Tarlaya ekilen bir tohum tanesinin dönüşümün en lezzetli sonuçlarından biri olan ekmek, soframızda belki de en ayrıcalıklı yere sahip. Neredeyse tüketildiği her toplumda ve inanışta önemsenen, kimi zaman kutsallaştırılan ekmek ve buğday, antik dönemde Mezopotamya’da, Mısır’da ve Anadolu uygarlıklarının pek çoğunda bereketi simgeliyor, tanrılara ve tanrıçalara adak olarak sunuluyor. Özellikle Antik Mısır’ın ölümden sonra devam eden yaşam inancıyla bağlantılı olarak resimlerle kaplanan mezar odalarında, ölen kişinin yaşamı boyunca yaptıklarıyla birlikte yiyip içtikleri de görülüyor; tahıl hasadı yapan ve ekmek pişirenler gibi günlük hayattan detaylar da. Yunan mitolojisinde, Tanrıça Demeter ve kızı Persophone’nin koruyuculuğundaki tarım ve buğday gibi ekmek de kutsal. Ortaçağ’da da özellikle tahıl tarımı feodal Avrupa ekonomisinde belirleyici. Avrupa mutfağında geniş bir kullanım alanına sahip olan tahıllardan yapılan ekmek, diğer yiyecek ve içeceklerde olduğu gibi kimi zaman sınıfsal bir gösterge olarak, pişirme tekniklerinden kullanılan unun çeşidine kadar türlü ayrıntıyla Avrupa’nın toplumsal yapısını anlamak için yol gösterici olabiliyor. Hikâyesi yazının tarihi kadar eskiye dayanan ekmek,antik dönemden itibaren pek çok kültürün sanat üretiminde yer alıyor.
Sanat tarihinde ekmek
Ekmeğin sanat tarihindeki kullanımına baktığımızda, pek çok farklı mevsimsel işin betimlendiği gibi ekmek pişirme sahnelerinin de yer aldığı takvim resimlerinde ya da yiyeceklerin bedene sağladığıfaydalar hakkında bilgi veren elyazmalarında (Takvimüs- Sıhha’nın [Tacuinum Sanitatis] resimli kopyalarında) ekmek betimlemelerinin yapıldığını görüyoruz. Kutsal kabul edilen ekmeğin en sık yer aldığı sahneler, Ortaçağ’dan başlayarak Avrupa resminin çok uzun zaman yegâne konusu olmuş Hıristiyanlık anlatılarında karşımıza çıkıyor. İsa’nın bedenini simgeleyen ekmek, İsa’nın çölde kendisini takip eden 5.000 kişiyi doyurmak için “ekmekleri çoğaltması” mucizesi,havarileriyle birlikte yediği “son akşam yemeği”, “diriliş”inden sonra öğrencilerine göründüğü üç olaydan biri olarak da bilinen “Emmaus’ta yemek” resmedildiğinde ekmek, olmazsa olmaz bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. İsa’nın bizzat, “Bu benim bedenimdir,” (Yeni Ahit, “Matta”, 26:26) diyerek işaret ettiği ekmeğin, İsa’nın kanını temsil ettiğine inanılan şarapla birlikte Hıristiyanlığın en önemli ayinlerinden biri olan Efkaristiya’nın temel unsuru oluşu önemini gösteriyor. İkonografik betimlemelerin yanı sıra pazar yerlerinin, mutfakların, mesleklerin (fırıncılar gibi) ya da sofraların resmedildiği günlük yaşam sahnelerinde ve natürmortlarda sıklıkla ekmeği görüyoruz. Yeme içme alışkanlıkları kadar yaşam tarzları hakkında da bir izlenim edinebileceğimiz sofra sahnelerinde, masanın etrafındakiler dönemin tanınan kişileri ya da anonim kimlikler olabiliyor; yiyecek içecek türleri çeşitleniyor, azalıp çoğalıyor ama neredeyse hepsinde istisnasız ekmek yer alıyor.
Dalí’nin ekmekten mobilyaları
Modern dönemde natürmortlarda resmedilmeye devam eden ekmek, kimi zaman çalışan kesimi temsil eden gerçekçi resimlerde bir sınıf simgesi olarak (örneğin Jean François Millet, “La Fournée” [Ekmek Pişiren Kadın, 1854]), modern sonrasında ve günümüzde de toplumsal hareketler, göç, ekoloji, çevre sorunları, gıda politikaları gibi güncel sorunların ele alındığı çalışmalarda sanatın nesnesi olmayı sürdürüyor.
Ekmeğe ilgisi bilinen Salvador Dalí, çalışmalarında kimi zaman doğrudan ekmeği resmediyor kimi zaman da bir nesne olarak heykellerinde kullanıyor. Bir masada duran ekmek sepeti ya da Hıristiyan ikonografisinin önemli sembolleri olan ekmek ve balığın olduğu “Nature morte évangélique” (Efkaristiya Natürmort, 1952) gibi natürmortları akla ilk gelenler. Katalan kültüründe ekmeğin günlük hayattaki önemini vurgulayan sanatçının kendi adını taşıyan müzesinin dış cephesinde ekmek figürleri yer alıyor. “Buste de femme rétrospectif”de (Bir Kadının Retrospektif Büstü, 1933) Dalí’nin sürrealist çalışmalarında fallik çağrışımlar içerdiği bilinen Fransız baget ekmeği dikkat çekiyor (eser 1933’te sergilendiğinde, Pablo Picasso’nun köpeğinin orijinal ekmek somununu yediği anlatılıyor). Dalí’nin ekmekle ilintili bir başka hikâyesi de Paris’te müdavimi olduğu ünlü fırın Poilâne’ın sahibi ve arkadaşı Lionel Poilâne’a kendi otel odasına yerleştirmek üzere ekmekten yapılmış mobilya takımı siparişi vermesi. Hatta bu takıma ait ekmekten yapılmış avize, fırının bir şubesinde halen sergileniyor (tabii ki bozulduğu için belirli sürelerde yeniden üretiliyor).
Temsilden malzemeye
Daniel Spoerri de “tuzak resim”lerinden (tablo-pièges) olan “Catalogue Tabou”da (Katalog Tabu, 1961) ekmek nesneleri yaratıyor. “Bread Dough Objects”(Ekmek Hamurundan Nesneler, 1972) adını verdiği çalışmasında Spoerri farklı bir nesneyi hamurla doldurup pişiriyor. Pişirme sırasında nesneden taşan hamur sabitlenerek sergileniyor. Ekmek bu örneklerde temsil olmaktan uzaklaşıp malzeme haline geliyor. Bu yaklaşımı sürdüren sanatçılardan Antony Gormley’nin parafin ve ekmek kullanarak yaptığı “Bed”de (Yatak, 1980) ekmek, yapıtın temel malzemesi. Ekmekten bir yatak olarak düşünülen bu çalışmada sanatçı kendi bedenini de kullanıyor; tost ekmeklerini oyarak yatakta bedenin bıraktığı bir iz oluşturuyor ve bunun simetrik bir yansımasını ikinci yatakta da yapıyor. Katolik bir eğitimden gelen sanatçının bu çalışması İsa’nın bedeninin ekmekle temsil edilmesine bir gönderme niteliği taşıyor.
Ekmeğin merkezde olduğu bir diğer eser de Brezilyalı Anna Bella Geiger’a ait “O Pão Nosso de CadaDia” (Günlük Ekmeğimiz, 1972). Sanatçının beyaz ekmek dilimlerinden ısırıklar alarak Güney Amerika kıtasının dış hatlarının bir görüntüsünü oluşturduğu bu çalışması, kartpostal olarak çoğalttığı bir dizi fotoğraf. Geiger ulusal kimlik ve kendisi için de geçerli olan, kimliği nedeniyle etiketlenme sorununu ön plana aldığı çalışmalarında harita kullanımını sıklıkla tekrarlıyor.
“O Pão Nosso de CadaDia” (2016) adlı başka bir çalışmadaysa Angola doğumlu Yonamine, 2.500 dilim ekmeğin üzerine ekmek kızartma makinesi kullanarak Angola Başkanı José Eduardo dos Santos’un iki portresini ve çeşitli sayıları (0, 1, 7 ve 8 ağırlıkta) damgalıyor. Angola’nın Portekiz’in sömürgesiyken bağımsızlığını kazandığı ve 2002’ye kadar süren bir iç savaşa sürüklendiği 1975 yılında doğan sanatçı, siyasi bir süreci yapıtına taşırken çoğu kez siyasi ve toplumsal hareketlerin simgesi olan ekmeği malzeme olarak tercih ediyor. “Günlük ekmeğimiz” tanımlamasının Tanrı’nın hem dünyevi gereksinimleri hem de ruhani besini karşılayacağına olan güveni de temsil ediyor; ki sanatçının eseri için bu adı seçmesi dinî bir simgesellik de taşıyor.
Andrea Büttner, “Bread Painting”(Ekmek Resimleri, 2011-2016) adını verdiği bir seri yapıyor. Sanatçı 2023’te Kunstmuseum Basel’deki sergisinde bu resimlerinden bir seçkiyi gelenekle bağ kuran bir sergilemeyle müzenin “Eski Ustalar” bölümünde sunuyor. Cam altı tekniği kullanılarak yapılmış ekmek fotoğraflarının yapıştırıldığı bu tablolar, örneğin Willem Van Aelst’in “Ontbijtje” (Kahvaltı Natürmort,1679), Hans Herbst ve Genç Hans Holbein’in“Son Akşam Yemeği”ya da Juan van der Hamen y Leon’un ekmekli natürmordu gibi konu gereği ekmek betimlemesinin yer aldığı resimlerin yanında sergileniyor. Dinsel içerikli ya da natürmort bir eserde ekmek yer alırken, yalnızca bir ekmek imgesinin yer aldığı bir resimle karşılaşmak müze izleyicisine beklenmedik bir deneyim sunuyor.
Fiona Hall’un 2015’te Venedik Bienali’ndeki Avustralya Pavyonu’nda sergilediği “Crust”(Kabuk, 2014-2015) adlı yerleştirmesinde malzeme olarak yine ekmek ön planda. Atlas sayfalarının üzerine yerleştirilen pişmiş ekmeklerin her biri farklı formda yapılmış birer heykel ve bunlar açık olan sayfada haritası görülen bölgede meydana gelen, kültürel, askerî ya da siyasi trajedileri temsil ediyor. Suriye haritasına ekmekten tuğlaların saçıldığı patlatılmış bir köy ya da Ortadoğu’ya sapan,Afrika haritasına ölü bir fil heykeli yerleştirilmesi gibi. En temel gıda olan ekmeğin trajedileri temsil eden birer heykele dönüşmesi belki de bu olayların arka planında ekmeğe sahip olabilmenin yani bir anlamda yaşamı sürdürmenin bu olaylarla ilişkisini ifade ediyor.
Mayanın illüzyonu
Kimi sanatçılar da ekmeği performanslarına yansıtıyor. Araştırma temelli ve disiplinlerarası çalışmalar yapan Laura Wilson ekmek ve fırıncılar üzerine çalışmalar geliştiriyor. 2016 yılında bir fırıncı ve bir koreografla gerçekleştirdiği performans gösterisi, adını özellikle artisan ekşi mayalı ekmek hamurunu hazırlarken uygulanan katlama ve uzatma tekniğinden alıyor. Ekmek yaparken yapılan beden hareketlerine dayalı “Fold and Stretch”de (Katla ve Uzat, 2016) dansçılar taşıdıkları hamurun yapısının izin verdiği ölçüde hareket ediyor ve sürekli değişen bir yapısı olan mayalı ekmek hamuru da performans boyunca dönüşüyor. Sanatçı kişisel belleğinde yer eden İrlanda’da üretilen Veda marka, malt özlü bir ekmek üzerine bir araştırma yapıyor ve artık endüstrileşen bu ekmeğin “gizli” olduğu iddia edilen tarifinin peşine düşüyor. “Trained on Veda”(Veda’ya Yönelmek) adını verdiği bu çalışmasında ulaştığı tariften yola çıkarak bir fırıncıyla orijinal Veda ekmeğinden ilham alan yeni bir tarif geliştiriyor. Çeşitli sergi ve etkinliklerde bu ekmeğin tadılmasını sağlayan Wilson, 5. İstanbul Tasarım Bienali’ndeki “Eleştirel Yemek Programı / Critical Cooking Show: Veda” (2021) adlı dijital video serisinde, şef İrem Aksu’yla bir araya gelerek Veda ekmeğini kullandığı bir tarif hazırlıyor ve bir yandan da kolektif hafıza, gelenekler, tarifler üzerine konuşuyor. Sanatçı ekmek konusunu hem kültürel ve tarihî geçmişi hem de malzemesi açısından önemsediğini belirtiyor. Çalışmalarında odağına aldığı bilginin aktarımı konusunu, gıda ve ekmek üzerinden geliştiriyor.
Burak Delier’in, 2020’de gerçekleştirdiği “Maya” adlı çalışması mayalanma ve ekmek yapımı sürecinin izlendiği bir video. Delier yerel, sürdürülebilir ve olabildiğince organik üretimi devam ettirmeyi amaçlayan bir gıda merkezi olan EK BİÇ YE İÇ’in bünyesinde İstanbul Kurtuluş’ta bulunan bir fırında, kendi ürettiği ve sürdürdüğü ekmek mayasıyla pişirdiği ekmekleri de paylaşıyor. Endüstriyel ekmek mayası kullanılmadan önce yaygın olan ve nesilden nesle aktarılabilen geleneksel mayanın kullanılması çalışmanın odağını oluşturuyor. Sanatçı “maya” kelimesinin sözlükteki anlamlarına dikkat çekerken Sanskritçede “illüzyon” veya “illüzyonun gücü” anlamına geldiğinden bahsediyor.
Cervantes, “Ekmek bütün acıları azaltır,” derken haklıydı. Çok aç olduğumuzda bile bir lokma ekmek yemek iyi hissettiriyor. Aslında oldukça basit olan, sadece su ve undan oluşan ekmek bir yandan da yavaş yapılış süreci itibarıyla sabırlı olmayı gerektiriyor; kutsal kabul ediliyor; paylaşımı temsil ediyor; üretilmesi de elde edilmesi de emeği ifade ediyor. Görüldüğü gibi aslında mütevazı bir yiyecek olarak temsil ettikleri çok fazla. Gerek klasik dönemde gerek modern ve çağdaş dönemde sanatın anlatmak istediğine aracılık etmesi için ekmeği eserlerinin öznesi yapan sanatçılar görüyoruz. Ekmek, simgelediği ya da salt kültürel bir temsil için betimlenmesi söz konusu olduğunda, dönemin sanatına konu edilen kavramları ya da konuları özellikle yemek aracılığıyla ifade etmek isteyen sanatçıların tercihi olmaya devam ediyor. Ele aldığımız örneklerde de görüldüğü gibi ekmek, tarihî ve kültürel öneme sahip oluşu, emeği ve çoğu zaman zanaatı ifade etmesi, geleneği ve nesiller arası bilgi aktarımını içerdiği gibi sürdürülebilirlik, çevre ve iklim politikaları, adil gıda paylaşımı gibi güncele dair ve acil çözüm önerisi gerektiren alanları da ilgilendirmesiyle sanatın konusu olmayı şüphesiz sürdürecek.