Sanatçılardan mevcut altyapılarla çalışmalarını istemiştim: mağazalar, sokak lambaları, çöp kutuları, havuzlar, arabalar, çatılar, pencereler vs. Öneriler beklentilerimi aştı: Sarışın, Protestan ya da sanatçı olmak için eczanelerden hap satın alınabilirdi. Bir sanatçı mağazalarda hırsızlık yapmanın en iyi yollarını anlatan el ilanları dağıtıyordu. Başka bir tanesi günde üç kez, kentin önemli binalarından birini yakıp kül edecekmiş gibi görünen devasa bir yangın çıkarma numarası yapıyordu. Belediyenin havuzundaki bilgilendirme panosunda yabancıların ücretsiz giriş hakları olduğu belirtiliyordu. Motosikletli kalabalıklar zaman zaman şehir merkezini işgal ediyor, sanatçının verdiği kısa ve öz bir koreografiyle arka tekerleklerini kaldırıp dumanlar çıkarıyorlardı. Yerel gazetelerden belediye meclisinin kiralık olduğu, müzenin de diğer pek çok bina ve kurum gibi satılık olduğu öğreniliyordu. Serginin açılış tarihinin kentteki bir maratonla aynı tarihe denk geldiğini fark eden bir sanatçı, yarışın organizatörlerini maratonu üç metre daha uzatmaya ikna etmeyi başarmıştı. Başka bir sanatçı McDonalds yakınlarına, içindekileri saatte birkaç kez dışarı fırlatan bir çöp kutusu yerleştirmişti. Bir kum havuzu, çocukların çok daha iyi odaklanabilmeleri için separatörlerle ayrıldı.
Serginin amacı, orada bulunanlara sokağı ele geçirecek abidevi nesneler dayatmaksızın özerkliklerini benimseterek kent dokusuyla bütünleşmekti. Serginin hazırlıkları sırasında onlara hep şunu söyledim: “Eğer sanata benziyorsa, tasarı uygun değildir.” Buradaki düşünce yoldan geçen birinin makul bir şekilde akla yatkın bulabileceği şey –gündelik yaşamında yer alan bir nesne ya da olay gibi– ile sıradanlıktan çıkıp şüphelenebileceği şey arasında bir gerilim yaratmaktı. Bu gerilim sürekli ve düzenli bir şekilde sürdürülebilirse sıradan ile sanatsal arasındaki şüphe, yoldan geçenlerin zihnine işleyebilirdi; böylece zaman zaman bütün kenti sanatsal bir tezahür olarak düşüneceklerdi.
Nihayetinde tasarının temel fikri buydu. Ama bir küratör için kentte sergi düzenlemek, bir tenisçinin döner kavşağın ortasında tenis oynamaya çalışmasına benziyor. Olası kazaları görmek imkânsız olacaktır ki böyle çok fazla kaza oluyor. Mesela ben yabancıların havuza ücretsiz girişinin geniş çaplı bir protestoya sebep olmasını bekliyordum ama öyle olmadı. Fakat üç ay sonra Almanya’da aynı öneri skandal yarattı. Bununla birlikte kum havuzlarının separatörlerine, çocukların ebeveynleri güçlü bir şekilde muhalefet etti. Separatörler belli aralıklarla kaldırıldı ve sanatçı tarafından belli aralıklarla yeniden yapıldı. Yangın (aslında belirli bir saatte devreye giren devasa bir duman makinesi) öyle bir kargaşa yaratmıştı ki sökülmesi gerekti. İtfaiyeciler yoldan geçenlerden çok sayıda telefon alıyordu. İtfaiye şefini deneye kesin bir son verilmesi için ikna eden çağrı, bunun bir sanat eseri olduğunu öğrenen bir itfaiyecinin histerik tepkisiydi. Çoğu durumda çok az vandallık yaşandı ama birçok eser de mahir hilelerle “devre dışı” bırakıldı. McDonalds’ın karton ambalajlarını geri püskürten çöp kutusunun etrafı, iki haftanın sonunda kaldırım onarım çalışması için küçük bir şantiyeye dönüştürüldü. Hiç kimse çöp kutusuna dokunmamıştı ama kimse de onu kullanamıyordu, etkisiz hale getirilmişti.
Müzeden kopuş
Sergi, ulusal çapta büyük bir etki yarattı. Ziyaretçilere açıkça neyin sanat eseri ya da neyin yalnızca kent donanımı olduğunun; neyin bir performanstan ya da tesadüften, hatta gündelik yaşamdaki sosyal bir etkileşimden kaynaklandığının gösterilmemesi halk arasında gerginliği şiddetlendirip çok sayıda gösteriye sebep oldu. Serginin pek çok eserinin sıradan özelliklerine öfkelenen Bienne’in mahallesi bir araya gelip kendi sergilerini oluşturmaya karar verdiler; büyük bir cesaret, enerji ve coşkuyla sokaklarını ve bahçelerini şenlendirecek eserler (bahçe cüceleri, samandan korkuluklar, şişe diplerinden heykeller vs.) ürettiler.
Şayet bir müzenin içinde olsaydı, bunun gibi bir serginin böylesi bir tepkiye yol açması pek olası değildi. Kent mekânında ya da müzede sanatı sergilemek, birbirinden tamamen farklı iki deneyim. Bir müzeye giren ziyaretçi, tablolar ve heykeller gibi ânında fark edilebilen nesnelerle karşılaşacağını bilir. Müzenin dışındaki, gündelik hayattan gelen sıradan nesneler gibi görünen yerleştirmeler ve videolar bile ziyaretçiyi nesneleri sanata dönüştürmeye davet eder. Aynı ziyaretçi kentte yürüdüğünde bu dönüştürme işini gerçekleştirmesini sağlayacak hiçbir şey yoktur. Bir kurumun ve onun otoritesinin üstünlüğü olmaksızın kendi başına karar vermek zorundadır. Gördüğü şeyin bir sanat eseri olabileceği “mümkün” olduğu anda kent gözünün önünde kaybolur ve sonsuz bir olasılıklar alanı olarak yeniden ortaya çıkar. Sokağın köşesindeki çöp kutusu hareket edecek mi? Önümdeki kişi yerde sürünecek mi? Bundan sonra gerçek bir yangın ile tehlikesiz bir performansı nasıl ayırt edebilirim? Ben yokken evim bir sanatçı tarafından satıldı mı?
Sıra dışı sergileme
Bu olasılıklar girdabından sağ çıkmak için ziyaretçi, seçici mantığını (bu ya çöp kutusu ya da sanat eseri) bırakıp ek bir mantık (bu bir çöp kutusu, Big Mac ambalajımı buna atabilirim; bu çöp kutusunun aynı zamanda başka bir şey, yani bir sanat eseri olması da mümkün) geliştirmeli. Bir kez bu mantık yapısı devreye girdi mi, kentin bütün altyapısal öğeleri potansiyel olarak “başka bir şey”e dönüşebilir; sanatçıların kent mekânına müdahalesinden önce akla gelmeyen ekstra yaşamlar, yeni hikâyeler, olay örgüleri ve aktarım yöntemleri canlanabilir.
Hiçbir şey değişmedi, kimse kamusal alanın ortasına devasa bir heykel yerleştirmedi. Biraz bilimkurgu filmi Blade Runner’daki gibi oldu: İnsan görünümlü robot replicant’lar, gizlice ve sorun yaşamadan kentsel ve sosyal dokuya sızıyor. Ama hemen hemen aynı iki terim (kaplumbağa ve kara kaplumbağası) arasında tereddüde düştükleri basit bir konuşma esnasında gerçek kimlikleri ortaya çıktığında insan olmadıkları, replicant oldukları ânında anlaşılıyor. Görünüşte hiçbir şey değişmese de dünya algısı artık altüst oluyor. Bu belki de kamusal alandaki serginin gücüdür. Eskiden kent, usulüne uygun beklentileri karşılıyordu. Şimdiyse sıra dışına, çeşitli olasılıklar arasındaki sürekli bir gerilime doğru açılıyor.