Gözde İlkin, eserlerini tasarlarken elden ele aktarılan kumaşların ruhunu okuyarak “emanet” kavramını işliyor. Her kumaş, anıları ve hikâyeleriyle sanatçının eserlerine yön veriyor ve mesajını aktarıyor. İlkin, bugüne kadar kendisine emanet edilen kumaşları dünyanın birçok yerinde sergiledi. Emanet Zemin projesi, bu kumaşlar ve onların hikâyeleriyle Abu Dhabi, NYUAD Art Gallery’deki In Real Time (Gerçek Zamanda) sergisi kapsamında yeniden şekillendi ve canlı bir performansa dönüştü. Sanatçı şimdi Lyon Bienali’nin 17. Edisyonu’nda “toprağın hafızasını bahçıvanların anılarıyla işlediği kumaşlar”ı sergilemeye hazırlanıyor. “Mekânın hafıza katmanlarından ilhamla şekillenecek olan eser, Les Grandes Locos mekânında işçilerin anısıyla formunu bulacak,” dediği eseri bu kez doğanın, işçilerin ve yine hafızanın etkileşimiyle yeniden hayat bulacak. Sanatçıyla emanet kumaşlarını, Emanet Zemin’i, In Real Time’ı, Manifesta 15’i ve Lyon Bienali sürecini konuştuk.
EBRU AYDIN: İplikle olan ilk ilişkiniz Mimar Sinan Resim Bölümü’nde okurken halı atölyesinde başlıyor. Eğitiminizi tamamladıktan sonra, önce aidiyet fikrinden yola çıkarak evde anneannenizin kumaşlarını kullanmaya başlıyor, daha sonra da “farklı coğrafya, kültür ve kökenlerin bir tür arşivi” dediğiniz kumaşları “direniş kumaşları” olarak tanımlayıp biriktirmeye başlıyorsunuz. Kumaşları dikiş ve boyama yoluyla şekillendiriyorsunuz. Aynı zamanda “birer hafıza nesnesi” olarak da adlandırdığınız kumaşlarınızı ve işlerinizi oluşturma süreciniz nasıl gerçekleşiyor?
GÖZDE İLKİN: Bahsettiğin gibi ailemden gelen örtüler ve kumaşlar üzerine dikişle eklenerek, geçmişi dönüştürerek üretmeye başladım. Kişisel hikâyelerimizi, dile gelmeyen anlatıları hangi imgeler ve motifler aracılığıyla aktarıyoruz, aidiyet hissini farklı yaşamlarda ve formlarda nasıl keşfediyoruz gibi sorularla fikirleri ve parçaları birbirine teyelleyerek çalışıyorum. Bir üretim sürecinde ortaya çıkan işler bir diğer araştırma ve üretim sürecine açılıyor. Kumaşlar birer düşünme alanı, motiflerine dikiş ve boyayla yerleştiğim birer mekân ve zaman aralığı açıyor. Topladığım kumaşlar kişilerin imzasını nesilden nesile aktaran yaşayan birer arşiv. Her parçayı üretimimin bir malzemesinden çok bana emanet edilen farklı yaşamlardan hikâyeler ve kayıtlar olarak biriktiriyorum. Bitkiler, taşlar, hayvanlarla, doğadan esinlenerek anlatılarını kurmuş yazarları takip ediyorum.
Doğada sürüklenen kabuklar ve canlılar aracılığıyla aktarılamayan geçmişlerin kaydını tutan Georges Didi-Huberman, insanın doğaya müdahalesinin tarihini kesilmiş bir ağacın damarlarında haritalandıran Aldo Leopold gibi yazarlarla geçmişi kaydetmenin farklı yöntemlerini keşfediyorum. Karşılaştığımcanlı cansız herkesten ve her şeyden emanet aldığım hikâyeler, parçalar ve kumaşlar, kişiselden kolektife açılan bir manzaraya, nasıl hatırladığımızı anımsamak üzere birer arşive dönüşüyor.
İşlerinizde ev içi hiyerarşi, toplumsal statü ve cinsiyet kodlarını ele alıyorsunuz. Göçmen ve sığınmacı kadınlarla workshop’lar düzenleyerek birlikte çalışıyorsunuz. Kolektif çalışma, atölye çalışmaları vekadınlarla olan deneyimleriniz işlerinize nasıl yansıyor?
Ortak çalışma süreci evde başlıyor, eserleri üretirken dikiş sürecinde annem bana eşlik ediyor. Kumaşlar ve hikâyeler üzerine birlikte düşünürken iki kadının yaşamsal süreçlerini ve deneyimlerini paylaştıkları, öğrenilmiş kalıpları bozup yeniden şekillendirdiğimiz bir tür ev içi aktivizm deneyimliyoruz.
Gündelik kullanımlarıyla yaşamdan izler taşıyan her parça, kolektif bir çalışma sürecine dönüşebiliyor. Seyahat ettiğim yerlerden topladığım duvar koruyucu (falvédők) olarak adlandırılan kumaşlar, motifleri ve üzerine işlenmiş sözlerle kadınlarla gerçekleştirdiğim atölye çalışmalarına esin kaynağı oluyor.
Duvar koruyucu olarak adlandırılan, evlerde mutfaklarda duvar yüzeylerini istenmeyen kir, is ve yağdan korumak için kadınlar tarafından üretilen kumaşlardan esinlenerek bugünün hafızasını birlikte işliyoruz. Bir dönemin farklı ideolojik görüşlerinin, savaş izlerinin ve barış motiflerinin işlendiği bu kumaşlar, ev içi direnişin, cinsiyet rollerinin, toplumsal öğütlerin yazılı ve resimli bir tarihini sunan birer arşiv nesnesi. Kadınların istek ve arzularını işlediği duvar koruyucular, anne, kız ve büyükanne arasında da aktarılan ortak dili ve hafızayı oluşturuyor.
Farklı coğrafyalardan kadınlarla birlikte üretirken ortak bir mekâna, zamana ve birbirimize köklenme şansımız oluyor. Aynı kumaşı birlikte işleme süreci, bazen konuşulamayan, yolda kalmış hikâyelerin paylaşılmasına, ortak bir dil ve ses olmamıza vesile oluyor. Birbirimizin izi, sesi, hafızasına dönüşüyoruz.
Aile kavramını işlerinizde çok kullanıyorsunuz. Aile fotoğraflarındaki kutlama, kadınların günleri gibi konuları işleyerek onları ön plana alıyorsunuz, bu konuları yine ailenizden biriktirdiğiniz kumaşların üstüne işliyorsunuz. Böylece ailenin kadınlarını “biricik” olarak betimliyorsunuz. İyi Bir Komşu temalı 15. İstanbul Bienali’nde Devrik Evadlı bir seri ürettiniz. Burada da “ikinci ya da üçüncü aile” olarak tanımladığınız, albümlere girmeyen, çekirdek aile dışında kalan kişilerin–arkadaş gibi– fotoğraflarını kullandınız. Aile ve aidiyet kavramının sizin için bir çeşit ilham olduğunu söyleyebilir miyiz ve aileyle olan bağınızın çalışmalarınıza yansımasını nasıl anlatırsınız?
Anadolu’nun farklı şehirlerinde yaşama şansım oldu. Taşındığımız şehirlere ve evlere hangi hislerle, nasıl yerleşiyoruz; kişisel hikâyemizi ev içerisinde nasıl kaydediyoruz gibi sorularla aile hikâyelerinin izlerini takip ederek çalışmaya başladım. Odaklandığım konular evin içinden, bağ kurduğumuz yerlerden esinlenerek evrildi. İşlerin temelini oluşturan her kumaş geçmişin ve bugünün anılarını üzerinde taşıyan, unutulmuş duyguların sahnelendiği, fikirlerin şekillendiği bir yer, bir ev benim için.
Aile fotoğrafları ve anneannemden kalan kumaşlarla şekillenen 2010’da ürettiğim Lütfen Pisti Boşaltınız! serisi, ailemden gelen izleri, aktarılmamış anıları yası, doğumu, yaşamı birbirimize hangi form ve imgelerle emanet ettiğimizi sorguladığım ilk seriydi.
Devrik Ev, serisi de aile bireylerinden aldığım kumaşlar ve fotoğraflarla şekillenen bir seriydi. Bu seride kumaşların fiziksel sürecine, yırtıklarına, lekelerine müdahale ederek, keserek, yakarak, dikerek figürleri işledim. Alberto Eiguer’in hatırlattığı gibi bir arada durma gücünü, parçalanma ve bozulmaya karşı direnmenin farklı formlarını evin içine yerleşerek keşfediyoruz. Aile oluşun bağlarını bir binanın birleştirici unsurlarıyla tanımladığım Devrik Ev serisinde iç habitatı nasıl kurduğumuzun izlerini evin dış habitatını oluşturan mimari unsurlarla tanımladım. Duvarların yerini perdelerin, evin odalarının yerini figürlerin ve bağlayıcı formların aldığı ilişkiler ağını, “Münferit Temel”, “Yetersiz Derz Boşluğu”, “Yerleşim Planı” gibi başlıklarda birbirine örüldüğüm bir mekân düzenlemesi olarak sundum. Unutulmuş̧ anıları, hafızadaki boşlukları, kolektif birliktelikler aracılığıyla nasıl restore ettiğimiz ve yapılandırdığımız Devrik Ev’in açıldığı ana sorulardan biriydi. Ev dışında kurduğumuz ikinci, üçüncü ailelerimizle her seferinde yeniden deneyimlediğimiz, yerleşmek, ait olmak, ayrılma, birleşme, içe batma, kapsama alanlarını kumaşlara işleyerek kaydetmeye devam ediyorum.
MAC VAL Müzesi, Vitry-sur-Seine, Paris’te gösterilen Kökler Konuştukça Çatlaklar Derinleşir ve Riga’da 12. Survival Kit Festivali’ndeki O Söyleyemediği Her Şeyi Söyledi Sen Sustun serilerinizde bitkilerle birlikte aidiyet kavramını kullanıyorsunuz. Yabani, hızlı kök salabilen ve yayılabilen bitkileri betimleyerek yine aileye bir gönderme yaptığınızı düşünüyorum. Ayrıca pagan kültürde bitkilerin iyileştirici bir güce sahip olduğunu biliyoruz. Siz de pagan kültürü kullanan bir sanatçı olarak bitkilerin eserlerinizde aile, aidiyet ve pagan inancını da düşündüğümüzde yerini nasıl açıklarsınız?
Toprakla, taşla hemhal olan, doğadan beslenerek kendileri ve yeryüzü için şifa arayanlar, yaşadıkları yerlerin bitkileri, hayvanları ve yeryüzü sembollerini kullanıyor. Doğulan yer ile bir olduğumuzu anımsatan, farklı coğrafyalarda şekillenen ritüellerin ve imgelerin izlerini takip ediyorum.
2019’da daha önce fidanlık olarak kullanılmış Paris MAC/VAL Güncel Sanatlar Müzesi’nde bir aylık misafir programına katılma şansım oldu. Müzenin yer aldığı Vitry bölgesindeki topluluk bahçelerinde bahçıvanlarla çalıştım. Farklı coğrafyalardan gelen bahçıvanların getirdikleri bitki ve tohumlarla toprağa köklenme hikâyelerini biriktirdim, ortak yaşam alanına dönüşen bahçelerin izlerini takip ettim. Bir bahçenin bir eve, bitkinin bir aile üyesine dönüştüğü bu anlatılar eşliğinde toprağın hafızasını değiştiren bahçıvanlar ve tohumların kaydını tuttuğum bir çalışma süreci geçirdim. Bahçelerden topladığım bitkilerin yaşamsal stratejileri ve hikâyelerini, Vitry’de ikinci el dükkânlardan topladığım eve ait kumaşlar üzerine işledim. Kumaş ve bitkiler, insana ve toprağa ait hafıza katmanlarını oluşturmama yardımcı oldu.
MAC/VAL’deki çalışma sürecinde, istenmeyen yerde biten her yabani ya daşifalı ot, birlikte yaşam ve yaratım hakkında bana bilgi veren birer eğitmene dönüştüler. Édouard Glissant’ın doğa ve kültür arasındaki çatlaklara dokunan şiirsel müdahaleleri, Mircea Eliade’nin, Şamanizm üzerine kitaplarından ilhamla, İnsanın yeryüzünün manzaralarına yaklaştıkça şifalandığı, kendini farklı yeryüzü formlarında ürettiği anlatılar çalışma sürecime eşlik etti. Düzenlemedeki her kumaş bir bitki, her bitki bir yaşam temsili olarak Alexia Fabre küratörlüğünde gerçekleşen Persona Grata? sergi serisi kapsamında “MAC/VAL Bahçesi Kökler Konuştukça Çatlaklar Derinleşir” başlığında gerçekleşti.
Doğadan her parçanın geçmişin ve bugünün hafızasını üzerlerinde taşıyan, birer taşıyıcı ve hikâye anlatıcısı olduğunu keşfettiğim bu çalışma sürecinde, bitkilerin karakterlerinden, kök salma biçimlerinden ve insanın doğayla bağlantılı pagan ritüellerinden ilham alarak arşivlenmemiş olanın izlerini örmeye başladım. Aile ve aidiyetin farklı formlarını yeryüzüne kök salmaya devam eden tohumlarla keşfetmeye devam ediyorum.
En ilginç projelerinizden biri kuşkusuz Emanet Zemin. Burada kumaşlarınızın, ses, performans ve dansla bir araya gelerek dönüştüğünü söyleyebiliriz. Eserlerinizin “soyut bir dilde, performans ve sesle hareket eden bir manzaraya evrilen kolektif bir çalışma”olduğunu özetlediğiniz bu projeyi anlatabilir misiniz? Yazar Sema Kaygusuz’un kendi sesiyle seslendirdiği şiirsel metni “Dua” sergiye nasıl dahil oldu? Gelecekte Emanet Zemin’in başka işlerinizde farklı yansımalarını görecek miyiz?
İlk 2021’de artSümer galeride Duygu Demir küratörlüğünde gerçekleştirdiğimiz Emanet Zemin, birbirinin boşluklarına yerleşerek yaşam bulan doğadaki canlı ve cansız formlardan esinlenerek ortaya çıkan, her sergide yeniden şekillenen kumaş işlerden, ses ve performans örüntüsünden oluşmakta. Kumaş parçalar ve düzenleme insan tanımıyla ölümün ve yasın, doğadaki her bitişin bir başka oluşa mahal vermesi, yeni bir başlangıca vesile olması ihtimaliyle şekillendi. Böylece her kumaş eser, Emanet Zemin’in manzarasını kuran sabit bir parçadan, dansçılar aracılığıyla esneyen ve yer değiştiren bir performans düzenlemesine evrildi.
Farklı belleklerin yeryüzüne işlenmesinde aracı olan taş, kök ve toz, parçaları, zaman ve mekânları birbirine taşıyan birer arşiv görevi görüyor. Her şey, bir önceki ânından, hikâyesinden taşıdığı ama unuttuğu parçalarla birbirine eşlik ediyor. Emanuele Coccia’nın, “her birimizin eski bir yaşamın tekerrürü” olduğumuzu hatırlatan anlatısından esinle yeryüzüne köklenmiş̧ her parçanın birbirine evrilerek ortak bir direniş̧ alanı oluşturması Emanet Zemin’in zeminini ve koreografik altyapısını oluşturdu.
Küratör Duygu Demir’le çalıştığımız bu manzarayı fiziksel ve zihinsel bir mağara olarak tasarladık. Aslı Öztürk’ün koreografisinde dört elementi temsil eden Barış Diker, Alara Erdem, Umut Özdaloğlu ve Nazlı Durak’a ait solo videolar eşliğinde bu parçaların bedenle dönüşümü sergiler süresince deneyimlenebildi. Berke Can Özcan’ın bu sergi için üç ayrı kanaldan gelen ve mekânda kompoze olan sesler üretti. Ruhsal ve fiziksel hafıza katmanlarının bir temsili olan “emanet bir zemin” fikri, Şamanik ritüellerden, doğanın döngüsünü sağlayan hava, su, toprak ve ateş elementlerinden esinlenerek hareket ve ses eşliğinde somutlaştı.
2021’de Defne Ayas ve Natasha Ginwala’nın küratörlüğünde Minds Rising Spirit Tuning (Bilinçler Yükselir, Ruhlar Birleşirken) başlığında gerçekleşen 13. Gwangju Bienali’nde yerin ve göğün enerjilerinden beslenen, insan oluşun yeryüzüyle bir olduğunu hatırlatan Şaman ritüellerinin izlerini sürdüm. Geçmiş ile bugün arasındaki görünmez bağları Şamanik anlatılardan esinle “Kökler Konuştukça Çatlaklar Derinleşir” adlı bir düzenlemeyle bienalde sundum. İnsanın hayvana, bitkiye, doğaya yaklaştığı; kendi kabuğunu çatlatma cesaretini gösterdikçe şifaya kavuştuğu bir geçiş ritüeli olarak tasarladığım bu düzenleme için davet ettiğim yazar Sema Kaygusuz, “Dua” metnini yazdı ve seslendirdi. Yerin yüzüne bir ağıt olan “Dua” metni Emanet Zemin sergisinde Gwangju’da gösterdiğim bir grup eserle yerini buldu. Emanet Zemin farklı mekân ve zamanlarda yeni kumaş işler, performans ve ses kurgusuyla şekillenmeye devam ediyor.
22 Şubat-9 Haziran 2024 tarihleri arasında Abu Dhabi, NYUAD Art Gallery’deki Maya Allison ve Duygu Demir eşküratörlüğünde gerçekleşen In Real Time (Gerçek Zamanda) sergisi ilginç bir deneyim sunuyor. Sergi, farklı performans, müdahaleler ve hatta izleyicilerin katılımıyla dingin bir yaşamı anımsatan bir atmosfere dönüşüyor. Siz de sergiye aynı adlı kişisel serginizin bir parçası olan “Emanet Zemin” enstalasyonunuzla katılıyorsunuz. Bu işinizde çeşitli kumaşlarından bir dizi heykel ürettiniz. Eserin duvar metninde şöyle vurguluyorsunuz: “Bu parçaları alınabilecek, gövdeye bağlanabilecek, takılabilecek ve form değiştirecek şekilde yaptım.” Aslında bu işiniz performanslarla canlandı diyebiliriz. Hem bu işinizden hem de işlerinizin performanslarla olan ilişkiden bahsedebilir misiniz?
Doğadaki her parçanın karşılaşmalarla şekillenme, yönünden sapma, bir arada var olma, dağılma ve bozulmaya karşı direnç oluşturma biçimlerinden ilhamla ortaya çıkan “Duygu Parçacıkları”, “Kabuk (Toprak)”, “Göbek Bağı (Su)”, “Doğumunu Hatırlayanlar” adlı işleri mekâna ve koreografiye göre yeniden düzenlenebilir, farklı formlarda üretilebilir parçalar olarak tasarladım. Kumaşlar üzerine işlediğim imgeler ve formlar, kumaş zeminden özgürleşerek hikâyeleri ve kavramları performans ve ses eşliğinde birbirimize emanet ettiğimiz parçalara ve hislere dönüştü. In Real Time sergisinin harekete ve dönüşüme alan açan konseptiyle kesişen Emanet Zemin, Maya Allison ve Duygu Demir’in davetiyle yeniden şekillendi. Doğadaki her parçanın yaşamsal hareketinden ve stratejilerinden esinlenerek dans ve hareketle esneyebilecek, yer değiştiren parçalar In Real Time sergisinde Maya ve Duygu’nun mekân düzenlemesi eşliğinde yeni bir manzaraya kavuştu. Emanet Zemin Aslı Öztürk’ün koreografisiyle Berke Can Özcan’ın canlı müziğiyle ikinci bir versiyonuna evrildi.
21 Eylül 2024-5 Ocak 2025 tarihleri arasında gerçekleşecek olan Les voix des fleuves (Suyu Geçmek) temalı Lyon Bienali’nin 17. Edisyonu’na katılıyorsunuz. Bienale dahil olma süreci nasıl oldu? Ayrıca sanatınızın bienal içindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
2019 yılı civarında MAC/VAL Müzesi’nde Alexia Fabre’yle çalışma şansım oldu. Bahçıvanlar ve bitkilerle işbirliği yaptığım ve toprağın hafızasını bahçıvanların anılarıyla işlediğim kumaşlardan bir manzara kurdum. Lyon Bienali’nin 17. Edisyonu davetini aldığımda mekânlarla ve mekânları şekillendiren insanlarla çalışabileceğim işbirlikleriyle formunu bulacak bir çalışma süreci hayalim vardı. Lyon’da dayanışma ve kolektivitenin sembolik mekânları Les Grandes Locos ve Cité Internationale de la Gastronomie bu sene bienale ev sahipliği yapacak mekânlardan. Les Grandes Locos’un demiryolunun tarihini taşıyan endüstriyel binaları kolektif bir çabayla, farklı aktörler, diller ve coğrafyalar arasında bir buluşma ve geçiş noktasına dönüşüyor. Bu endüstriyel tren tamir ve bakım alanının sanat, dans, ses ve yemek eşliğinde mekânı ve hafızasını onaran başka bir iyileştirici alana dönüşmesi, 17. Lyon Bienali konsepti altında 2018’den bu yana üzerine çalışmaya devam ettiğim Aksan Çoğunluğu başlıklı bir projeyi uyandırdı. Les Grandes Locos binasını ziyaret ettiğimde, bize birçok ayrıntı veren taşların ve istilacı bitkilerin izlerini takip ettim. Bienal kapsamında gerçekleşen bölgesel projeler kapsamında Les Grandes Locos tamir mekânında çalışan işçilerle buluşma ve çalışma şansım oldu. Mekânın hafıza katmanlarından ilhamla şekillenecek olan eser, Les Grandes Locos mekânında işçilerin anısıyla formunu bulacak.
Göçebe sanat bienali olarak tanımlanan Manifesta’nın 8 Eylül-24 Kasım tarihleri arasında Barselona'da gerçekleşecek 15. Edisyonu’nda da yer alıyorsunuz.
Evet, yaratıcı arabulucu Filipa Oliveira ve Hedwig Fijen yönetiminde Manifesta 15 ekibinden aldığım davetle sürecin bir parçası oldum. Sosyo-iklimsel eylemler yoluyla yaratıcı ve dönüştürücü bir çerçeve nasıl oluşturulur sorusuyla açılan Manifesta 15, tarihsel hareketlerden, eko-feminizm ve biyoçeşitliliğe kadar çeşitli konularda atölye çalışmaları, topluluk programları ve arşiv çalışmalarını içeren ortaklıklarla şekilleniyor. Filipa ve ekibin önerisiyle 2017 yılında Elmgreen&Dragset küratörlüğünde İyi Bir Komşu başlığında gerçekleşen 15. İstanbul Bienali’nde sunduğum Devrik Ev serisinden bir eserle katılıyorum. Daha önce bahsettiğim, evin sınırlarında gezinerek ailenin farklı formlarını araştırdığım Devrik Ev serisinden “Yetersiz Derz Boşluğu” adlı eser Manifesta’nın 15. Edisyonu’nda evini buldu. Figür ve formların kumaşın çiçekli motiflerine köklendiği “Yetersiz Derz Boşluğu” insanlar ve bitkiler arasındaki birlikte varoluş olasılıklarının ve akrabalık bağlarının izlerini takip eder.
Lyon Bienali’nden sonra üretim hayatınız nasıl devam edecek? Gelecek projelerinizi öğrenebilir miyiz?
8 Eylül’de bu sene 15. Edisyonu Barcelona’da gerçekleşecek Manifesta’ya katılıyorum.
Kasım ayında Hong Kong’da sergisi gerçekleşecek ANTEPRIMA and CHAT Contemporary Textile Art Prize’ın finalistlerinden biriyim. Çalışmalar devam ediyor.