Oto tamircisine gelenler, pür telaş vize randevusuna yetişmeye çalışanlar, otelinden çıkıp bir adım attığına bin pişman taksi bekleyen turistler, arabadan başka çaresinin olmadığını bilerek sinirle park yeri arayan sürücüler, güvenli bir yürüyüş umudundan vazgeçip hızlıca araç yolundan geçmeye çalışan yayalar, kendini neşeli çığlıklarla sokak aralarından caddeye atıveren çocuklar, bin bir çeşit pozda mankenlerin sıralandığı vitrinlerinin önünde curcunayı seyrederek sigara içen esnaf ve bu keşmekeşe, görece yeni eklenen bir başka renk:“Sergi”den çıkan insanlar… Serinin ikinci yazısında rotamızı Dolapdere ve Piyalepaşa’ya çeviriyor, eski galerilerin yeni mekânlarını geziyoruz.
Semtin yeni komşuları olan sanat galerilerinin, Dolapdere’ye bir hareketlilik getirdiği aşikâr. Fakat semtin kendi ritmi zaten hep vardı;bu yüzden galerilerin, sakin bir semti canlandırdığı değil,olsa olsa var olan harekete yeni bir “biçim” kattığı söylenebilir.
Rotaya, harika tınılı eski ismi Tatavla olan Kurtuluş’tan Dolapdere’ye inerek başlıyoruz. Kurtuluş Son Durak’ta ikamet eden, bahçesinde kedilerin eksik olmadığı, 1929’da Bakkal Yani’nin evinde kaçak rakı imalatı yaparken çıkan meşhur Tatavla Yangını’ndan sağ çıkamasa da yeniden inşa edilerek varlığını sürdüren Aya Dimitri Kilisesi’nin karşısındaki Akağalar Caddesi’nden aşağı salıyoruz kendimizi. Tatavla ve Dolapdere arasında bir kesişim kümesi olan bu dik yokuşun sonu bizi Irmak Caddesi’ne çıkarıyor. Rotamızın ilk üç durağı bu caddede. Sağa dönüyor, günlerden pazarsa Dolapdere Bitpazarı’nın şenlikli seslerini ve Kozmaoğlu kardeşlerin işlettiği son domuz kasabı İdeal Salam’ı geçiyor, ilk durağımız PİLEVNELİ’ye varıyoruz.
PİLEVNELİ
Mimar Emre Arolat’ın tasarladığı beş katlı binasının kapılarını 2017’de açan PİLEVNELİ Gallery, yer aldığı bölgeyle adeta bir tezat oluşturarak dikiliyor karşımızda. Yeniden işlevsel hale getirilerek galeriye dönüştürülen yapı, en çok dış cephe tasarımında yer alan dikey şeritlerin arasında bırakılan açıklıklarla dikkatimizi çekiyor. İçeriden dışarıya bakmayı sağlayan açıklıklar, bir sonraki durağımız Arter’de de olduğu gibi, ziyaretçiye dışarıda akan tekrarsız anları bir film gibi izletiyor. İzlerken düşünüyoruz: Mahalleye daha mı yakınız, yoksa burada durup bekledikçe uzaklaşıyor muyuz? Vaktimiz dar, durağımız çok; cevabı bir başka ziyaret gününe saklıyor, galeriyi gezdikten sonra terasına da uğruyor, Panayia Evangelistria Kilisesi’ne uzaktan bir selam veriyoruz.
“İstanbul’un ve bölgenin çağdaş sanat ortamına uluslararası perspektifle yepyeni bir soluk getirmek” amacıyla kurulan PİLEVNELİ, alanında özgün, istikrarlı üretimlere sahip ulusal ve uluslararası sanatçıların sergilerine ev sahipliği yapıyor. Bora Akıncıtürk, Nevin Aladağ, Refik Anadol, Hans Op De Beeck, Banu Anka, Hüseyin Çağlayan, WimDelvoye, Arık Levy, Defne Tesal ve daha birçok sanatçıyı temsil eden galeri, bünyesinde yer alan kültür-sanat platformu PİLEVNELİ Project aracılığıyla temsil etmediği sanatçılarla da çalışıyor ve çeşitli işbirlikleri yapıyor. Galerinin PİLEVNELİ Yalıkavak ismiyle Bodrum’da da bir şubesi bulunuyor.
Galeriyi turladıktan sonra, ocak ayında açılan çiçeği burnunda mağazaya uğruyor, PİLEVNELİ’nin yayımladığı kitaplar, edisyonlu baskı ve heykeller, koleksiyonluk objeler, posterler ve kırtasiye ürünleri ile galeri sanatçılarının markalarla yaptığı işbirliklerinden doğan ürünlere bakıyor, sonra sıradaki durağımız Arter için buradan ayrılıyoruz.
Arter
Dolapdere’de yürümeyi güzelleştiren şeylerden biri, sokak isimleri. Irmak Caddesi üzerinden birkaç adımda Arter’e varsak da ara sokaklara dalmak isteyenler için kent, sürprizleri ve çağrışımlarıyla bekliyor: Ekşinar, Gülleci, Mirmiran, Kopuzlu, Yeni Bostan, Tabur Ağası, Yaman Ali, Can Eriği… Aklımız eski İstanbul’a giderken yepyeni ve ihtişamlı bir binanın kapısından içeri giriyoruz.
Arter Çağdaş Sanat Müzesi, İstiklal Caddesi’ndeki yerinden Dolapdere’deki yeni binasına 2019’da taşındı. Oldukça büyük ve ferah alanında sergilerle beraber farklı etkinliklere de yer veriyor; burada aynı anda birden fazla sergi görülebiliyor. Kaybolma kaygısıyla fakat hiç kaybolmadan, karmaşa hissiyle fakat sıralı bir düzen içinde yapının mimarisi tarafından yukarıdan aşağıya ve soldan sağa gezdiriliyoruz.
Bir koca günü burada geçirmek pek tabii mümkün. Nitekim bistro ve bahçe bölümü, güzel karşılaşmalar ve uzun sohbetlere eşlik eden bir sosyalleşme mekânı. Kuruluş iddiası “sanatın tüm disiplinlerini kapsayan programıyla herkes için erişilebilir, canlı ve sürdürülebilir bir kültür ve yaşam platformu sunmak” olan Arter, koleksiyonuna bağlı ve bağımsız sergiler düzenliyor. Ayrıca, sahne sanatları, klasik, çağdaş ve elektronik müzik, film, performans sanatı ve dijital sanatlar alanlarında etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Öğrenme Programı’yla konuşmalar, paneller, atölye çalışmaları, seminerler ve sergi turları düzenlemenin yanında, Gençlik Konseyi ve Arter Araştırma programları olmak üzere bünyesinde iki programa yer veriyor. Arter Yayınları altında iki dilli bir yayın politikası güdüyor. Arter Beraber isimli üyelik programıyla çeşitli üyelik kategorilerinde ayrıcalıklar sunarken, 25 yaş altındaki gençlere ve çevre mahallelerde ikamet eden “komşuları”na ücretsiz üyelik imkânı sunuyor.
Çeperde bir güvenli merkez yaratan Arter’den ayrılmakta zorlansak da üçüncü durağımız Dirimart Dolapdere’ye doğru yola çıkıyoruz.
Dirimart Dolapdere
İlk üç durağımız arasında birer dakikalık mesafe, bir benzin istasyonu, otel olmayı beklerken bahçesi otopark olarak kullanılan atıl bir bina ve işlevsizlikte istikrarlı bir kaldırım bulunuyor. Pek de eğlenceli olmayan kısa yolculuğumuzun sonunda sade ve tek amaca odaklı Dirimart’a varıyoruz.
Arter’in ihtişamından sonra Dirimart’ın sadeliği ve görece küçük alanı hiç beklemediğimiz bir dinginlik hissi veriyor. Solda beyaz bir danışma masası, sağda mütevazı bir kitap sergileme bölümüyle bizi karşılayan girişi üç adımda geçip doğrudan sergi alanına ulaşıyoruz. İkinci bir kapı da yok üstelik. Tek yöne doğru, kararlı bir karşılama. Hoşumuza gidiyor.
Dirimart Dolapdere, kapılarını 2016’da Alman yazar, film eleştirmeni, yapımcı ve sanatçı Heinz Peter Schwerfel’in küratörlüğündeki karma sergi Surface and Beyond/Yüzey ve Ötesi’yle açtı. Hazer Özil tarafından 2002’de “Türkiye’de ve dünyada tanınan ve yükselen sanatçıları eleştirel diyalog ve karşılıklı etkileşim sunan bir bağlamda sergileme amacıyla” kurulan ve Dolapdere ile Pera’da olmak üzere iki mekânda konumlanan galeri Ayşe Erkmen, İnci Eviner, Canan Tolon, Nuri Bilge Ceylan, Sarah Morris, Anselm Reyle, Jorinde Voigt, Tomokazu Matsuyama ve Karin Kneffel, Çiğdem Aky, Çağla Ulusoy, Berke Yazıcıoğlu gibi isimleri temsil ediyor.
Henüz akşam inip de çiçek satıcıları semtine dönmeden Dolapdere’den ayrılıyor, Piyalepaşa Çarşı’daki sanat galerilerine doğru ilerliyoruz. Irmak Caddesi’nden Kurtuluş Deresi Caddesi’ne doğru devam edeceğimiz istikamette yürümek pek mantıklı değil. Mesafe uzak, kaldırımlar elverişsiz. Tercihen değil bir zorunluluk olarak araçla devam ediyoruz.
Piyalepaşa’ya geçerken İstanbul’un bostanlar, bahçeler ve derelerle dolu geçmişinin hayalini kuruyoruz. Kolektif hafızanın bir tanımı da “tanık olmadığın kaybı birlikte anmak” olmalı. Değişime direnci düşük, onunla baş edemeyen bir İstanbul’un korumacı sakinleri olarak sürekli geçmişi anmaya mahkûmuz. Her adımımıza bir yas ve yeterince yaşayamadığımız acılar eşlik ediyor.
Daha da fazla düşünmeye fırsat kalmadan Piyalepaşa Çarşı’ya varıyoruz.Piyalepaşa Çarşı farklı farklı çağdaş sanat galerilerine ev sahipliği yapıyor: MERKUR, Art On, Zilberman Selected, Martch Art Project, Pi Artworks, .artSümer…Biraz daha geride kalan DG Art Gallery’iyle birlikte bölgeyi bir sanat merkezine çeviriyorlar. Hepsini tek seferde gezecek olmanın kolaylığı keyif veriyor.Üstelik sadelik ve sakinlikleri gördüklerimizi sindirmemize de olanak sağlıyor.
Pi Artworks
Pi Artworks’e varıyoruz. Londra ve İstanbul’daki iki mekânıyla iki şehrin kültür-sanat dünyası arasında adeta bir köprü görevi görüyor. Sadece bununla sınırlı kalmayan galerinin misyonu, dünyanın farklı yerlerinden sanatçılar arasında yeni bağlar kurmak. Bakış açısını çeşitlendiren bu yaklaşımı ise yeterince temsil edilmeyen sanatçıları destekleyerek besliyor.
Zilberman Selected
İş insanı, koleksiyoner ve filantropist Moiz Zilberman tarafından 2008’de kurulan Zilberman, Türkiye’den sanatçıları “uluslararası düzeyde tanıtmak, yabancı sanatçıları yerel sanat mecrasına katmak ve genç sanatçılara bir alan verme”yi amaçlıyor. İstanbul, Berlin ve Miami olmak üzere dünyanın üç farklı şehrindeki mekânlarıyla her yıl 12 sergiye ev sahipliği yapıyor. Galerinin Piyalepaşa’da ziyaret ettiğimiz çiçeği burnunda mekânı Zilberman Selected ise 2022’de açıldı.
Art On
Art On İstanbul, 2011’de Nil ve Oktay Duran tarafından disiplinlerarası bir platform olarak kuruldu. Galeri, varoluş amacını “programını, sanat tarihine kalıcı katkılar sağlamayı hedefleyen küratöryal sergiler ve yayınlarla kurgularken, sanat yapıtının derinlikli ve çok perspektifli çözümlemeleri için bir eleştiri iklimi kurmak” şeklinde ortaya koyuyor. Sergiler, yayınlar ve konuşmalarla sanatta “özgünlük” odaklı çalışmalarını sürdüren galerinin temsil ettiği sanatçılar arasında Canan Dağdelen, Damla Sari, Ekin Kano, Enis Malik Duran, Erdal İnci, Gürsel Soyel, Hüseyin Aksoylu, Kerem Giriş, Nurgül Gökçen, Oddviz, Olcay Kuş, Ömer Emre Yavuz, Onur Mansız, Ozan Türkkan ve Umut Erbaş bulunuyor.
Panayia Evangelistria Rum Ortodoks Kilisesi
Eski adıyla Kilise Sokağı’ndaki Panayia Evangelist Rum Kilisesi gotik etkilere sahip mimarisi ve kubbesiyle hemen dikkatimizi çekiyor. Dolapdere’yi de içine alan Yenişehir bölgesindeki Rum nüfusun artışına cevaben 1894’te ibadete açılan kiliseyi 20 yıl önce çalınan özgün çanlarından hatırlıyoruz. Deniyor ki, Rus yapımı çanların malzemesine sesi güzel çıksın diye altın ve gümüş karıştırılmış, bu yüzden Türkiye’nin en güzel sesli çanıymış. 19. yüzyılın sonundaki kalabalık Rum cemaatinin de yerinde çanlar gibi yeller esiyor bugün. Bu ıssız ve yalnız kilisede bugünlerde restorasyon çalışmaları yapılıyor. Baharda çalışmaların bitmesi, çalınanlar bulunamasa da yeniden yapılan çanlarına kavuşması bekleniyor.
Adam Mickiewicz Müzesi
Polonyalı şair Adam Mickiewicz’in görev için geldiği İstanbul’da hayatını kaybettiği ev bugün müze olarak hizmet veriyor. Romantizm döneminin dünyaca ünlü temsilcilerinden biri olan şair, aynı zamanda hayatını Polonya’nın kurtuluşuna adamış bir lider olarak da anılıyor. Kitapları ve şiirleri filmlere konu olan, Polonya’da adına üniversite ve enstitü kurulan Mickiewicz’in izlerini taşıyan yapı, 1870’teki Pera Yangını’nda tamamen yanmış, Polonyalı iş insanı Henryk Groppler yapının bulunduğu araziyi satın alarak eskisiyle birebir aynısını inşa ettirmiş.
Piyale Paşa Camisi ve Bostanı
Kaptanıderya Piyale Paşa tarafından 1577’de yaptırılan Piyale Paşa Camisi,mimari yapısı, klasik dönem çinileri, ahşap üzerine kalem işleri ve tarihî bostanıyla görülmeye değer bir durak. Mimarının Mimar Sinan olup olmadığı konusunda tartışmalara konu olan cami geleneksel olmasına karşın dönemin mimarisine uymayan ilginç ayrıntılara da sahip. Bahçesindeki tarihî bostan ise bölgenin eskiden bostanlık ve sulak olduğunu hatırlatıyor. Burası cami-bostan beraberliğinin son örneği sayılıyor, aynı zamanda Türkiye’nin kültür varlığı olarak tescillenmiş tek bostanı. Anlatılanlara göre çevresindeki dereler denize bağlanıyor, tekneler caminin yanı başına kadar geliyormuş.