Eşitlik arzumuz adaletsizlikten rahatsız olmayacak kadar zayıfladı mı yoksa?
Florent Guénard eşitlik ile kurulan ruhsal ilişkinin karmaşık olduğunu gösteriyor. Yazara göre eşitlikçi toplumlarda eşitlik, hem bireyler arasındaki ilişkiyi yapılandırdığı hem de her bireyin kendini değerlendirmesi için bir kıstas oluşturduğu için başlı başına bir değer olarak benimseniyor. Modern ve eşitsiz toplumlarda ise bu tutku ortadan kalkmıyor ama kılık değiştiriyor: Herkes kendisi için eşitlik ister bir hale geliyor, çünkü modern hayatta onur duygumuz yaşam düzeyleriyle ilgili kıyaslamalardan etkileniyor. Maddi koşulların eşitsizliği özsaygımızı yaralayabiliyor. Kuşkusuz buna tepki olarak gelişen duyguların da bugünkü toplumsal isteklerimizi önemli ölçüde açıkladığı görülüyor. Gelirde ve mirasta eşitsizliğin azaltılması bugün artık sadece siyasi bir seçenek değil, tarihsel bir zorunluluk haline geldi.
Larissa Theule
Kafka ve Oyuncak Bebek
çev. Sevin Okyay, Dinozor Çocuk, İstanbul 2024
Kafka’nın ölümünün 100. yılı kapsamında okurlarla buluşan Kafka ve Oyuncak Bebek, gerçek bir öyküden esinle dünyanın en şaşırtıcı ve ikonik yazarlarından birinin yaptığı dikkate değer bir iyiliği anlatıyor. 1923 sonbaharında yürüyüş yaparken, oyuncak bebeğini kaybeden ve teselli edilemeyen bir küçük kıza rastlayan Franz Kafka, ona bebeğinin kaybolmadığını ancak dünyayı gezip büyük maceralar yaşamaya gittiğini söyler ve haftalarca kıza bebeğinden mektuplar getirir. Karanlık öyküleriyle tanınan bu unutulmaz yazarın oyunbaz ve sevecen yanını ortaya çıkaran Kafka ve Oyuncak Bebek, aynı zamanda çocuklara hayal gücünü zenginleştiren özgürlükçü bir hikâye sunuyor.
Parkın bir köşesinde avutulmayı bekleyen küçük bir kız çocuğu… Aynı parkta, arkadaşı Dora’yla yürüyüşe çıkan efsanevi bir yazar… Kafka ve Oyuncak Bebek,bu iki karakteri şaşırtıcı bir kurguyla birleştiren ve kalplerimizi ısıtan bir hikâye. Kaybolan oyuncak bebeğinin ardından gözyaşı döken Irma’ya teselli olmak isteyen Kafka, üzüntülü bir kayıp hikâyesini bir macera hikâyesine dönüştürür. Ve bu dönüşüm, Kafka’nın oyuncak bebekten her gün bir mektup getirmesi sayesinde Irma’nın yanaklarında gülücükler açtırır.