Işıl Çokuğraş ve C. İrem Gençer
Kurmak ve Onarmak: Mimar-Restoratör Mualla Eyüboğlu (1919-1009)
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2023
Kaç tane kadın mimar tanıyorsunuz?
Cumhuriyet’in kuruluşunda aktif rol oynamış kaç tane kadın mimar tanıyorsunuz?
Bunlar ne yazık ki çok sınırlı yanıtlar verebildiğimiz sorular. Işıl Çokuğraş ve C. İrem Gençer’in Kurmak ve Onarmak: Mimar-Restoratör Mualla Eyüboğlu (1919-2009) kitabı, bu durumun değişebilmesi yolunda önemli bir çalışma. Mualla Eyüboğlu, bilhassa 1940’larda Cumhuriyet’in kuruluşunda rol almış bir mimar-restoratör. Çokuğraş ve Gençer, Eyüboğlu’nun yeğeni aracılığıyla eriştikleri, İstanbul Doğan Apartmanı’nın çatı katında duran ve su basmasından bir kısmı zarar görmüş belgelerini özenle kitaba dönüştürmüşler. Arşivleme amacıyla saklanmayan belgelerde uzunca bir kazıya girişen yazarlar, kuvvetli bir sezgiyle koydukları başlıkta Eyüboğlu’nun iki eylemine dikkat çekiyor: Kurmak ve onarmak. Zira Eyüboğlu, dönemin tüm zorluklarına ve kadın bir mimar olarak önüne çıkan engellere karşılık inandığı değerleri sürekli yeniden “kurma” sorumluluğunu üstleniyor. Onarma onun için en anlamlı eylemlerden biri ve Eyüboğlu, Türkiye’deki koruma kültürünün oluşmasında büyük bir rol oynuyor.
Kurmak ve onarmak; Eyüboğlu için Anadolu’da köy köy dolaşarak, farklı yerlere seyahatlere çıkarak, gençlerle birlikte üreterek, defterlerinde çizimler ve şiirler biriktirerek, Anadolu’dan nesneler toplayarak çalışmak demek. Eyüboğlu sahanın içinde yer alıyor; bu nedenle mesleki deneyiminde hem antropolojik hem de mimari keşifler yapan bir gezginin sevinci hissediliyor. Çokuğraş ve Gençer bu sevinci sayfalardan taşırıp okura da yaşatmayı başarıyorlar.Eyüboğlu’nu aynı sevinci, köylerde inşa yerinde, kısıtlı imkânlarla ilerleyen şantiyelerde ve tarihî bir yapının cephesine tırmanan ahşap bir iskelede de duyduğunu hayal edebiliyoruz.Kendisini mimar olarak tanımlamıyor Eyüboğlu. Farklı yerellikler içinde olan; yüzünü Batı’ya çevirmiş entelektüel kesimin Anadolu’yu dışlayıcılığını benimsemeyen; kadınların, özellikle de kız çocuklarının karşılaştığı tüm zorluklarla yüzleşen; kendi tabiriyle halktan biri ve bir işçi.
Kitabın giriş bölümünde Eyüboğlu’nun çok yerli ve çok kültürlü ruhunun geri planındaki aile geçmişi aktarılıyor. Çokuğraş ve Gençer bir biyografi oluşturmaktan daha çok Eyüboğlu’nun yaptığı işlere yoğunlaşıyorlar, onun bir mimar ve restoratör olarak arşivini oluşturmaya çalıştıklarının altını çiziyorlar. Bu nedenle Eyüboğlu’nun aile bağlarına,bu bağların onun eylemliliklerini nasıl etkilediğini ele alarak değiniyorlar. Kardeşleri Nezahat Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve bilhassa Sabahattin Eyüboğlu, Mualla Eyüboğlu arşivinin birer parçasını oluşturuyor. Bazen küçük bir notta, bazen rasgele karalanmış bir cümlede, bazen bir mektupta bu ilişkileri, kişisel ile mesleki olan arasındaki bağları, 1940, 1950 ve 1960’lı yıllar boyunca ilkelerinden ödün vermeden işini en iyi şekilde yapmaya çabalayan kadın bir mimar olmanın haletiruhiyesini okuyoruz. Bununla birlikte D Grubu ve Mavi’ler, Halet Çambel ve koruma alanında önemli sorumluluklar almış Cahide Tamer ile Selma Emler gibi özel isimler de karşımıza çıkıyor arşivde.
Kitabın devamındaki strüktürü de “kurmak” ve “onarmak” eylemlerini takip ediyor. “Kurma”yı izleyen ilk bölümde Eyüboğlu’nun Köy Enstitüleri’nin kuruluşundaki deneyimleri, “onarma”yı izleyen ikinci bölümünde ise restorasyon alanındaki çalışmaları aktarılıyor. İlk bölüm, birkaç ay önce Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılını kutlamışken, Köy Enstitüleri’ni daha yakından tanımak isteyecek herkese mekânsal bir tarih okuması sunuyor. Cumhuriyet ideallerinden biri olan ve kırsal ile kentsel arasındaki yarılmaya karşılık bu ikisini iç içe geçirmeyi hedefleyen Köy Enstitüleri’yle ilerici bir eğitim modeli hayata geçirilmeye çalışılıyor. Müfredatlarında yabancı dil, eğitim tarihi, tarım, yapı kolu, müzik, felsefe, mimarlık olan uygulamalı bir model kurgulanıyor.
Kurmaya ilişkin ilk bölümdeki en etkileyici anlatılardan biri, Eyüboğlu’nun Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (DGSA) Mimarlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra çok isteyerek geldiği Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde, zorlanarak mezun olduğu mimarlık eğitiminin eksikliklerini fark etmesine ilişkin. Eyüboğlu,Köy Enstitüleri için açılan yarışmaları kazanan mimari projelerin hayata geçirilmesinde kampüslerin alan seçimi ve vaziyet planı yerleşimi, uygulama projelerinin çizilmesi ve yapıların öğrencilerle birlikte inşa edilmesi, eksik yapıların tasarlanması ve uygulanması gibi çeşitli roller üstleniyor. Bu aşamalarda akademinin yerelin çokluğunu kavrayamadığını, Anadolu’nun zengin geleneksel yapı ve malzeme teknikleri olduğunu, kazanan projelerin bu bilgileri içermediği için eksik kaldığını, çoğu zaman projelerde yerel malzeme, yapım teknolojisi ve iklim koşullarının önemsenmediğini fark ediyor. Köy Enstitüleri’nin kısa sürede çok sayıda eğitim kampüsü tamamlama hedefi de projelerdeki eksikliklerin tasarımcı mimarlarla giderilmesini zorlaştırıyor. Eyüboğlu sahada öğrencileriyle, ustalarla, yerel halkla birlikte bu zorlukları aşmaya çalışıyor. Uygulama aynı zamanda onun eğitim sahasını oluşturuyor. Farklı bölgelerden gelen öğrencilere geldikleri yerlerin mimarlık bilgisini de soruyor ve bu bilgiyi uygulamalı eğitim süreçlerinin bir parçası olarak ele alıyor. Mimarlık gibi sert bir akademik ortam ve eğitim sürecinden sonra Köy Enstitüleri Yapı Kolu’nda karşılıklı bilgi alışverişine öncelik verilen, daha şefkatli bir eğitim ortamı kuruyor.
Eyüboğlu’nun 1942-1946 arasında Köy Enstitüleri’nin kuruluşundaki mesleki deneyimleri önce yakalandığı sıtma hastalığı, sonra Köy Enstitüleri üzerinde artan politik baskı ve sonunda kurumun tamamen kapatılmasıyla son buluyor. Daha sonra akademide asistanlık yapıyor ama burada ona ders vermesi engelleniyor. Sahaya dönmek isteyen Eyüboğlu arkeolojik kazılara (hafriyat mimarlığı) başlıyor. Kısa zaman sonra restorasyon alanına yönlenme kararı alıp Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nda (GEEAYK) çalışmaya başlıyor. Kitabın ikinci bölümünde dönemin koruma kültürünü oluşturan dinamikler içinde kendi inandıklarını müze müdürlerine, yüklenici firmalara, bazen de akademideki hocalarına karşı savunan bir Eyüboğlu’yla karşılaşıyoruz. En çok bilinen işi Topkapı Sarayı Harem Dairesi restorasyonunun yanı sıra Anadolu’da ve İstanbul’daki diğer restorasyon işlerini detaylarıyla öğreniyoruz. Bu detaylar çizimler ve fotoğraflarla daha ilgi çekici hale geliyor. Kitap,siyasi iklimin giderek sertleştiğini de Eyüboğlu’nun karşılaştığı zorluklar üzerinden hissettiriyor: Komünist olarak etiketlenen bir ailenin mensubu, kadın bir mimar ve kendini entelektüel kesime ait hissetmeyen Eyüboğlu, işinden atılıyor. Uzun yıllar sonunda geri döndüğünde ise aktif şekilde çalışması engelleniyor. Mesleğe bu nedenle biraz erken veda ediyor.
Sanatçı, mimar, düşünür kadınların arşivlerine genelde kadınlar sahip çıkıyor. Onları eşleri, erkek kardeşleri ya da sevgilileriyle anmanın ötesine kadınlar geçiriyor. Bu emek ve özen, makro tarihleri, örneğin Cumhuriyet tarihini, az görünür kişilerin mikro anlatıları üzerinden yeniden okumamızı sağlıyor. Kitabın sunuşunda da belirtildiği gibi, mimarlıkta kadın mimarların arşivlerini çalışan ve onların Cumhuriyet sahnesindeki rollerini görünürleştiren Özlem Erdoğdu Erkarslan, Neslihan Türkün Dostoğlu, Müge Cengizkan ve Nur Akın gibi isimlere çok şey borçluyuz.Kurmak ve Onarmak bu çalışmalara Mualla Eyüboğlu’nun sevinç dolu arşivini de ekliyor. Kitaptan taşan bu sevinç sürekli yeniden kurma cesaretinden, sahadan, çokluktan, hareketten ve birlikte çalışmaktan geliyor.