CANAN’ın 1990’lardan bu yana hem güncel siyasetin hem de cinsiyetin toplumsal kuruluşunun sorunlarını işaret eden işleri, 2000’lerin ortalarından itibaren mitlerin ve masalların dahil olduğu fantastik bir anlatım diline yerleşmiştir. Başlangıçta –her ne kadar, “Kişisel olan politiktir,” şiarından yola çıkmış ve kendi bedenini dahil etmiş olsa da– kaynağını dışsal etkenlerde bulan bir müdahale ve mücadeleyle tanımlanabilecek sanatsal edimine bugün, canlılığından feragat etmeksizin bir içgörüyle bütünleşen, arayışında olduğu mutlu ve renkli dünyayı kurduğu umutlu bir atmosfer eşlik eder.
Cinsel kimlik problematiği CANAN’da hem tarihsel hem psikolojik kökenin şimdiki zamanda farklılaştırılmış tekrarı yoluyla gündeme getirilir. Kendi bedenini, kendi sesini ve kendi hikâyesini yerleştirerek tarihe yeniden kaydettiği minyatürler, oryantalist Batı resimleri, mitler ve masallarla kökeni geçmişe sabitlendiği noktadan çeker alır, yeniden toplumsal hafızanın devinen zamanına dahil eder.
“Odysseus gerçekten de polytropos biridir, birden fazla hilesi, birden fazla yönü vardır: ‘Eve’ dönmek ister, evet, ama o anda adasını tanıyamaz; adası kaygı vericidir, aşinalığında kaygı verici bir yabancılık vardır; hemen oradan ayrılır, dünyanın ucundaki başka bir yere gider.” (Barbara Cassin, Nostalji: İnsan Ne Zaman Evindedir?,çev. Seçil Kıvrak, Kolektif Kitap)
İnsanın eksikliğinin/kayıp nesnesinin bir göstereni olarak Lacan’cı arzu, daimi bir kaçış güzergâhı üzerinde salınarak özneyi “öteki”ne zincirleyen ve onu fail konumundan eden bilinçdışının alanını belirler. İlksel bir eksiklikle özdeşleşmiş olan örtük arzu nesnesi, tatmin arayışındaki öznenin sonu gelmeyen yolculuğunda, tanımasa da dönmek zorunda olduğu sabit noktası, evidir. Ne var ki öze dönüşle tekrar eden arzu rejimindeki bu sabit yer, görünürde arzu edilenin gerçekte aynı anlama tekabül etmemesi sebebiyle boşluğa kaydolmuştur. Öznenin uzaktayken özlemini çektiği şey, Odysseus mitindeki gibi, ona kavuştuğunda yabancılaşan, hayallerindekine denk düşmeyen boş bir gösterendir. Hayalde süren kök, belli bir tarihsel anda sabitlendiği için yaşamın kesintiye uğradığı, her şeyin olduğu haliyle kaldığı bir geçmiştir. Referans noktası olan ötekinin, benzer amaçlar etrafında bir araya gelmiş yabancı/eskisinden başka bir öteki oluşu bu değişmezlik rüyasını destekler. Kendi orada yokken gerçekleşen devinimin bilgisinden yoksun olduğu gibi, yolculukta geçen sürede geçirdiği değişiminin bilgisinden de yoksundur. Bu nedenle arzulanana, özlenene olan her erişim imkânı karşılıklı tanınmayı iptal ederek yeni bir arayışı başlatır.
Antik Yunan’da da, İslam öncesi Doğu mitlerindeki anlatıda da cinsiyete yönelik ayrıcalık, insan öncesi bir zamanda köklenmiştir. Kendi türünün ilk örneği olan Şahratun’nar’ın isteği üzerine ona eşlik etsin diye yaratılan türdeşinin cinsiyeti dişi olarak belirlendiği an orijinallik erkeğe bahşedilmiştir. Otantik anlatıda ilk ve tekliği dolayısıyla cinsiyete gereksinimi olmayan varlık, yalnızlıktan kurtulmak için biricikliğinden vazgeçmiş ancak cinsiyet farkını yaratarak öncelikli konumunu işaretlemiştir. CANAN’ın kendi sesiyle okuduğu masalın eşlik ettiği yerleştirmeye ismini veren dişi Şehretün’nar, cinsiyet oluşumundaki kronolojiyi tersine çevirerek mite eklemlenir. Köken, basit bir tersyüz etmeyle değil, öncelin ve ardılın belirsizleştiği bir döngüsel zamana yerleşerek yeni bir tarihsellik kazanmıştır. Işığı ve yaşamı mevcudiyete getiren, arzunun faili olan dişi, ilksel eksiği imleyen ise bu kez erildir. Şehretün’nar istemiş, Şahratun’nar olmuştur. Ne var ki varlığa gelişteki öncelik tek/eşsiz olana gerçekte bir ayrıcalık tanımaz. Arzu, henüz eş yaratılmadan, bir nesnesi yokken de oradadır. Varlığın yegâneliğinin ona veremediği bütünlük, ötekinin ortaya çıkışıyla da sağlanmaz. Eksiğin yerine gelen, bu defa tam da öteki oluşu dolayısıyla ne odur ne de onundur. Hiçbir koşulda mümkün olmayan bütünlenme birbirinin nesnesi yerine geçen öznelerin karşılıklılığında en azından bir yanılsama biçiminde ortaya çıkar ve ona ulaşmak için yapılan atılım yaşamı üretir. Her şeyin varlığı bu devinime bağlı olduğundan “sabit nokta” bir yanılsamaya dönüşmek zorundadır. Bu anlamda köken de şimdiki zamanla birlikte sürekli anlam kaymasına uğrayarak yeniden üretilir. Her çağ kendi geçmişini yeni bir okumaya açar; tarihe her yeniden bakış, geçmişe bir müdahaledir. Bu müdahale imkânıyla zamanın hep ileriye/geleceğe doğru görünen hamlesi geçmişten geleceğe, gelecekten geçmişe olan çift yönlü bir akışa tabi olur.
Sergiye ismini veren, İslami söylencedeki peygamberi arşa taşıyan kadın başlı, kanatlı at Burak’la imgeleştirilmiş Vuslat, üzerindeki yazıyla (“Vuslat Vardır”) kendi varlığını onayarak Şehretün’nar’ın arzusunu gerçekleştiren tılsımı yaratır. Aynı odada yer alan yılanla çekişmelerinden, yalnızca arzusu bir başkasının arzusunun iptali olduğu için değil onu ortaya çıkaracak bir dili/yazısı olmadığından da yılan mağlup gelmiş, kavuşma gerçekleşmiştir. Vuslat, gerçekleşme imkânının koşulları ortaya çıksın ya da çıkmasın, kapıldığı kütle çekiminin etkisiyle sürekli hareket etmesine rağmen yörüngesini/merkezini terk etmeyen kozmik cisimler gibi, öznenin ebedî arayış yolculuğunu mümkün kılan bir yasanın hizmetindedir. Çaba; ben ve öteki, özlem ve kavuşma, gitmek ve dönmek arasındaki farkta, iki nokta arasında açılan alanda mümkün olur. Gerçekleşmesi bir yanılsamaya tekabül etse de gerçeğinin bulunacağına duyulan inancı sürekli kılan, onu belli bir merkezde tutarak dönüşünü güvence altına alan yine o kavuşma anının hayalidir.
Öyleyse, yine bu yanılsamanın olumlanması üzerine kurulu bugünün kapitalist arzu rejimini, yaşamı başlatan ve sürdüren, insanı aynı zamanda üretken bir varlık olarak biçimlendiren zorunlu bir iç yasadan ayırmak mümkün müdür?“Vuslat vardır,” bir anlamda bilinçdışına kaydedilmiş bu tüketim koşullanmasını bilincin alanına çekerek, birbiri ardına yola çıkan yanılsama dalgalarını gerçek seviyesine indirgeyen tesviyeyi gerçekleştiriyor. Nihayetinde tatmini üreten, arzulanan nesneye giden yolsa da ona ulaşmak, onu aşmak anlamına gelmek zorunda değildir. Kendine katmak, ona katılmak, bütünlüğün yerine birliği koymak yalnızca keyif verici, uyarıcı değil, zorluk ve ıstırapla dolu bir süreç de olan yolculuğu katlanılır ve katedilir kılar.CANAN, inancın köklerinden alıp getirdiği; renkli tüllerle, payet ve ışıkla bedenlediğimitsel yaratıklarını, umudu ve yaşamın bitişine ötelenmeyen bir cennet yaratma inancını yeşertmek üzere kendi zamanına eker. Vuslat’ın işlevi yolculuğu bitirmek değil, yoldaş tayin etmektir.
• CANAN, Vuslat, 10 Şubat-16 Mart 2024 tarihleri arasında. artSümer’de görülebilir.