Uzak bir gelecekte, insanlık çoktan galaksiler arası boşluğa yayılmışken, Samanyolu Galaksisi’nde kalan son insan, türünün çok uzun zaman önce terk ettiği Dünyagezegenindeki doğal ve kültürel güzelliklerin tek mirasçısı olduğunu öğrenseydi ne yapardı? Her biri belli bir coğrafyanın hediyesi olan doğa güzellikleri ve insanlığın bir şekilde bugüne ulaşan fiziksel yapıları, modern uygarlığın farklı kültürlerine mensup milyarlarca insanınfarklılıklarını eritebileceği ortaklaşma alanları olarak görülebilir mi? İnsan kendi ömrü bittikten çok sonra da kalacak bu varlıklara başkalarını da düşünerek şefkat ve ihtimam göstermek için bir araya gelir mi? Bu soruların yanıtları insanın sahiplenme, faydalanma ve iradesine tabi kılabildiği şeyleri şekillendirme duygusunun çok ötesine geçiyor;kendiyle, ürettikleriyle ve çevresiyle etkileşime yüklediği anlamla yakından ilişkili görünüyor.
İnsan–hiç görmese de– içeriğini ve önemini hiç bilmese de insanlık ailesinin bir unsuru olan bu varlıkların önemli olduğunu düşünür mü, düşünmeli midir? Ahlaki açıdan bakıldığında bu düşünme tarzı, zaman ve mekânın tümünü bir anda görmeyi ve evrenselin, aşkın bir değerler sistemini gerektirir. Bu nadir gezegen, biricikliğini üzerindeki canlı yaşamın ve insan türünün yaptıkları ve bıraktıklarıyla kazanıyor. Anlamlı eserler bırakmak zaten doğasında olan insanlık, aynı zamanda bu eserlerin var olmaya devam etmesi sorumluluğunu da üstlenmelidir. Çünkü insanı bir tür olarak diğer canlılardan ayıran belki de en önemli nitelik, bu bakışı sahiplenmesini sağlayacak soyutlama gücüne, düşünceye, örgütlenmeye ve kolektif iradeye sahip olmasıdır.
Avcı toplayıcı dönemde insanlık,atalarından kendisine kalan basit ve gündelik eşyaları koruyup kutsar, herkese ait olduğu düşünülen toprak gibi unsurlara neredeyse hiçbir bağlılık göstermezdi. Bazı göçebe topluluklara göre ataların ruhu o basitmiş gibi görünen eşyalarda onlarla birlikte yaşamaya devam ediyordu. Bunun için birçok alet ve eşya bugüne kadar farklı kuşakların ellerinden geçti. Bugün elimizde Neanderthal insanlarından kaldığı düşünülen, boynuzdan yapılma bir müzik aleti bile var. Ama tarih ilerledikçe, mülkiyet kavramı yerleştikçe, atalarımıza ait emanetleri kolayca elden çıkarır olduk. Onlardan kalan mal mülke ise kendi hayatımızdan vazgeçecek bir delilikle bağlandık. Toprak, egemenlik ve dinsel referanslarla örülü bir öyküye dayalı olarak, atalarımızın temsil ettiklerini yaşattığına inandığımız bir kutsallık ifadesine dönüşüverdi. Ölen aile büyüklerinin kişisel eşyalarının nasıl hızla ortadan kalktığını, geriye kısa zamanda neredeyse hiçbir şey kalmadığını çok defa görmüşüzdür. Modern toplumlarda bu anlamda kültürler arasında belli farklılıklar görülse bile nihai olarak “geçici” görülen şeylerin, “kalıcı” olarak addedilen gayrimenkul gibi varlıklar karşısında nasıl hızla tükendiklerini görmek aslında şaşırtıcı bir dönüşümü ifade ediyor.
Geçici miras, kalıcı miras
Bu dönüşümde en ilginç şey ise göreli olarak geçici görülen ile kalıcı görülen arasındaki ilişkinin nasıl tanımlandığıyla ilgili. Geçici görülen nesneler, içlerinde bulunduğuna inanılan anlam dünyasıyla yeni bir öyküye konu edilmişse ve bu öykü kültürel bağlamda bir yere oturmuşsa zamana daha iyi direnebiliyor. Ama bunun bir de karşıt durumu var: Modern dönemin “kıt” görünen kaynaklarının devamlılığı, sürekli yıkıp yeniden yapmaya dayalı bir üretimin temel malzemesini oluşturuyor. Bunun en güzel örneği belki de mimarlık birikimi ile gayrimenkul sektörünün iktisadi dinamikleri arasındaki savaşta izlenebilir. Atalarımızdan kalan eşyalar gibi zamana karşı direnme ve kendini yenileme, gücü kısıtlı olan “tasarım”, üzerinde bulunduğu arazide biriken kentsel rant karşısında giderek eziliyor. Bir binaya ait tasarım fikrinin önemine ilişkin bilimsel verilere dayalı olarak uluslararası, ulusal ve yerel bilgi birikimini öyküleştirmeye çalışan meslek dallarının profesyonelleri, yıkılan her tarihî yapıda dillerindeki sözcükleri kerpetenle çekip alınmış gibi acı duyuyorlar. Ancak o arazide biriken güncel parasal değerin nasıl en üst düzeye çıkabileceğini hesaplayan kimseler ise, bu tür bir kayboluşun farkında olmaksızın, bir anlam çölünde kaldıklarının farkında bile olmadan hayatlarına devam ediyorlar.
Çocukken bir gün annem elinde eski bir çanakla geldi. Simsiyah ahşap oyma bir çanak, bir kenarında da ince bir çatlak. En az 50 yıllık bir kahve çanağı olduğunu, baba ocağından geldiğini anlattı bana. Gerçekten de yakınına gelince 50yıldır demlenen kahvenin buram buram kokusu geliyordu. Sonra annem nedendir bilmem o çanağı tamir ettirdi. Çatlağa macun dolduruldu, üstüne de cila çekildi. Vitrinine koyduğunda belki daha güzel ve yeni görünüyordu ama kahve kokusu yoktu artık. Atalarımızdan bizlere kalan pahada hafif şeyler kolay gözden çıkarılıp değiştirilebiliyor. Ama bu basit şeyleri topyekûn hayatımızdan uzaklaştırdığımızda da yakıcı bir yoksunlukla karşı karşıya kalıyoruz. Kayıplarımızın yüzlerini artık zihnimizde canlandıramadığımızda onları bize hatırlatacak, anılarımızın kayıp kıtalarında yol almamızı sağlayacak ipuçlarını da kaybediyoruz. Önemli olan elde kalanlar ile elden çıkarılacaklar arasında anlamlı bir denge noktası, bir uzlaşı bulabilmek. Müzecilik gibi uğraşların toplumlarda ne düzeyde geliştiği, bu tür uzlaşının göstergesi olarak alınabilir. Benzer şekilde dünyanın birçok kentinde geçmişe ait birikimin bir şekilde korunduğu ve gelecek kuşaklara aktarılmaya çalışıldığı görülüyor. Böylece kentlerin hafıza mekânları, kimlik alanları ve kültürel sığınma adacıkları hayatta kalabiliyor, kente ilişkin ortak yaşam yeşerecek verimli görsel ve ruhsal örnekler bulabiliyor.
Aslında günümüzde bu tür sorulara verilecek yanıtlar ve oluşturulacak değerler sistemi aracılığıyla doğal ve kültürel mirasın gerektiği gibi ele alınması, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için harcanan çabalar, geçmiş dönemlere kıyasla çok daha hayati bir önem taşıyor. Bir tarafıyla da toplumlardaki gelişmelerin kaçınılmaz gibi görünen yıkıcı sonuçlarının insanın tarihselliğinin simgeleri aracılığıyla dengelenmesinde bu çabaların önemi büyük. Ancak ne yazık ki bu gelişmelerin aynı zamanda insanlığın anlamları üzerinde ittifak ettikleri dolayısıyla da neredeyse ortak bir miras olarak görülen doğal ve kültürel varlıklarının tehlike altına girme, zedelenme, tahrip edilme, hatta yok olma riskini artırdığı da gözlemliyoruz. Buna karşılık insanlık bir süredir bu riskleri ortadan kaldıracak küresel standartlar, sistemler ve mekanizmalar geliştirmeye çalışıyor.
Bu mekanizmaların en önemli örneklerinden biri, UNESCO Dünya Miras Sözleşmesi uyarınca tanımlanan Dünya Miras Alanları. Bütün insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen kültürel ve doğal varlıkları dünyaya tanıtmak, söz konusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli işbirliğini sağlamak için UNESCO, 1972’de uluslararası bir sözleşme yapılmasına karar veriyor ve “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” kabul ediliyor. Sözleşme doğrultusunda, imzacı devletlerin katkısıyla ve bilimsel ölçütlere göre tüm insanlığın ortak mirası olarak tespit edilen doğal ve kültürel varlıklar Dünya Miras Listesi’ne kaydediliyor ve Dünya Miras Alanı olarak kabul ediliyor. Sözleşmenin imzaya sunulmasının üzerinden geçen yaklaşık yarım yüzyılı aşkın süreden sonra anlamı ve uygulamaları farklı açılardan sorgulansa da Dünya Miras Listesi kültürel ve doğal mirasın korunmasındaki en temel araçlardan biri olma niteliğini sürdürüyor. Savaşlardan çevre felaketlerine, kitlesel göçlerden küresel pandemiye ve dönüştürücü teknolojilerin yaygınlaşmasına kadar yaşanan her olayda bir şekilde yıkım karşısında devletler ve ulus-ötesi kuruluşlar sorumluluk hissediyor, doğal ve kültürel mirasın nasıl etkilendiği sorusuna yanıt arıyor, gerekirse birlikte önlemler alıyor.
Ortak miras sayılmanın ölçütleri
Bir yerin ilan edilmesi o yer için küresel ölçekte bir prestij ve sorumluluk kaynağıdır. İlan edilen yer, planlama ve koruma açısından yeterli bilimsel bilgi birikiminin ve teknik kapasitenin bulunduğunun göstergesi olarak kabul ediliyor. Ayrıca Dünya Miras Alanı olması o yerin uluslararası bilimsel çevrelerin, tur operatörlerinin, kültürel etkinliklerin, uluslararası fonların ilgisini çekmesini sağlıyor. Bu sebeple bir devletin Dünya Miras Listesi’ne önerdiği herhangi bir alanın değerlendirme süreci uzun ve titizlikle yürütülen, iç içe geçmiş bürokratik ve bilimsel süreçlerle sağlanıyor.
Dünya Miras Listesi adaylık sürecini ilgili devletlerin kurumlarıyla, UNESCO Dünya Miras Merkezi ve üye ülkelerin temsilcilerinden oluşan Dünya Miras Komitesi birlikte takip ediyor. Buna göre aday gösterilen varlıklar önce bir tür niyet beyanı olarak kabul edilerek her ülkenin kendi “geçici liste”sine, ardından gerekli bilimsel ve teknik çalışmalar tamamlandıktan sonra da “asıl liste”ye kaydediliyor. Adaylık sürecinin her aşamasında üye ülkeler ve UNESCO bilimsel çevrelerle işbirliği yaparak kararlarını bilimsel verilere dayandırmaya çalışıyor.
Bir yerin bilimsel olarak insanlığın ortak mirası niteliğini taşıyıp taşımadığı değerlendirilirken UNESCO Dünya Miras Sözleşmesi Uygulama Rehberi doğrultusunda yerine getirilmesi gereken ölçütler ve yapılması gereken çalışmalar, olağanüstü evrensel değer, özgünlük, bütünsellik kavramları çerçevesinde ele alınıyor. Buna göre, bilimsel olarak aday gösterilen alanın başka yerde bulunmayan sıra dışı bir evrensel değerinin bulunması, bu değerin özgün halinin hâlâ mevcut olması ve alanın bütünlüğünün korunabilmesine ilişkin gerekli teknik kapasitenin sağlanabilmesi gerekiyor. Bir alanın Dünya Miras Alanı olabilmesi için ayrıca belli ölçütlerden en az birini ya da birden fazlasını sağlaması lazım:
- İnsan yaratıcı dehasının bir şaheserini temsil etmek,
- Mimari veya teknoloji, abidevi sanatlar, şehir planlama veya peyzaj tasarımı konusundaki gelişmeler üzerine bir zaman zarfı içinde dünyanın belli bir kültürel alanında insan değerleri arasındaki önemli alışverişi sergilemek,
- Yaşayan veya ortadan yok olmuş bir kültürel geleneğe veya bir medeniyete yönelik eşsiz veya en azından istisnai bir tanıklık üstlenmek,
- İnsanlık tarihinde önemli bir aşamayı veya aşamaları gösteren bir yapı türü, mimari veya teknolojik grup veya peyzaj için istisnai bir örnek olmak,
- Özellikle geri döndürülemez değişikliklerin etkisi altında hassas hale gelen insanın çevreyle etkileşiminin veya kültürün (veya kültürlerin) bir temsilcisi olan geleneksel insan yerleşimi, arazi kullanımı veya deniz kullanımının istisnai bir örneği olmak,
- İstisnai evrensel öneme sahip olaylar veya yaşayan gelenekler ile fikirler ile veya inançlar ile sanatsal ve edebi eserler ile doğrudan veya somut bir biçimde ilişkili olmak.
Bu değerlendirmeyle birlikte, aday gösteren ülkelerin bu alanları korumak için gerekli çalışmaları uluslararası kabul görmüş koruma yaklaşımları çerçevesinde planlayıp uygulaması bekleniyor. Bu çalışmalara yönelik “alan yönetimi” denilen katılımcı bir yönetim ve karar verme sürecinin kurulması, bu yönetsel yapının alandaki koruma politikalarına ilişkin çerçeveyi ifade eden bir “yönetim planı” aracılığıyla yürütülmesi isteniyor. Adaylık dosyası hazırlanıp planlama süreci ve yönetsel yapı tamamlandığında söz konusu alan her yıl düzenlenen Dünya Miras Komitesi toplantısında incelenerek Dünya Miras Listesi’ne kaydediliyor. Ancak bu kayıt işleminin kalıcı olduğu söylenemez. Dünya Miras Komitesi listeye kaydedilen varlıkları yakından takip ediyor, eğer varlığın korunmasına ilişkin ciddi sorunlar varsa aynı varlığı bu kez “tehlike altındaki miras” listesine kaydırıyor, olumsuzluklar yine devam ederse de tüm listelerden kalıcı olarak çıkarıyor. Bu konuma düşen bir ülke dünyada yanlışta ısrarcılığıyla ve insanlığın ortak mirasına saygısızlığıyla anılıyor.
Kabarık bir liste
Bugün itibarıyla artık Dünya Miras Alanları’yla ilgili süreçlerin tüm dünya için ortak bir çabanın parçası olduğunu görüyoruz. Mevcut jeopolitik dengelerin ve diplomatik teamüllerin etkisinden azade olmasa da, insanlığın ortak mirası olarak değerlendirilen varlıklarla ilgili yapılan çalışmalarda gerilimler, çatışmalar ve farklılıklar bir kenara bırakılabiliyor. Diğer yandan küresel turizm rekabetinde ve yumuşak güç olarak kültürel egemenlik mücadelesinde önemli bir araca dönüşen Dünya Miras Alanları’na duyulan ilgi son yıllarda giderek artıyor. Bu da bir yanıyla, salt koruma amaçlı olmasa da ülkeleri bu alanda daha faal olmaya teşvik eden bir unsur.
2024 başı itibarıyla Dünya Miras Listesi’ne kayıtlı 1.199 varlık bulunuyor. Bunların 933’ü kültürel, 227’si doğal, 39’u da hem kültürel hem doğal açıdan dünya mirası niteliği taşıyor. Listeye alınan varlıkların sayısının bu alandaki rekabete bağlı olarak hızla artması da UNESCO’yu önlem almaya itiyor. Sonuçta kimsenin takip edemeyeceği büyüklükte bir liste işlevsiz kalacağından başvuru ve değerlendirme süreci sürekli geliştiriliyor. Ancak yeni kıstaslar gerçekten önemli bir varlık söz konusu olduğunda esnetiliyor. Yine de pek çok durumda bu konuda yaşanan rekabet yüzünden varlıkların korunması meselesinin geri planda kalması da tartışma konusu.
Türkiye, sözleşmeyi imzalamasının üzerinden geçen 40 yıllık sürenin önemli bir kısmında bu konuda fazla etkin olamadı. Ancak son 20 yıldır Anadolu’daki değerlerin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmesi için yoğunlaşan bir çaba içerisine girdi. Bugün itibarıyla Türkiye’nin Dünya Mirası Geçici Listesi’nde kayıtlı 79, Dünya Mirası Asıl Listesi’nde kayıtlı 21 varlığı bulunuyor. Asıl listede yer alan 19 alan kültürel, 2’si ise hem doğal hem kültürel. Ancak çabaların geç kalınmasından kaynaklı sorunlar yaşandığı biliniyor. Öncelikle gerekli teknik kapasite, koruma bilinci ve hassasiyeti bütünsel bir deneyim haline getirilemediği için çok önemli bazı alanlar geçici listeden asıl listeye geçemiyor. Bunun sebebi ya bu alanlara UNESCO ölçütlerine aykırı müdahalelerde bulunulması ya da bu alanlara ilişkin çalışmaları tamamlayacak siyasi irade, teknik kapasite ve kararlılığın bulunmaması. Aslında temelde modern bir yaklaşım olan Dünya Miras Alanları’na ilişkin koruma anlayışının bir şekilde her ülkenin anlayışına uygun bir süzgeçten geçirilerek yeniden üretilmesi gerekliliği de bu anlamda tartışılıyor.
Bu durum sözleşmenin temelini oluşturan dünya mirası kavramının etimolojisinde izlenebiliyor.Kavramın uluslararası literatürde Fransızca karşılığı Patrimoine Mondial. Özellikle Kıta Avrupası dillerinin birçoğunda sözcüklerin eril ya da dişil niteliklerinin bulunduğu bilinir. Patrimoine sözcüğünün kökeninde “Kilisenin malı, Latince, babadan miras yoluyla elde edilen somut şeyler” anlamı göze çarpıyor. Latin kökenli olmasa da Türkçede “ata mirası” dendiğinde de yazının başında ifade ettiğim maddi dünya koşulları karşısında direnemeyen, hızla tüketilen varlıklara karşılık gelen bir anlam dünyasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Biraz da toplumsal cinsiyet perspektifinden bakarsak bize annelerimizden kalan “yadigâr”larla çok daha güçlü bir duygusal bağlar kurduğumuzu söyleyebiliriz. Çünkü “yadigâr” sözcüğü, maddi olarak bir kuşaktan ötekine aktarılan bir anlamın ötesinde, kuşaktan kuşağa “anımsanarak” aktarılan şeyleri içeriyor. Bir şeyi sadece duyularımızla algıladığımız bir nesne olduğu için değil, anımsamaya değer bulduğumuz için korumamız gerektiği bakışı toplumsal gelişim tarihimizle de yakından ilişkili. Son dönemde sıkça dile getirilen, aslında dünya mirasının ağırlıklı olarak ataerkil kültürün kalıntılarının sürdürülmesi için belirlenmiş bir çerçeve olduğu, kadının göreli olarak arka planda kalan varlığının ürünlerinin nadiren bu kapsamda ele alındığı eleştirisini de dikkate alırsak, sadece maddi olanı değil, insana her yönüyle ve bütünüyle ait olanı gelecek kuşaklara aktarmak için çaba gösterilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Övündüğümüz Anadolu coğrafyamızdaki insanlığın ortak mirası niteliğindeki varlıkları hakkıyla koruyabilmek, çocuklarımıza, torunlarımıza, hatta uzak gelecekte Samanyolu Galaksisi’ndeki son insana eriştirebilmek için dünyanın mirasını yine bu toprakların kültürüne ait toprak ana kültünden başlayarak annemizin yadigârı gibi görmemiz şart. Bunun için de dünya mirasına dair duygu yoğunluğunu, bu dünyaya iz bırakacak hukuki ciddiyet, bilimsel birikim, farklı olanları bir araya getirecek kolaylaştırıcılık ve teknik doğruları çekinmeden uygulayabilecek iradeyle harmanlamak gerekiyor.