Khundaray Ensemble’la Eylül 2023’te Contemporary Istanbul’un (CI) açılışındaki performanslarından beri buluşmayı düşünüyordum. Açılış gecesi Doğu ile Batı’yı klişelerden uzak bir yerde buluşturan performanslarıyla dikkatimi çekmişti grup. Ancak aralık ayında bir araya gelebildik. Hem bu oluşumun hikâyesini dinlemek hem de hedeflerini öğrenmek için grubun iki kurucusu Kamil Özavar ve Hakan Özer’le yağmurlu bir İstanbul gününde oturdum sohbete. Hakan Özer’le dostluğumuz eskiye dayanır. Kamil Özavar’la o gün tanıştık ama müzik tutkusu ortak olunca tanışıklığın eski ya da yeni olmasının bir önemi kalmıyor. Sohbet kendiliğinden ısınıyor.
“Müzik tutkusu” konusuna döneceğim. Ama öncelikle o günkü ruh halimi anlatmak isterim. Buluşmamızdan kısa bir süre önce İrlandalı punk rock grubu The Pogues’un kurucusu ve sesi Shane MacGowan 65 yaşında hayata veda etti. Müziğin, yolculuğa punk’la başlayıp geleneksel melodilerle devam eden bu aykırı karakterinin ölümü sonrasında İrlanda büyük bir yas yaşadı. Ertesi gün, ülkedeki bütün gazetelerin ilk sayfalarında MacGowan’ın bir portesi vardı. En ciddisinden en magazin içeriklisine, bütün gazeteler saygı duruşundaydı. MacGowan yıllarca Kelt müziğini, İrlanda motiflerini dünyaya taşımıştı. Onun müziği Dublin’in kendisiydi. Zihnimde neden böyle bir örtüşme oldu bilmiyorum ama Khundaray’ın müziğindeki Doğu-Batı buluşmasına, İstanbul sedasına giderken aklımda bunlar vardı işte. İnsan zihni tuhaf, akıp gidiyor.
Sıfır noktası
Khundaray hikâyesinin sıfır noktasında Özavar’ın “müzik tutkusu” duruyor. O yüzden sözü önce o alıyor:
“Ben değerli taş uzmanlığı okudum. Aile mesleği olan kuyumculukta ilerleyecekken Bodrum’da bir aile arazisine yatırım yaptık ve Xuma’yı kurdum. 26 yıldır işletiyorum burayı. Çocukluğumdan beri müziğe çok büyük bir ilgim var. Aslında ilgi demek yeterli olmaz, bir tutku benimki. 12 yaşımdan beri gitar çalıyorum ama tamamıyla amatör bir müzisyen olarak tanımlıyorum kendimi. Bu tutku öğrencilik hayatımda da hep yanımda oldu. Hatta Los Angeles’ta okurken müzik dünyasına daha yakın olmak için kampüste kalacağıma bir caz kulübüne yakın olan bir eve taşındım. Tek derdim her gece o kulübe gitmek ve Ray Charles, Miles Davis, Pat Metheny, Ottmar Liebert gibi isimleri dinlemekti. Hatta birçoğuyla tanıştım ve sohbet ettim. Sonraki hayatımda da merkezde hep müzik vardı; gitmediğim festival kalmadı. Aynı süreç içinde Bodrum Xuma’da da festivaller düzenlemeye başladık. Böylece bir müzik çevresinin içine de girdim ve bu festivallerin gelişimini yakından takip ettim. Bir süre sonra, bu festivallerin yaratıcı tarafında Türkiye’den isimler olmaması beni rahatsız etmeye başladı. Elektronik müzik çok hâkim olduğum bir alandı. Bu janrın çok önemli isimlerini Xuma’daki festivallerimizde ağırlamıştık. Örneğin 2001’de house müziğin isim babası Frankie Knuckles’ı ağırlamıştık. Kısacası bu alanı iyi biliyordum. Bütün bu bilginin sonunda 2010’da Xuma’nın içinde bir müzik stüdyosu kurdum. Bu stüdyoda doğru insanlarla buluşmak, onlara kafamdaki müziği anlatabilmek ve üretmek istiyordum. Bir stüdyo kurmak, burada doğru prodüktörlerle çalışmak kolay bir süreç değil. İlk üç-dört yıl verimli geçmedi açıkçası.”
Kamil Özavar’ın hikâyesi, bu stüdyo çalışmalarından birinde Atakan Akdaş’la tanışmasından sonra değişmiş. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı mezunu ve dünya çapında bilinen bir ses olan Akdaş’la bir üretim yapabilme hayali Kamil Özavar’ın arayışını hızlandırmış. İşte tam o noktada Hakan Özer’le tanışmış.
Gelelim Hakan Özer’e… Onu müzik dünyasında tanımayan yoktur herhalde. 80’lerin sonuna China Band ve 90’lardan yeni binyıla uzanan zaman dilimine de Rebel Moves’la imza atmış bir müzisyen. Sadece bu kendine has iki grupla sınırlı değil elbette Hakan’ın müzikal hikâyesi. Yol arkadaşı Ömer Ahunbay’la kurdukları Jingle House isimli stüdyoyla da reklam, dizi ve film müziklerinin sektördeki belirleyici gücü oldular. Bütün o hikâyenin içinde Karışık Pizza filmi için yaptıkları müzik çalışmasını da ayrı bir yere koymak gerekiyor. Kısacası Hakan, 90’lardan günümüze yaşanan bütün müzikal hareketlerin merkezinde yer alan bir isim.
İkilinin buluşması süreci hızlandırmış. Bunca yıl müziğin içinde olan Hakan’a, Kamil Özavar’ın tutkusu ve kararlılığı yeni bir heyecan vermiş. Elbette sadece “duygusal” bir açıdan bakmamış konuya Hakan Özer. Kamil Özavar’ın dünyayı takip etmesine, çalışkanlığına ve yeni bir cümle kurma arzusuna da kapısını açmış:
“Bizim buluşmamız benim de kendime yeni bir şeyler aradığım bir döneme denk geldi. Piyasa koşullarında üretmekten yorulmuştum. Bizim China Band, Rebel Moves ve diğer projelerdeki arzumuz hep ‘yapılmamış olanı yapmak’tı. Kamil’in kararlılığı beni de harekete geçirdi. Ayrıca iki arkadaş olarak da zor bulunur bir uyum yakaladık. Bu kararlılık ve uyum bizi ‘Nova Roma’ya götürdü. Xuma’daki stüdyoda, özel bir gecede ulaştık ‘Nova Roma’ya… Böylece uzun süre konuştuğumuz bir müzikal dünyanın karşılığını bulmuş olduk.”
Ve sonunda, yıllar süren bir yolculuk, kendini bir grup olarak tanımlama noktasına gelmiş. “Nova Roma” şekillendikten sonra grup Ali Güreli’yle iletişime geçmiş. Grubun Güreli’yle buluşmasından, CI’ın gala gecesine ulaşmasına kadar da zaman geçmiş. Ama Kamil de Hakan da sakin ve beklemeyi bilen karakterlere sahip olduklarından bu durum bir soruna dönüşmemiş. Açılıştaki asıl hayal Haliç kıyısında açık havada çalmakmış ama bu ne yazık ki hava muhalefeti nedeniyle gerçekleşmemiş. Yine de CI’ın açılışında çalmış olmak hem hikâyelerini güçlendirmiş hem de müziklerine olan güvenlerini artırmış.
“Nova Roma”nın ilk seslendirilişinde sahnede bu ikilinin yanında çok değerli isimler vardı. Atakan Akdaş (vokal), Cenk Erdoğan (gitar) ve Derya Türkan’ın (İstanbul kemençesi) katılımı parçayı ve canlı performansı bambaşka noktalara taşıdı elbette. Yeri gelmişken bu üç ismi kişisel olarak da övmek isterim. Zaten her üçü de dünya müzik piyasasının şapka çıkardığı isimler. Kökünü İstanbul’dan alan bir müziğin onların enstrümanlarında vücut bulması elbette çok değerli.
İstanbul’dan dünyaya açılmak
Peki bundan sonra ne olacak? “Nova Roma” sonrasında ikili, nasıl bir üretim sürecine girdi?
Bu kadar yoğun bir müzik tutkusu olunca elbette durmamışlar. Farklı sulara yelken açtıkları 20 kadar parça hazırmış bile. 2024’ün ilk çeyreğinde bu parçaları yayınlamak var programlarında; belki teklilerle belki de bir albüm olarak. Hatta “Nova Roma”nın dünya elektronik müzik sahnesinin yıldızları tarafından yapılacak remix’leri de devreye girebilir.
Hayalleri bir albümle ya da birkaç konserle sınırlı değil. İstanbul’dan çıkan bu müziğin dünyayla kuracağı ilişkiye odaklanmış durumdalar. Sohbet uzadıkça öyle hikâyeler anlatıyorlar ki… Los Angeles günlerinde “Nova Roma”nın Warner Music’le buluşma hikâyesinde hepimiz kayboluyoruz. Anlıyorum ki, yaptıkları müziğin dünya sahnesinde yerini alması için de aynı tutku ve kararlılıkla ilerleyecekler.
Tam artık sohbet sona erdi derken, sanat disiplinlerinin arasındaki ilişkiye geliyor konu. Biraz çenem düşüyor benim; sevdiğim sular bunlar. Müziklerinin sinemayla ve çağdaş sanat üretimleriyle ilişkiye girmesini çok istediklerini söylüyorlar. Hakan Özer’le ortak arkadaşımız Oğuz Kaplangı’nın Birleşik Krallık tiyatro sahnesindeki başarılarını konuşurken, o alana da açılıyoruz. Derken plastik sanatlar, dijital sanat diye uzayıp gidiyor konu. Khundaray’ın müziğinin çağdaş sanatlarla ilişkisinde bir arayış içinde olduklarını söylüyorlar. “Belki de bu söyleşiyi böyle bir buluşmaya kapı açması için yapmışızdır, kim bilir?” diyorum. Bu sözüm gülüşmelere değil düşüncelere neden oluyor. Çünkü Khundaray bu buluşmaları ve İstanbul müziğinin dünyaya açılmasını gerçekten önemsiyor.
MODERN İSTANBUL MÜZİĞİ
Kamil Özvardar’ın özel ilgi alanı tarih. Özellikle dinler tarihi. Bir İstanbullu olarak Roma tarihine ve bu tarihin müzikal üretimine de özellikle yoğunlaşmış. Hem bütün renkleriyle Anadolu müziğinin hem de İstanbul müziğinin zaman içindeki gelişimini büyük bir iştahla takip etmiş yıllar boyunca. Özellikle temeli klasik Bizans saray müziğine dayanan İstanbul müziğine iyice yoğunlaşmış. Bu müziğin tarihiyle de, teorisiyle de, tekniğiyle de ilgilenmiş; özellikle de makam müziğiyle. Kurmak istediği etnik-elektronik müziğin temelleri de burada yatıyor zaten.
Kamil Özavar ve Hakan Özer ikilisi tarafından kurulan Khundaray, Türk sanat müziğinin Batı kulağına aşina, evrensel ve güncel bir elektronik müziğe dönüşmesi projesidir.
Bu vizyonu Türkiye’nin saygıdeğer enstrümantalistleriyle birleştiren Khundaray, İstanbul’un Doğu ve Batı’nın birleşme noktasında olmasından dolayı her iki kültürü de bu eşsiz eritme potasında harmanlıyor ve bu müziği, dünyadaki ve özellikle Batı’daki dinleyici kitlesine ulaştırmayı amaçlıyor.
Eşlik edecek sanatçılar:
Derya Türkan – İstanbul kemençesi
Cenk Erdoğan – Perdesiz gitar
Atakan Aktaş –Vokal