BASE için açtığımız bu yeni güzergahta yürürken karşımıza ilk olarak yeni mezun olmanın getirdiği ‘akademiye sıkı sıkı bağlı olma’ düşüncesinden daha farklı bir duruşun duyumsandığını söylerek sözlere başlamak gerekiyor. Örneğin, gündelik soru(n)lara yanıtlar arayan, bu konulara çözümler getirmeye çabalayan, tüketim toplumunun hızlılık ve verimlilik esasları içerisinde es geçtiği değerleri görünür kılmaya çalışan yapıtların çoğunluk teşkil ettiği bir seçki hemen göze çarpıyor. Böylelikle düş ile düşünsel arasında harekete geçilmesiyle açılan yolun izinin kaybedilmesi durumu ortaya çıkıyor; bu da her yeni yoruma, yaklaşıma kapı aralatan bir heyecanın sezilmesine zemin hazırlıyor. Yeniye dair merakı karşılamak için merdivenleri daha hızlı çıkmaya sevk ediyor.
Bunun yanı sıra her yeni kuşağın, yeniden üretim için kendisine hammadde olarak hizmet edecek olan eski kuşak tarafından sağlanmış üretim güçlerini fikri olarak arka planda hazır bulmasının etkisiyle üniversitelerdeki ekol farklılıkları belirginleşiyor. İşte burada BASE’in alametifarikası devreye girerek akla karşıtların bütünlüğü ve birbiriyle savaşım yasasını getiriyor. Bu yasa, nesnel gerçekteki tüm nesnelerin, fenomenlerin ve süreçlerin iç çelişkiler taşıdıklarını ve bu çelişkilerin etkilerinin her türlü hareketin ve gelişmenin kaynağı olduğunu belirtir. Karşıtların bütünlüğü görecelidir; oysa savaşımı, yani birbirlerini karşılıklı etkilemeleri mutlaktır. Şimdi bu karşıtlıkları birlikte açımlayalım.
Çağdaş sanatta “ölüp ölüp dirilen” tuval resmiyle yeni medya sanatlarının farklı malzeme kullanımı, toplumsal temelli işlerle bireyin kendi gerçekliğinden yararlandığı çalışmaların karşıtlığı ve retinal olanla kavramsal olan arasındaki ayrımlılığın yan yana olarak birlikte var olma hali serginin güçlü ve geniş başlığıyla diyaloğa geçerek izleyicilere ayna tutuyor.
Ayna metaforundan hareketle BASE 2023’ün öne çıkan yeni kuşak sanatçılarına, dünya görüşlerine, sanatsal yaklaşımlarına ve yönelimlerine doğru başkaca bir yazınsal metot belirleyelim ve birlikte ilerlemeye başlayalım. Akaretler Sıraevler 37 numaralı binada ilk katta Melek Günday’ın Barkod başlıklı işiyle geleneksel değerlere ışık tutan ve “çarpana dokuma” olarak bilinen emekle estetik arasında güçlü bir bağ bulunan nesnenin kapitalist ekonomi ve onun yarattığı tüketim toplumunca yok edilip herhangi bir ürün gibi satın alınarak barkodla okunmasına ilişkin işi karşımıza çıkıyor. Aslında bu çalışmayla kırsal kesimin kapitalist toplumda, kültürel, teknik ve fiziksel yönden geri kalmış bir kesim olarak tanımlanmasına, kentin ise sanayinin ve ticaretin, hizmetlerin, eğitimin, bilimin ve kültürün toplandığı ortam olarak değerlendirilmesine yönelik yaygın görüş ters yüz ediliyor. Ardından Güliz Kayahan’ın Soylulaştırıyor(uz) başlıklı videosuyla kent dokusu ve insan teni arasında bir bağlantı yakalanarak güncel sorunları hızlı bir şekilde çözmek adına makyajlama mecazı üzerinden uzun vadeli düşüncelerden ve çözümlerden uzak o günün sorunlarına bakan hâkim anlayış sergileniyor. İster kentte isterse kırda çocuk olmanın ve çocuksu kalabilmenin kalıplara sıkışan günümüz insanı için bir serbestlik alanı açtığını düşünen Nazlı Kayabaşı’nın Kendinden Uzak Serisi ise zihin ve beden kavramına ilişkin izleyicilere resimsel sorularla yaklaşarak kendi çocukluğuyla bir bağ kurmaya davet ediyor. Nuray Çiçek’in Hafızayı Paketlemek işiyle sonuç odaklılığının karşısına yaşanılan sürecin kıymetini, yaşamın özündeki pürüzlülüğü, düzgün ile bozuk olanın ses ve görsel karşılıklarının sinestetik yorumlarını paylaştığı çalışmasında eller öne çıkıyor. El bu defa Semiha Mirzai’nin Eller Ne Der? sorusu üzerinden önce bireyin sonra kadının kimin için yaşadığı, kim için kendi kimliğinden vazgeçmek durumunda kaldığı sorularıyla toplumsal sorunlara el kaldırılarak yeniden karşımıza çıkıyor. Tolga Ersin’in Batı uygarlığının temeli olarak nitelendirilen Antik Yunan benzeri bir sütun üzerinde sığınmacıların, LGBTİ+ bireylerin ya da açlıktan kırılan yoksul halkın sorunlarını görünür kılarak uygarlık ile barbarlık arasındaki ince çizgileri Göç Sütunu adlı işi üzerinden belirginleşiyor. Herkesin kendi sorun yumağıyla uğraştığı, kendi yağında kavrulurken elindeki yağ alındıktan sonra kavrulduğu bu ortamda başkasının acısına ya da kendi acısına, kederine dahi hissizleştiği travmatik kaosa ise Ümmihan Bulut Etleşme serisiyle yeni bir yanıt veriyor, bireylerin sıkıntılarının bireylerin toplamı olan topluma sirayet edeceğine dair ikaz ışıklarını yakıyor. Mert İstanbullu’nun Lego başlıklı işi ise bu genel hissizleşme, duyarsızlaşma halini legoyu adeta bir maske gibi kullanarak sistemin insani değerleri dahi tüketim çılgınlığı içinde dolaşıma sokma pratiği üzerinden popüler bir dille biraz da kentli kitleye seslenerek robotlaşma durumuna dokunuyor. İstanbullu’nun yorumundaki suretin değişiminin yanı sıra Gülsüm Gilol’un bedenin bilindik görüntüsünü parçalaması, dönüştürmesi sanat-cinsiyet, sanat-siyaset ve sanat-temsiliyet gibi ikilikler üzerinden beslenerek yeni bir görüntü sağlamasıyla Pablo Picasso’nun “Önce kuralları tam bir profesyonel gibi öğrenin. Sonra onları bir sanatçı gibi kırın” sözündeki gibi yapıbozumcu dünya görüşünü alımlatıyor.
Yeni kuşak sanatçıların düşünme, konuşma, tartışma, üretme, sergileme ve sanat ortamının farklı alandaki diğer sanat emekçileriyle ve mesenleriyle/koleksiyonerleriyle aynı havayı soluma gibi pek çok önemli noktayı ve paydaşı aynı çatı altında değerlendirme, buluşturma olanağıyla BASE İstanbul özellikle insanın ilk dışavurum kaynaklarından olan sanat aracılığıyla bir iletişim alanını meydana getiriyor. BASE’i önemli kılan noktalardan bir diğeri ise, Daron Acemoğlu’nun söylemindeki gibi ulusların düşüşü kentlerin yükselişiyle öne çıkan megapoller çağında İstanbul’u merkeze alan ve Anadolu’da sanatsal, kültürel ve düşünsel anlamda ne olup bittiği konusunda derin bir sessizliğin olduğu günümüzde farklı kentleri, üniversiteleri ve ekolleri bir araya getirerek çok sesliliğe önem vermesi. Serginin başlığında gizli olan “Gerçekliğin İçinde, Düşlerin Kıyısında” temasını sonsöz yerine felsefi olarak yorumlayıp geri kalan gizin içindeki izi yakalama adına Hegel’in şu sözlerine başvuracağım. Çağdaş sanatla birlikte felsefeye çıkma, ulaşma yolundadır sanat. Hegel, felsefenin yapması gereken, gerçeklik içinde akılcı olanı çekip almaya çalışmak, gerçeği olması gerektiği gibi değil olduğu gibi anlamak ve baştan çıkarıcı yollarda kendini kaybetmeksizin fiilen olanı ifade etmektir. BASE’in 7. Edisyonu tam da izleyiciyi baştan çıkarmadan olan biten gerçeği sanatsal bir gözle yeniden görmeyi vaat ediyor.