Moskova’nın merkezinde, Bolotnaya Adası’nda bir kültür-sanat merkezi olan GES-2, 2015’te V-A-C Vakfı öncülüğünde açılıyor. Rusya’nın önde gelen işinsanlarından Leonid Mikhelson’un sanatı uluslararası düzeyde desteklemek ve tanıtmak amacıyla 2009’da kurduğu V-A-C, faaliyetlerini düzenli olarak sürdürebileceği bir mekân arayışına giriyor. Bu arayış, endüstriyel bir yapı olan GES-2’yle yollarının kesişmesi üzerine yeni bir boyut kazanıyor. 1907-2014 arasında güç istasyonu olarak hizmet vermiş mekân, Renzo Piano’nun katkılarıyla geniş bir sergileme ve etkinlik alanına dönüştürülüyor.
Kültür-sanat merkezi, ismini de güç istasyonunun orijinal adı olan GES-2’den alıyor. Renzo Piano Building Workshop, 36 bin metrekarelik alanı 2015’te sergileme, sinema, konser, bale gibi etkinliklere uygun tam teşekküllü bir sanatsal yapıya dönüştürüyor. Ziyaretçilerin haftanın herhangi bir günü gelip uzun süre vakit geçirebilecekleri, samimi bir atmosfere sahip bir mekân oluşturmaya özen gösteriliyor. GES-2 restoran, dinlenme ve hobi için kullanılabilecek alanlar sunarak sosyalleşmeye imkân tanıyor. Sanatçılar içinse konuk sanatçı programları düzenleniyor ve proje bazlı grup çalışmaları için mekânı kullanma olanağı sunuluyor.
Kendilerini “kültür evi” olarak tanımlayan GES-2, tarihsel süreçte hem Rusya’da hem de dünyada kamuyu buluşturan kültür-sanat platformu olma fikrine atıfta bulunuyor. Görünürlük, erişilebilirlik ve şeffaflık isteklerini disiplinlerarası kültür üretimi çatısı altında buluşturuyor. Yoğun bir programa sahip olan GES-2, bugüne kadar 2.000’den fazla etkinliğe ev sahipliği yaptı. Bu heyecan verici projenin direktörü Artem Bondarevski’yle gerçekleştirdiğimiz söyleşide GES-2’nin nasıl başladığını, güncel durumunu ve geleceğini konuştuk.
SELİN SEYHAN: GES-2, 2021 yılında kapılarını açtı. Projenin çıkış noktası neydi?
ARTEM BONDAREVSKİ: Bu sorunun yanıtı karmaşık çünkü iki başlangıç noktası var, diyebiliriz. Burası bir kültür kurumu ve bir sanat mekânı. Mikhelson, 2015 yılında bir güç istasyonunu satın alarak Moskova’nın merkezinde bir kültür kurumu yaratma kararı aldı. Ancak bundan önce, 2009’dan beri V-A-C, genç Rus sanatçılara ulusal ve uluslararası platformlarda sergilenme fırsatı sunuyordu. Bu iki aşamanın ikisi de kendi içinde bir bütüne sahip. Buluşma noktaları bulmak da zor ve takdire şayan bir çaba.
Yani vakfın kurulduktan sonra zamanla bir mekâna ihtiyaç duyduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Mikhelson, Moskova’nın merkezinde küçük bir mekân açmak istiyor. Ancak 1907 yılında inşa edilen ve 100 yılı aşkın süredir çalışan eski elektrik santralini görünce etkileniyor ve yeni bir perspektif ortaya çıkıyor. Renzo Piano’yu dahil etmek de bir başlangıç noktasıydı. Tabii, yine de burada kurmaya çalıştığımız sistem tamamen V-A-C’ın geçmişi ve aktiviteleriyle bağlantılı.
Temel değerleriniz neler? Genç bir sanat kurumu olarak öne çıkarmak istediğiniz unsurlardan bahsedebilir misiniz?
Böylesine büyük bir ölçekte kültür kurumlarını açmak oldukça zordur. İlk iki-üç yıl içinde ne olacağını asla bilemezsiniz çünkü izleyicilerinizin kim olacağını ve projelerle nasıl ilerleyeceğinizi anlayamazsınız. Odaklanmak istediğimiz birçok hedef var ancak bunlardan üçü temel değerlerimiz arasında yer alıyor: İlk olarak erişilebilirlik; erişilebilirlik alt başlıklara ayrılabilir. Yüzde 95’i ücretsiz olan etkinlikler düzenliyoruz, böylece insanlar ziyaret ettiklerinde para ödemek zorunda kalmıyorlar. Ayrıca çağdaş kültür alanında çalışıyoruz ve çağdaş kültürü farklı seviyelerde anlayan insanlar için etkinlikler düzenlemeye özen gösteriyoruz.
İkinci temel değer kültürel üretim. Faaliyetlerimizin özünü oluşturan bu değerle tüm projelerimizin bir arşivini oluşturuyoruz ve çalışmalarımızın sonuçlarını kullanma fırsatı sunuyoruz. Sanatçılar ve izleyiciler arasında bir köprü rolü üstleniyoruz, böylece diyalog kurma ve kültürel üretim fırsatları yaratıyoruz. Üçüncü değer disiplinlerarasılık. Çağdaş kültürü tüm biçimleri ve tezahürleriyle kapsamlı bir şekilde araştırmak için kullandığımız bir yöntem. Hedefimiz, çağdaş kültürün sadece görsel sanatlarla sınırlı olmadığını göstermek. Bu yüzden farklı etkinlik formatlarını bir araya getiriyor ve çeşitli formları keşfediyoruz.
Kendinizi “kültür evi” olarak tanımlıyorsunuz. Bu tanımlama ne ifade ediyor?
Sanat ve kültür tarihinde başlangıç noktalarını genellikle 18. ve 19. yüzyıllarda ararız; ancak bu doğru değil. İnsanlar her zaman bir araya gelip etkileşimde bulunabilecekleri, bir şeyler yapabilecekleri bir yere, bu üçüncü yere ihtiyaç duyarlar. Tabii ki bu üçüncü alanda kültürel ve sosyal faaliyetler olmalı. Bu yüzden GES-2’ye başladığımızda, bunun sadece bir müze olamayacağını düşündük çünkü müzenin ana işlevi depolamak ve depoladığı sanat eserlerini göstermektir. Bu da çok önemli bir rol. GES-2, müze olmanın ötesinde bir kültür evi olarak tasarlandı. Burada sadece sergi görmekle kalmazsınız, aynı zamanda yemek yiyebilir, film izleyebilir, halka açık etkinliklere katılabilir, satranç oynayabilir, kütüphaneyi ziyaret edebilir ve çocuklarınızla vakit geçirebilirsiniz. Bu, kültür evi ile müze arasında gördüğümüz bir fark.
Başkalarına bir şey öğretmektense, kendimizi öğrenme fırsatına sahip genç bir kurum olarak görüyoruz.
Binanın 1907 yılında inşa edilen eski bir elektrik santrali olduğundan bahsettiniz. Şehrin merkezî bir yerinde, Bolotnaya Adası’nda bulunan bu özel konumu seçme kararınıza ne ilham verdi?
Burayı harika bir mekân seçimi yapan çok sayıda faktör vardı. İlginç bir bağlantı olarak, GES-2’nin dış mekânında Urs Fischer’in “Clay No. 4” (Kil No. 4, 2014) adlı eseri bulunuyor. Bolotnaya Adası, Tatar dilinde “kil” anlamına geliyor, bu adanın kendisi bir bağlam sunuyor. Ek olarak bizim için önemli olan üç şey var. Birincisi, eski endüstriyel bir binayı alıp ona yeni bir hayat vermek bir dünya trendi. İkincisi, endüstriyel binaların mimarisinin size devasa bir şey yapma fırsatı vermesi. Örneğin konuk sanatçı programımızda sanatçılardan mekânı yeniden düşünmelerini ve burada büyük bir enstalasyon yapmalarını istiyoruz. Ayrıca mekânı konserler ve halka açık etkinlikler için kullanıyoruz. Yani endüstriyel binalar size disiplinlerarası çalışma için bir fırsat sunuyor. Üçüncü olarak, bu tür binaların insanları cezbettiği bir gerçek ve projeye özgü bir karakter katıyor.
Bolotnaya Adası, geçmişte fabrikaların yer aldığı, şehrin daha endüstriyel bir bölgesi gibi görünüyor. Ancak 2000’lerin başından beri burada çok sayıda sanat kurumu açılmış. Bilinçli bir soylulaştırma hareketinden söz edebilir miyiz?
Burası Kremlin’e 500 metre uzaklıkta olduğu için dönüşüyor. Buraya yatırım yapmaya hazır pek çok insan var ama çoğu kültürel hizmet amacını taşımıyor. Ancak Moskova’nın merkezinden bahsedecek olursak, son 20 yılda birlikte çalışan devlet ve özel kurumlardan oluşan iyi bir çekirdek var ve çoğunlukla projelerde onlarla birlikte çalışıyoruz.
Dönüşümden bahsediyorken, mekânın yeniden işlevlendirilmesi için Renzo Piano’yla çalıştınız. 2015’te başlayıp beş yıl devam eden bir süreç bu. Renzo Piano’yla çalışma kararınızda neler etkili oldu? Dönüşüm süreci nasıl ilerledi?
Renzo Piano, yenilikçi fikirleri hayata geçirebilen bir isim. Süreçte öne çıkan üç ana fikirden bahsedebiliriz. GES-2’nin orijinal planında cam tavan yapma isteği varmış ancak Moskova’da bu element mümkün olmayacağı için vazgeçilmiş. Mekân aynı zamanda büyük cam pencerelere sahip. Renzo Piano bu faktörleri görünce, binanın halka daha açık hale getirilebileceğini düşündü. Cam, istediğimiz şeffaflığı yaratabileceğimiz bir ortam sundu çünkü binaya girdiğinizde iç ve dış mekân arasında bir ayrım hissettirmiyor. İkinci fikir, binayı 20. yüzyılın başındaki tam ölçeğine ve formuna getirmekti. Bu yüzden kullanımda olmayan kuleyi, saat kulesini ve daha pek çok kısmı restore etti. Üçüncü ve bizim için en önemlisi ise, Renzo’nun mekânın işlevselliğini kalıcı kılma isteğiydi. Bu biraz soyut bir fikir gibi gelebilir ama aslında değil. Geçmişte güç santrali olarak kullanılan yapı soğuktan enerji elde ederken, şimdi içeride yaptığımız etkinliklerden ve içeriye gelen ziyaretçilerden enerji elde ediyor. Her gün kullanılmadığında fikir soyut görünebilir; ancak her gün kullanıldığında, projeler gerçekleştirildiğinde, enerji üretmeyi düşündüğünüzde, enerji üretiyor. Bu oldukça basit ve gerçekten çok sembolik.
Eski köprüleri yıkmak yerine yenilerini inşa ediyor ve bizimle çalışmak isteyenlerle işbirliği yapıyoruz.
Moskova, son dönemde çağdaş sanatın yükselen başkentlerinden biri haline geldi. Bu değişime kendi katkılarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz 2021’de açılan genç bir sanat kurumu olmamıza rağmen, V-A-C 2009’dan beri var olan bir girişimdi. Bu süreçte sadece Moskova’daki çağdaş sanat sahnesi için değil, Rus çağdaş sanat sahnesi için de çok şey yapıldığını gözlemledik. Başkalarına bir şey öğretmektense, kendimizi öğrenme fırsatına sahip genç bir kurum olarak görüyoruz. Bu yüzden fırsatlar sunuyoruz. İzleyicileri, sanatçıları ve diğer kurumları ortak bir paydada buluşturmaya çalışıyoruz. Kültürel üretimin çağdaş kültürün temelinde olduğunu düşünüyoruz ve bu alanda önemli bir rol oynamak istiyoruz. Ancak kendimizi daha rahat hissetmek ve yerimizi bulmak için daha uzun yıllara ihtiyacımız var.
Tarif ettiğiniz bu ortamı desteklemek için şimdiye kadar hangi projeler üzerinde çalıştınız?
En iyi örnek, disiplinlerarası olması açısından geçen yıl gerçekleştirdiğimiz 52 Hz projesiydi. Küratörler, 10-20 hertz’in üzerinde kaldığı için diğer balinalarla iletişim kuramayan yalnız bir balinanın hikâyesinden esinlendiler. Bir sanatçı ve küratör grubuyla işbirliği yaparak, dev bir balina iskeletinin içine tiyatro benzeri, ziyaretçilerin bireysel olarak deneyimleyebileceği bir oda ekledik. Her zaman farklı disiplinleri ve hem geçmişten hem de günümüzden sanatçıları bir araya getirmeye çalışıyoruz. Moskova, Rusya ve dünyanın bağlamında çalışıyoruz. Küratörler için en ilginç iş, bu bağlantıları kurmaktır. Sadece çağdaş sanatı göstermek karmaşık olabilir ancak farklı disiplinleri bir araya getirdiğinizde daha kolay ve etkili oluyor.
Yani hem genç sanatçılara fırsat vermek hem de geçmişi bir şekilde bu bağlama dahil etmek istiyorsunuz.
Genç sanatçıları tüm faaliyetlerimizde görmek bizim için çok önemli. Bu yüzden misafir sanatçı programları, açık çağrılar ve kültürel üretim büyük önem taşıyor. Hedefimiz sanatçıların programlara katılmalarını sağlamak, onları zorlamak istemiyoruz. Bazı programlarda nihai sonucu da bilmiyoruz. Sanatçıların bizim gibi kurumlara neden ihtiyaç duyduklarını çok iyi anlıyoruz çünkü burada sadece altyapımızı değil, uzmanlığımızı da kullanıyorlar. Ayrıca diğer sanatçılarla diyalog fırsatı da sağlıyor.
Her zaman farklı disiplinleri ve hem geçmişten hem de günümüzden sanatçıları bir araya getirmeye çalışıyoruz.
Sergi ve programlara karar verirken ne tür kriterleriniz var?
Sinema, tiyatro ve kamu programları gibi farklı alanlarda çalışan birçok küratörden oluşan bir ekibimiz var. Ekip, programları bütünleştirmek ve tek bir kurumsal programlama hattı oluşturmak amacıyla çalışıyor. Kolektif bir seçim biçimi kullanılıyor. Bazen projeleri istediğimiz şekilde yapmakta zorlanıyoruz çünkü kurumun iki yıllık yatay bir planlamaya sahip olması gerekiyor ve her şey her zaman planlandığı gibi gitmiyor. Bu nedenle esnek olmak önem taşıyor.
Bahsettiğiniz ekipteki küratörlerle proje bazlı mı çalışıyorsunuz yoksa GES-2’nin sürekli elemanları mı?
Küratöryal ekibimiz genellikle sabit. Uzun süreli olarak bizimle kalıyorlar; çoğu üç-dört yıldan fazla, bazıları ise 13 yıldır çalışıyor. Nadiren dışarıdan küratör alıyoruz. Dışarıdan bir küratör olsa bile, her zaman onlarla çalışan bir iç küratörümüz oluyor.
GES-2’nin kamuyla temas halinde olmaya ve erişilebilirlik sağlamaya önem vermesinin arkasındaki motivasyon nedir?
Kendimizi engelli bireylerin kültürel üretim sürecine katılmasına fırsat vermekten sorumlu hissediyoruz. Tüm projeleri erişilebilir hale getirmek gerçekten karmaşık bir görev. Ekipteki en zor iş, kapsayıcılık için çalışan insanların işi. Projeleri erişilebilir hale getirmek için ekipteki herkese ısrarcı davranıyorlar. Geçen sene işitme engelli bireyleri ele alan Researching the Deaf Community (RDC – İşitme Engelliler Topluluğunu Araştırmak) isimli bir konferans düzenledik ve bu sene de düzenliyoruz. Bu programın çıktıları bizim için mucizeviydi. İşitme engellilerin çağdaş dans öğrenebileceği veya zihinsel engelli çocukların sahnede performans sergileyebilmelerine olanak sağlayabilecek yöntemler araştırıldı. Geçtiğimiz sene katılımcıların çoğu Rus’tu ancak bu sene farklı ülkelerden de katılımcılarımız olacak.
GES-2 için gelecek nasıl görünüyor ve uluslararası sanat dünyasında nasıl aktif kalmak istiyorsunuz?
Daha önce bahsettiğim projeler çoğunlukla gelecekle ilgiliydi, tamamlanmış olsalar bile. Ana bakışımız faaliyetlerimizin organik olarak gelişmesi, hiçbir şeyi zorlamak istemiyoruz. GES-2, konukların geleceği bir kültür evi olarak organik şekilde büyümeli ve uluslararası sanat dünyasıyla bağlantılı olmalı. Bu karmaşık bir süreç ancak ülkelerde araştırma turları yaptık. Eylül ayında Türkiye’ye gitmeyi planlıyoruz. Açtığımız sergilerde de ABD, Çin ve Brezilya’dan sanatçılar eserlerini sundular. Farklı insanlarla tanışıyor ve onları da kendimize çekiyoruz. Eski köprüleri yıkmak yerine yenilerini inşa ediyor ve bizimle çalışmak isteyenlerle işbirliği yapıyoruz.
GES-2 açıldıktan kısa bir süre sonra Rusya-Ukrayna çatışması başladı. Rusya son iki yıldır Venedik Bienali’ne dahil edilmiyor. GES-2 bu olaylardan nasıl etkilendi ve bu durum hakkındaki genel düşünceleriniz nelerdir?
Burada belirleyici olan, çalışmalarımızı bir bağlam içinde yürütmemizdir. Temel hedefimiz, ziyaretçilerin GES-2’yi görmesi ve projelerimizi deneyimlemesidir. Bu süreçte, işbirliğine açık olan kişilerle birlikte çalışıyoruz. Elbette herkes etkileniyor, bu kaçınılmaz. Ancak önceliğimiz çalışmaya devam etmek.