Çağla Meknuze Kırant: Bilimkurguya ilgili sosyal gerçekçi bir yönetmen ve ilişkiler üzerine çokça düşünen, üreten bir senaristi KÜL’de buluşturan nedir? Neler size ‘bu filmi çekmeliyiz’ dedirtti?
Erdem Tepegöz: Hikaye anlatıcıları olarak gerçeklik ve kurmaca benim için hep ilginç bir zıtlık ve ortaklık içeriyor. Bu iki kavramın arasındaki o ince sınır çok sinematografik. Kül’de anlatılan temel soru da bu; ana karakterin yaşadığı şey, başkasının kurmacasının kendi gerçekliği haline gelmiş olması. Bu hem ilginç bir durum yaratırken hem de sinemasal olarak güçlü bir çatışmayı ve merak duygusunu da içinde barındırıyor. İlk okuduğumda da aynı heyecanı hissetmiştim.
Erdi Işık: Filmin kurmaca & gerçek tarafının izleyiciye geçmesi için, iyi bir yönetmenle çalışmak istiyordum. Bu yüzden, sinemasını çok beğendiğim ve kendi vizyonunu Kül’e aktaracak olan Erdem Tepegöz’le ilerleme fikri bana çok iyi geldi. Kurmaca ve gerçeği, ilişkilerle birleştirme, anlatma fikri bize bu filmi çekmeliyiz dedirtti.
ÇMK: ‘Belki de hepimiz birinin hayalinde yaşıyoruz…’ sözleriyle açılıyor ve kapanıyor film. Siz kimin hayalinde yaşamak isterdiniz?
E.I.: Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir kişiyle aynı hayalleri kuruyor olabilirsiniz; hatta aynı rüyaları bile- ki bunun filmi var- görüyor olabilirsiniz :) Bana herhangi birinin hayalinde yaşama fikri bile yeterince ilgi çekici geliyor, özellikle şu kişinin hayalinde yaşamak isterdim gibi bir düşüncem olmadı.
E.T: Tek bir kişinin değil, birçok farklı düşüncenin yaratımlarına dahil olup hepsini reenkarnasyon gibi deneyimlemek heyecan verici. Kitaplar, sinema, diziler ve görsel dünya aslında kısmen buna hizmet ediyor. Serüven duygumuzu bir tek onlar taze tutuyor.
ÇMK: ‘Gerçek ne? Kurmaca ne?’ izleyiciyi bu soruyla baş başa bırakıyorsunuz. Sizce ne?
E.T: Büyük bir soru bu tabii, buna cevap vermek kolay olmasa da kendimce fikrim, ikisinin de birbirine iç içe geçmiş çengeller gibi olduğu. Birbirinden bağımsız değil ama farklı düzlemdeler ve biri diğerini doğuruyor sanki. Kurmaca olarak düşündüğünüz bir üst veya alt gerçeklik, sizin sonradanasal gerçekliğiniz olabiliyor. Bir film izleyip etkilenip yollara düşmemiz ve yaşamak istediğimiz o kurmacayı kendi gerçekliğimiz ile yaşamış olmamız bunun örneğini oluşturuyor.
E.I: Evet bu konuda okuyucuyu da yönlendirmek istemem açıkçası. Gerçek yaşadıklarımız; kurmaca hayal ettiklerimiz gibi basit bir açıklamada bulunabilirim ama belki de hayat hepimizi kandırıyor :) Gerçek birilerinin kurduğu bir yalan olamaz mı? Ya da aslolan kurmaca? Misal, Kül’de kurmaca karakteri olarak düşünülen Metin Ali, aslında benim hayatımda olan bir kişi üzerinden ilham alarak yazdığım birisi, yani gerçek olan, filmde gerçek karakter olarak gördüğümüz Gökçe ise aksine kurmaca.
ÇMK: Fictophilia eğiliminiz var mı? Varsa hangi karaktere karşı hisler besliyorsunuz?
E.T: Çocukken hepimiz bence bu eğilime sahiptik. Herkes bir çizgi film karakterine aşıktı. Kurmacayı kendi gerçekliğin gibi yaşamak küçük yaşta ediliniyor. Büyüyünce artık olaylara ve kişilere değil, düşüncelere fikirlere karşı bir bağımlılığın oluyor. Bu açıdan aslında çok fazla yazara ve düşünüre karşı onlar gibi düşünme eğilimini seviyorum. Fikir tartışmalarında bunu çok kullanıyorum. Şu karakter, bu durumda ne düşünürdü, ne yapardı diye. Bu da sanırım fictophillia kapsamına girebilir.
E.I: Böyle bir eğilimim yok ama bunun üzerine çok okudum, düşündüm. Dünyanın farklı bölgelerinde, gerçekten böyle insanlar var. Özellikle Türkiye gibi televizyon dizilerinin çok izlendiği ülkelerde, insanlar dizi karakterlerinin gerçekte var olduğuna inanıyor, onlarla böyle bir özdeşlik kuruyorlar. Hatırlayın, Kurtlar Vadisi’ndeki Çakır ya da Aşk-ı Memnu’daki Bihter karakterleri için cenazeler düzenlendi bu ülkede. Bu törenleri düzenleyen insanlara da bir nevi fictophilia diyebilir miyiz?
ÇMK: ‘Yerine geçmek, hayatını yaşamak isterdim’ dediğiniz kurgusal karakterler var mı? Neden?
E.I: Geleceğe Dönüş serisinin baş kahramanı olan Marty McFly’ın yerinde olmak isterdim sanırım. Çocukluğumun kahramanı olduğu için belki de, kaykayına çok özenirdim mesela :) Yazar olma sebeplerimden birisi aynı zamanda, her ne kadar ‘Geleceğe Dönüş’ benim yazabileceğim tarzda bir film olmasa da, benim en büyük ilhamlarımdan birisi.
E.T: O konuda çok değişken bir ruh halindeyim. Okuduğum kitapta veya izlediğim filmde hızlı birinden etkilenip onun gibi yaşamak istediğim çok oluyor. Örneğin Martin Eden’i okuyup onun gibi denizlere açılmayı isterdim. Veya Asimov kitaplarındaki gezegenler arası seyahat eden karakterlerin yerine geçmeyi. Beni en çok yolculuğa çıkan ve serüven yaşayan kurgusal karakterler çekiyor. Sırf bu yüzden küçük bir karavan aldım ve serüven yaşamak için fırsat buldukça yollara düşüyorum.
ÇMK: Sistemi sorgulayan bir yönetmensiniz hatta dönemin işci sınıfı sinemasına yön veren yönetmenlerinden olduğunuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. KÜL’de de ana çatışma karakterler arasında olduğu kadar aslında bir yandan da toplumsal sınıflar ve temsil ettikleri üzerinden kurulu… Sizi mevcut toplumsal düzende en çok ne rahatsız ediyor?
E.T: Teşekkür ederim, umarım öyledir. Mevcut toplumsal düzende belki dünya tarihi kadar eski olan en temel şey ayrımcılık duygusu gibi geliyor. O kadar bölünmeye odaklıyız ki örneğin her şeyimiz tek tip olmasına rağmen, askerde bile ranzanın altında yatan ile üstüne yatan arasında ayrım ve görünmez bir sınıf oluşmuştu. Bu sanırım insan doğası ile alakalı. Kendi harici her şeyi farklı sınıfa ait görmek. Kül aslında bu konuya çok güzel bir yerden bakıyor ve birbirinden bağımsız iki temsilin, birbirinin içinde olduğunu ve birbirinden bağımsız kabul edilemeyeceğini görselleştirilmiş oluyor.
ÇMK: Hem üretiminizde hem de röportajlarınızda ikiyüzlülükle, dürüst ve açık olunmamasıyla ilgili meseleniz olduğunu görebiliyoruz. Peki bazı yalanlar mutlu ederse? Yine de dürüstlüğü mü seçmeli karakterleriniz ? Siz kendi yaşamınızda hangisini tercih edersiniz, kesin konuşmak mümkün mü bu konuda?
E.I: Ben dürüstlüğü tercih ederim. Ama bu konuda kesin konuşmak dediğiniz gibi pek mümkün olmayabilir. Projelerimde bu kavramları tartışıyorum, ilk filmim tamamen ikiyüzlülük üzerineydi hatta. Yazdığım tiyatro oyunlarında da da bunu görebilirsiniz. Burada kişiliğimden ziyade, yaşadığımız toplumun çok belirleyici olduğunu düşünüyorum. Fransa’da yaşıyor olsaydım, belki bambaşka konular üzerine eğilirdim ama Türkiye’de ikiyüzlülük- dürüstlük kavramı- kapıların arkasında konuşulanlar- ilişkiler çok daha fazla ilgimi çekiyor, mümkün olduğunca yazar olarak cesur olmaya çalışıyorum. Ama insan olarak cesur muyum? Hayır. Karakterlerimi de bu ikilemde (dürüst olup olmamak) bırakmak bana iyi geliyor çünkü izleyicinin de bu konularda kendilerini o karakterlerin yerine koymasını istiyorum. Zaten tartışma da buradan çıkıyor.