Yaz mevsimi tarih boyuncu pek çok resimde farklı sebeplerle sıkça kullanılan bir motif oldu. Roma döneminden başlayarak Rönesans ve Barok sanatında mevsimlere ait bazı alegorilerin çizimi özellikle çok popülerdi. Güneşin sıcaklığı, doğanın canlılığı ve renklerin çeşitliliği ressamlara binlerce yıldır ilham veriyor. Tuvale yansıyan yaz manzaraları genellikle canlı renkler, parlak ışıklar ve huzur veren sahnelerle doludur. Özellikle birbirinden ışıltılı bahçe, plaj, gökyüzü betimlemeleriyle manzara resimleri yaz mevsiminin güzelliklerini yansıtmak için sanatçılar tarafından tercih ediliyor. Yaz tabloları denince akla Pierre Bonnard’ın bahçeleri, Peder Severin Krøyer’in kumlarda oynayan çocukları, Henri Matisse’in çiçeklerle dolu balkonları, Vincent Van Gogh’un altın sarısı tarlaları, Edward Hopper’ın masmavi denizde ilerleyen kaygısız tekneleri geliyor.
Öte yandan yaz herkes için olumlu hislerin, dostluğun ve dayanışmanın simgesi olmayabilir. Örneğin empresyonizmin önemli ressamları Claude Monet, Pierre Auguste Renoir ve bu akımın örnek aldığı isim olan Édouard Manet’ye 1874 yazında yaşadıklarını sorabilseydik homurdanıp birbirlerinin dedikodusunu yapmaya başlayacaklarına eminim.
Empresyonistlerin açık hava ressamlığı devrimi
Empresyonistler, özellikle de Monet, doğanın kendiyle iletişim halindeyken resim yapmayı tercih ettikleri için en pleinair (açık hava) ressamları olarak ünlenmişlerdi. Atölye gibi kapalı mekânlar yerine dışarıda resim yapmanın açık havanın canlılığını ve atmosferini yakalamaya yardımcı olacağını düşünüyorlardı. Doğayı bu şekilde doğrudan gözlemlemek Monet’nin renkleri ve ışığı nasıl algılaması gerektiğini daha hassas bir şekilde anlamasına ve duyguları tuvaline aktarmasına olanak sağladı. Empresyonistlerin bu yaklaşımı sanat dünyasında büyük bir dönüşüm yarattı çünkü ressamlar daha önce stüdyolarında çalışıp dışarıda sadece taslak yapmayı tercih ediyorlardı.
Özellikle Monet ve Pissarro üzerinde etkilerini daha net görebileceğimiz ve sanat tarihinde “empresyonizmin öncüsü” olarak anılan ama aslında empresyonist olmayan Manet için 1860’ların sonunda açık havada resim yapmak kabul edilebilir bir şey değildi. Manet, kendisinden sekiz yaş küçük olan Monet’yle ilgili, “Bu genç adam açık havada resim yaptığını iddia ediyor. Böyle bir şey mümkün olsaydı eski ustalar zaten çoktan yapardı,” diyordu. (Bence cümlesinin sonunda “keh keh keh” diye de gülüyordu ama bu tamamen hayal dünyamda ürettiğim bir varsayım tabii.) Manet’nin üstten bakan bu yorumuna rağmen 1870-1874 arasında açık hava ressamlığına olan tavrındaki yavaş değişimi fark edebiliriz. Fransa-Prusya Savaşı sebebiyle doğup büyüdüğü başkentte kalmak yerine o günleri ailesiyle Fransa’nın farklı sahil kasabalarında geçiren Manet, Bordeaux yakınlarındaki Arcachon’dayken sisli, neşesiz sahil manzaraları çizdi. Manet’nin 1874 yazı işleriyle karşılaştırabileceğimiz asıl eseri ise 1873’te İngiliz Kanalı’ndaki Berck-sur-Mer’de eşi Suzanne ve erkek kardeşi Eugène’nin modelliğinde çizdiği “Sur la Plage” (Sahilde) isimli ünlü tablosudur. Manet’nin bu tabloyu sahilde çizdiği tahmin edilir. Figürler hâlâ rüzgâra ve kuma karşı sarılı bir halde düşüncelere dalmış görünür, Japon gravürlerindeki siluetlere benzerler; tablonun renklerinde yaz mevsiminin sıcaklığı yoktur.
Manet’nin resimlerinde yaza ait o parıltıyı ancak 1874 yazında görmeye başlarız. O yaz Manet, Monet’yi Argenteuil yakınlarındaki evinde ziyaret etti ve ressamı atölye haline getirdiği teknesinde resim yaparken izledi. Açık havada resim yapıyor diye küçümsediği genç meslektaşına artık hayranlık duyuyordu. Monet’nin ışık ve suya olan yaklaşımı ustasının gözlerini açmıştı. Manet arkadaşı gazeteci Antonin Proust’a, “Barbizon Okulu’nun tamamında bir manzarayı bu kadar net bir şekilde resmedebilen başka bir ressam yok. Ve sonra su! Monet, suyun Raffaello’sudur. Suyun tüm hareketlerini, tüm derinliğini, her saatini biliyor,”dedi.
Manet, Argenteuil ziyareti sırasında açık havada pek çok resim yaptı. Tıpkı “Sur la Plage”da olduğu gibi bir çifti betimlediği “Argenteuil” tablosu renkleri ve canlılığıyla göz kamaştırıcıydı. Ünlü sanat tarihçisi T.J. Clark, modelin şapkasındaki tülün çizimini, “Tıpkı bir pastanın üzerindeki krema gibi ovale yerleştirilmiş vahşi bir tül kıvrımı görüyoruz,” diye anlattı. Her ne kadar ısrarla empresyonistlerin sergilerine katılmayı reddetse de bu geziyle birlikte Manet’nin artık bu avangard akımla dayanışma göstermeye karar verdiği açıktı.
Monet’nin bahçesinde dostluk ve çekişme
Sanat bu sefer toplum veya sanat için değil de dostluk için ilerlerken, 1874’ün 23 Temmuz’unda Monet, Manet’yi açık havada resim yapması için Argenteuil’deki evinin bahçesine davet etti. Manet bu bahçede Monet’nin eşi Camille ve yedi yaşındaki oğulları Jean’ı çimlerde otururken, Monet’yi ise onların arkasında çiçeklerle ilgilenirken resmetti. “La famille Monet dans leur jardin à Argenteuil” (Argenteuil'deki Evlerinin Bahçesinde Monet Ailesi) adlı bu resmin sol ön planına yerleştirdiği horoz, tavuk ve civcivle aile olmanın güzelliğinin bir kere daha vurgulamayı da atlamamıştı. Ressamın stüdyosunda tamamladığı ve gene bir dış mekân betimlemesi olan 1863 tarihli başyapıtı “Le Déjeuner sur l’herbe”le (Kırda Yemek) karşılaştırdığımızda güneşin, ışığın, renklerin ve yazın gücünün sonuna kadar hissedildiği bir tablo ortaya çıkmıştı. “La famille Monet dans leurjardin à Argenteuil”da Manet beyazlarının güzelliği Camille’in elbisesinde, meşhur Manet siyahları ise Camille ve Monet’nin şapkalarında görülebiliyordu.
Manet, bu tablo üzerinde çalışırken kendisi için umulmadık, empresyonistler içinse olağan bir olay oldu. Yakınlarda oturan Pierre Auguste Renoir dostu Monet’nin evine boya, fırça ve tuval ödünç almak için uğradı ve bahçedeki ortam hoşuna gittiğinden Camille ve Jean’ın horozla birlikte daha yakın plandan bir portresini çizdi (“Camille Monet et son fils Jean dans un jardin” [Bir Bahçede Camille Monet ve Oğlu Jean]). Renoir’ın huzurlu açık hava ortamlarına gelişi ve izin almadan kendisiyle aynı temada bir eser ortaya çıkarması Manet’yi çok rahatsız etmişti. Renoir gittikten sonra Monet’ye, “Bu çocuğun hiçbir yeteneği yok. Madem bu kadar iyi arkadaşsınız, ona yeteneğinin olmadığını ve resmi bırakması gerektiği söyle,” gibi sert bir yorum yaptı.
Manet ve Renoir her ne kadar aynı manzara ve tema üzerinde çalışsalar da birbirlerinden farklı eserler ortaya çıkarmışlardı. Renoir’ın tablosu Camille ve Jean’ın sıcak ilişkisine odaklanmıştı. Fırça darbeleri Manet’ye göre daha yumuşaktı. Manet ise atmosferi doğru yansıtmak ve aileyi bir bütün olarak göstermek hedefindeydi. Yıllar sonra Monet’ye arka bahçesinde yaşanan bu gerginlik ve iki ressamdan hangisinin tablosunu tercih ettiği sorulduğunda Monet’nin cevabı nefis Renoir tablosunu tercih ettiği yönünde oldu.
Monet’nin gergin ortamda mazlum durumuna düşen arkadaşına kıyamayıp onu biraz kayırdığına inanıyorum. Ama Renoir’ın da bu gerginlikte boş durmadığını biliyoruz. Ressamın ünlü sözü, “Bir sabah siyahımız kalmamıştı, yerine lacivert kullandık, işte o an empresyonizm doğmuştu”yla kendi döneminde siyahın ustası kabul edilen Manet’ye laf attığına –son zamanların yaygın ifadesini kullanmak gerekirse– yemin edebilirim ama ispatlayamam.
1874 yazı sevdiğimiz ünlü ressamlar için hem bir dönüşümün hem de çekememe ve çekişmenin yazı olmuş. O yüzden hissettirdiği tüm olumlu duygulara rağmen yaza o kadar güvenmemekte fayda olabilir. Konuyla ilgili en güzel dizeleri Behçet Necatigil yazmış: “Daha demin kıştı, başlar temmuz / Ve yaşanır bir sonbahar gibi bir yaz dönemi.”