Çağla Meknuze Kırant: Bana öyle geliyor ki Erdil Yaşaroğlu’nun heykelleri de karikatürleri gibi ‘konuşuyor’. Senin zihninde de konuşuyorlar mı? Neler söylüyorlar?
Erdil Yaşaroğlu: Temelde hikaye anlatıcılığı.Derdim hikaye anlatmak. Bunların hepsi araç benim için… Karikatür de heykel de farklı araçlar. Senaryo, stand-up da yazdım, resim de yaptım. Hangisi neye hizmet ediyorsa onu kullanıyorum. Daha basit, küçük, günlük, komik, eğlenceli hikayelerim varsa karikatürle anlatıyorum. Ama heykeller daha zamansız, daha derin belki metaforlarla daha süslenmiş biraz daha gri hikayeler, daha kalıcı. Belki de karikatürün tam zıttı olduğu için seviyorumdur. İşte bu hikayeleri de heykel yoluyla anlatmayı seviyorum.
ÇMK: Daha yoruma açık bırakmayı mı tercih ediyorsun?
EY: Yoruma açık bırakmanın şöyle bir güzelliği var; mesela karikatürü yapıyorsun, o hafta okunacak ve bitecek diye düşünüyorsun. Hadi en fazla kalsa, yirmi sene kalır.
ÇMK: Ama kalıyor senin karikatürlerin kaldı.
EY: Kaldı ama heykel kadar zamansız değil. Birçoğu da gitti mesela… Şimdiki çocuklara ben walkman karikatürleri gösteriyorum. ‘Bu ne’ filan diyorlar… Michael Jackson’ı tanımayan bir nesilden bahsediyoruz. Öyle düşün. O zamanın simgeleri, diliydi ve o zamanı anlatıyordu. Avrupa’daki Amerika’daki, Uzak Doğu’daki insana Bahçelievler minibüsündeki muhabbeti anlatamazsın, karikatür lokal bu anlamda. Fakat buradaki sihir şu; inşallah başarılı olurum da yaptığım beş yüz yıl sonrasına da kalır. Mesela bu heykel beş yüz yıl sonra var olabilir yapı itibariyle. Değer görürse korunacak kalacak, bir yerde bir müzede ya da birinde. Beş yüz yıl sonra bu heykeli kim görecek? Yeniden bir hikaye oluşturması lazım. Belki bu dünyada bile olmayacak. Mars’ta bir kolonide olacak. Orada yetişmiş, bambaşka bir insan formu, bambaşka bir kültürde yetişmiş biri görecek. O kadar uzağa gitmeye de gerek yok. Benim Kamboçya’da, Rusya’da, Dubai’de, Avrupa’da heykellerim var.
ÇMK: Harika… nerelere gitti heykeller?
EY: Bazen proje de yapıyorum. Mesela Kazan City’de (Rusya), Kazan Palace Otel’e sekiz tane heykel yaptım. Biraz hava atayım mı? Otel, heykellerden sonra En İyi Tasarım Otel’i seçildi.
ÇMK: Konsept neydi?
EY: Konsept yok. Ben oraya bir tane heykel yapmak üzere yola çıkmış, alternatifler sunmuştum. Hepsini beğendiler. Mesela yeni bir iş Kamboçya’ya gitti. Sarı bir gorilim var, bu sergide küçüğü var. Bir kopyası da Dubai’de.
ÇMK: Çok mütevazisin. Bunları hiç anlatmamışsın.
EY: Durup dururken nasıl anlatayım?
ÇMK: Instagram’dan paylaşacaksın işte...
EY: Evet, Ronaldino filan fotoğraf çektiriyor mesela… Çok havalı benim için.
ÇMK: Evet… ama bir repost yapmamışsın.
EY: Evet, az anlatıyorum.
ÇMK: Anlat anlat lütfen ben kaydediyorum.
EY: Mesela NordArt’ta iki heykel vardı. Bir Sokak Köpeği bir de ‘Büyük Hayaller’ diye bir iş. O Sokak Köpeği’ni çok beğendiler, ‘seneye de sergilemek üzere bırakır mısın?’ Dediler. ‘Tabii’ dedim bıraktım. Yüz bin kişinin gezdiği bir fuar.
ÇMK: Heykel mezunu olmana rağmen sanırım yirmi yıl kadar heykelle ilgili bir üretim yapmadın.
EY: Yaptım yaptım ama çok az yaptım, duyurmadım. Senede bir, iki… eşim dostum için, yurt dışında bir sergi için, projeler için… Ama senede bir,iki tane üretiyordum dolayısıyla kendime heykeltıraş diyemedim.
ÇMK: Ama kendine heykeltıraş dediğin bir nokta oldu. Ne zaman? Nasıl?
EY:Heykelle yaptığım hikayeler çoğalmaya başladı. Daha sık heykel yapmaya başladım. Ve dedim ki ‘artık ben bunu daha sık ve daha düzenli yapacağım’. Yaklaşık on beş sene evvel.
ÇMK: Ama bizden bayağı saklamışsın. Biz beş yıldır biliyoruz aşağı yukarı… bomontiada’dan beri…
EY: Evet aslında ilk kişisel sergim oydu, onunla patladı aslında. Deli işiydi benim için de bir yandan, satamayacağım dev heykeller yaptım.
‘Çok zengin olmadım ama aslında çok zenginim çünkü hiçbir şeye ihtiyacım yok’
ÇMK: Uzaktan bakınca şanslı görünüyorsun, tutkun olan bir işi yapıp başka bir gelire ihtiyaç duymadan yaşamayı başardığını düşünüyorum.
EY: Yakından bakınca da şanslıyım. Ki başlarken ‘oğlum aç kalacaksın, manyak mısın?’ diyen çok insan vardı etrafımda. ‘Ben karikatür çizmek istiyorum, heykel bölümünü kazandım’ deyince… Allah’tan annem, babam çok destek oldu. Ama arkadaşlarımın babaları gelip ‘oğlum manyak mısın? Heykel bölümünde ne yapacaksın? Bak bizim oğlan işletmeye girdi, sen de doğru düzgün bir meslek seçsene kendine’ diyorlardı. İyiliklerinden diyorlardı tabii … Biraz şans biraz da manyak gibi çalışmaktan oluyor tabii. İşini çok sevdiğin zaman çok çalışıyorsun, çalışınca da bir şekilde ihtiyacın olanı alıyorsun. Çok zengin olmadım, bizim işin doğasında zaten çok zengin olmak yok. Ama aslında çok zenginim çünkü hiçbir şeye ihtiyacım yok. Gezmek istiyorsam geziyorum, istediğim kitabı alıyorum, iyi bir yerde yaşıyorum. Daha ne? Bir şeye ihtiyacım yok.
ÇMK: Hayallerinde nerede olmak var?
EY: MOMA’dan bahsetmiştik laf arasında... Ve TATE’de bir sergi yapsam ne güzel olur… Daha kırk fırın ekmek yemem lazım ama glutensiz...
ÇMK: Kamusal alan olarak düşünürsen dünyada nereye hangi heykelini yerleştirmek istersin?
EY: Almanya’ya yaptığım Sokak Köpeği’ni İstanbul’a getirmek isterim aslında. Çünkü o buranın sokak köpeği. Buraya gelmesi lazım. İnsanların olduğu yerlere, böyle monument bir şey bırakmak çok güzel, kalıcı olması, korunması adına. Şehirde yaşayan şeyler yapmak isterim. Dünyanın neresinde olursa olsun, nerede istenirse orada değer verilecek, bu önemli.
ÇMK: ‘Namibya Rölyefi’ de serginin bir parçası. Afrika’da seni çeken ne? Neden o kadar çok gittin?
EY: Afrika dünyanın en büyük kıtası … Bir kere hayvanlar orada. Belki de çocukluktan gelen belgesel etkisidir. Çok dokunulmamış, bakir alanlar. Paris’e gitmektense oralarda gezmeyi daha çok seviyorum.
ÇMK: İz bırakmış belli ki… Sana ne hissettiriyor Namibya Rölyefi?
EY: O, Namibya seyahatiydi. Namibya uzay gibi bir yer. Gökyüzü lacivert, toprak turuncu ve dünyadan uzayın en iyi göründüğü alanlardan biri. Hem ışık kirliliği, şehirleşme yok hem de iklimden dolayı hiç sis yok, bulut yok. Nefis görünüyor. Motosikletle oralara bayağı seyahat ettim.
ÇMK: Afrika’da hayvanları gözlemledin sanırım.
EY: Evet evet…
ÇMK: Zihninde bu hayvanların birbirleriyle konuştuklarına daha da inanmaya başladım.
EY: Evet öyle gibi… Benimle de konuşuyorlar. Çünkü o dünyayı kendin kurguluyorsun. Çizgi filmde de öyledir. İlk bir dakikada ‘bu dünyada hayvanlar konuşuyor’ derler. Sen onu kanıksarsın. Normalde saçma bir şeydir hayvanların konuşması… Ama sen baştan dünyayı öyle kurgularsan tüm bu filmi böyle izlersin. Ben de çocukluktan öyle kurgulamışım, hayatım boyunca böyle gördüm.
ÇMK: Yıllardır sormak istediğim soruyu sona sakladım. Dünyanın karanlığının, kötülüğünün bu kadar farkında olup mizahla anlatmayı, bizi de gülümsetmeyi nasıl başarıyorsun?
EY: Çok zor bir yer. Mücadele etmenin tek yolu bu, benim bulabildiğim… Çünkü farkında olunca çok acı çekiyorsun. Öyle bir gerçek var. En basiti şöyle düşün, öyle bir yerde yaşıyoruz ki -metafor yapmıyorum-dünyadaki her canlı birbirini yemeye çalışıyor. Aslında cehennem burası. Biz bir şeyleri yemeye çalışıyoruz, onlar sonra bizi yemeye çalışacak. Biz ölünce solucanlar bizi yiyor. Solucanı kuş yiyor. Kuşu başka bir hayvan yiyor. Böyle bir dünyadayız. Her şey birbirini yemeye çalışıyor. Çok korkunç değil mi? İnsan zaten kötü, kendi çıkarları üzerine. Kötülük de göreceli bir şey. Bana göre kötü, var olanı bozup kendi çıkarı için yozlaştırmak. Virüs gibiyiz… İşte bu heykellerle anlatılan hikayeler öyle… ‘Sanatçının görevi göstermek’ derler ya… Bir dert görüyorsun, gösteriyorsun belki çözümünü bir çocuk bulacak büyüyünce ya da bir bilim insanı. Paylaştıkça rahatlıyorsun. O yani… mücadele yolu. Ben de gülerek mücadele ediyorum, güldürerek.
‘Transatlantik’ 30 Ocak 2024 tarihine kadar Alexander Vallaury Binası’nda, Pazartesi günleri hariç, hafta içi 10:00 – 20:00, hafta sonu 11:00 – 19:00 saatleri arasında sanatseverler ile buluşuyor.