Aslı Aydemir’in kişisel sergisi La Vie m’suffit, 28 Kasım’da kapılarını Özel Saint-Michel Fransız Lisesi’nin Jeanne d’Arc Salonu’nda araladı. Sanatçı, lise yıllarında derin izler bırakan bu mekânın tarihi dokusunu, kendi sanatsal yolculuğu ve içsel hesaplaşmalarıyla buluşturuyor. Yaşadığı coğrafyanın karmaşık gerçeklerini ve küresel adaletsizlikleri estetik bir dille yorumlayan eserler, hem geçmişle bir yüzleşme hem de bugünle bir sorgulama niteliği taşıyor. Sergi, Aydemir’in yaşamın tezatları ve kırılganlıklarına dair özgün bakış açısını izleyiciyle paylaşırken, düşündüren ve ilham veren bir deneyim sunuyor.
Bu çok katmanlı sergiyi, sanatçının yaratım sürecini ve eserlerin ardındaki hikâyeleri Aslı Aydemir’le konuştuk.
ELİF ONAY: Son zamanlarda dünyadaki yaşananların sizin için bu sergiyi kurgulamada yol gösterici olduğundan bahsediyorsunuz sergi metninde. Bu bağlamda dünyadaki adaletsizliğin ve kaosun sizdeki yansımasını seramik üzerinden aktarmanız oldukça ilgi çekici. Kaosu olduğu gibi göstermektense daha estetik bir formda sunmanızın nedenlerini ve seramiğin bu sergideki bağlamını biraz açar mısınız?
ASLI AYDEMİR: Yaşadığım coğrafyanın etkisiyle başlayan serüvenim, farkındalığım arttıkça ve elbette internetin tüm dünyaya erişim kolaylığı sayesinde, beni bir anda kavramsal sanatın düşünürü ve uygulayıcısı haline getirdi. Gördüğüm ve anlamlandıramadığım adaletsizliklerle dolu, acımasız bir dünyaya karşı kendimi korumak ve iyileştirmek için sanat yapmaya başladım. Bu süreç, benim için bir meditasyona dönüştü.
Anlatım dili olarak, didaktik ve demagojik yöntemlerden uzak durarak, plastik sanatların estetik çerçevesinde daha naif bir anlatımı tercih ediyorum.
Seramik, ana malzemem. Yüksek plastikliği sayesinde hayal edilen her şeyi üretme imkanı sunan, çok yönlü bir malzeme. Ayrıca kendi içinde sunduğu geniş ürün yelpazesi de bu olanağı destekliyor. Bu sergide porseleni seçmemin bir başka sebebi, porselenin sert ve dayanıklı olmasına rağmen bir o kadar da kırılgan olması. Bu özellikleri, anlatmak istediğim konuyla birebir örtüşüyor.
Sergideki ses enstalasyonu, seramikle olan tezat etkileşimiyle, zamanda donmuş gibi görünen üç boyutlu eserlere yeni bir anlatı kazandırmış gibi görünüyor. Ayakkabılarını gördüğümüz ve yaşamını yitirmiş çocukların mutlu olduğu farklı bir dünya mı sunuyorsunuz? Yoksa bu ses, o çocukların mutlu olduğu geçmişten bir ana doğru bir yolculuk mu? Ses ve seramik arasındaki bağlantıyı biraz daha açabilir misiniz?
Elbette, böyle bir dünyayı sunmak isterdim. Ancak birey olarak elimden gelen tek şey, izleyiciye başka bir dünyaya uyanabileceğimiz ütopyayı göstermek. Sergideki atlı karıncaya öykünen enstalasyon, harika, mutlu çocuk sesleriyle cıvıl cıvıl bir dünya kurma imkanı sunarken, biz en çok çocukların zarar gördüğü, savaşların hiç bitmediği bir dünya yaratıyoruz. Ses, o enstalasyonda eksik olan ama hayal edilen bir ütopyayı hatırlatıyor.
Enstalasyonun çıkış noktası ise Ukrayna savaşı başlangıcında bisiklet süren bir çocuğun haberiydi.
Künyede her eserin bağdaştırıldığı bir hikâye/eser belirtilmiş. Bu bağlantıyı bize biraz açar mısınız?
Sergide, bir sanat eserinden ya da yazardan referansı olmayan tek iş, sergiye adını veren La Vie m’suffit eseridir. Bu çalışmada, artık acıyacak ya da üzülecek tek bir hücremin bile kalmadığı bu dünyaya karşı “Hayat bana yetti” diye haykırıyorum. Bir nature morte (natürmort) kompozisyonu oluşturmamın sebebi, nature morte teriminin kelime anlamına gönderme yapmaktır.
Eserde, babamdan kalan ve içindeki bilgilerin artık geçerliliği kalmamış bir ansiklopedi indeksi, porselenden bir silah, ölümü temsil eden bir kuru kafa ve her şeye rağmen romantik iç dünyamı ve hayata tutunma gücümü simgeleyen parlak bronz bir melek figürü yer alıyor. Bu birleşim, hayatın geçiciliği ve kırılganlığına dair kişisel bir anlatı oluşturuyor.
Diğer işler ise, etkisi altında kaldığım yazarların bir seçkisi ve filmlerden ilham alıyor. Özellikle Trois Couleurs (Üç Renk) filmi, Fransız Devrimi’nin sembolleri olan kelimeler ve bayrak renklerinin somut anlamlarının yitip gitmesi benim için ayrı bir önem taşıyor. Bu bağlam, Jean-Jacques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi eserinden başlayıp, oradan meclis duvarlarımızda yazan “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ifadesine kadar uzanan bir içsel düşünce sürecini yansıtıyor.
Bu sergiyi yıllarca eğitim aldığınız bir kurumun mekânında sunmak sizin için ne ifade ediyor? Mekânın sergiye kazandırdığı planda olmayan yenilikler oldu mu?
Öncelikle, kendime bir anı olsun diye kabul ettiğim sergi teklifi, beni 31 yıl sonra okulun kapısından içeri adım attığımda bambaşka bir yolculuğa çıkardı. Jeanne d’Arc Salonu’nun inanılmaz etkileyici mimarisini bu yaşta fark etmek, Jeanne d’Arc’ın öncü bir feminist olarak kabul edilmesi ve tüm bu çağrışımlar derken, sergi sıfırdan okuluma, mekâna, benim o dönemdeki deneyimlerime ve beni etkileyen Fransız tarihi ile yazarlarına dönüştü.
Böylece, sergi mekândan ilham alarak şekillendi ve nihayetinde mekânın ruhuna ve onun bana hissettirdiklerine göre biçimlendi.
Seramik işlerde pasta ve yumurta figürünün hibrit kullanımı dikkatimi çekti. Yumurta açığa çıkmayı bekleyen bir potansiyelin, bir doğumun temsili mi? Bu bağlamda pasta figürüyle nasıl bir etkileşimde? İkisinin de katmanlı yapısı arasında bir paralellik var sanki.
Yumurta formları aslında Fabergé yumurtalarından ilham alıyor ve yaşadığımız acı dolu dünyaya karşın, sosyal medyadaki görgüsüzlük ve şaşalı hayatlara bir gönderme yapıyor. Katledilen kadınların büyük bir kısmının eşleri, eski eşleri ya da sevgilileri tarafından öldürüldüğü bir dünyada, "yeni gelin evleri", büyük ve gösterişli düğünler, "kocişkolar" ve "aşkitomlar" gibi ifadelerle temsil edilen bu sahte sosyal çürümenin altını çizmek istedim.
Bu eserler, bu gösterişin altında gün be gün öldüğümüz gerçeğine dikkat çekiyor. İşin ismi de Louis Aragon’un “Il n’y a pas d’amour heureux” (Mutlu Aşk Yoktur) şiirine referans taşıyor. Elbette, Aragon bu şiiri II. Dünya Savaşı’nın tamamen farklı sosyal koşullarında yazmış olsa da, bu cümle pek çok sanat eserine ilham verdiği gibi, bugün yaşanan tezatlıkları anlatmak için de birebir örtüşüyor. Şaire ve şiirine bir gönderme yapma fırsatını kaçırmak istemedim.