21. yüzyıl öncesi sanat ticaretinin artık bir “başyapıt” piyasasına dönüştüğüne dair şimdiye dek pek çok şey söylendi. Süper zenginler o kadar zengin oldular ki, sadece en büyük isimlerin en iyi işlerini satın almak istiyorlar.
Fiyat skalasında daha aşağıya indikçe, tanınmış ya da uzun süre önce ölmüş sanatçıların az bilinen eserleri için alım satım işleri yavaş ilerlese de, sözde başyapıtların tek seferde elde ettiği sonuçlar sanat piyasasının patladığı ve sanatın kârlı bir yatırım olduğu yönündeki geniş yankı bulan algıyı güçlendiriyor. En azından umutlar bu yönde.
Ancak “başyapıtlar”a yönelik son dönemdeki taleplere daha yakından bakıldığında, kaç tanesinin ancak mevcut eserlerin en iyisi olmak yerine gerçekten de bir sanatçının kariyerindeki en iyi iş olduğu ve “en iyi”nin şu an ne anlama geldiği soruları ortaya çıkıyor.
Mayıs ayında New York’ta gerçekleşen ve sanat piyasası analiz firması Art Tactic’in hesaplamalarına göre 2022’deki eşdeğer müzayedelere kıyasla satışların değer bazında yüzde 42 düştüğü, öne çıkan bir dizi modern ve çağdaş müzayedenin ardından, Sotheby’s koleksiyoner Emily Fisher Landau’ya ait 20. yüzyıl sanat eserlerinin 8-9 Kasım’daki satışından en az 400 milyon dolar gelir elde etmeyi beklediğini açıklayınca, sektördeki pek çok kişi rahat bir nefes aldı. Yaklaşık 120 eserden oluşan iki bölümlü müzayedenin öncü parçası ise, 120 milyon doların üzerinde bir fiyata satılacağı garanti edilen, Picasso’nun 1932 tarihli bir “başyapıt”ı.
New York’taki Whitney Amerikan Sanatı Müzesi’nin cömert destekçilerinden, New York’lu bir emlak komisyoncusunun dul eşi Fisher Landau, mart ayında 102 yaşında öldü. Sotheby’s’e göre, 2010 yılında 367 eserin Whitney’e hediye edilmesinin ardından Landau’nun koleksiyonu zayıflamasına rağmen,“dönemi tanımlayan”parçaları ve Jasper Johns, Willem de Kooning, Robert Rauschenberg, Mark Rothko, Ed Ruscha ve Andy Warhol gibi savaş sonrası Amerikan sanatçılarının “başyapıtlarının temel örnekleri”ni hâlâ barındırıyor. Hatta müzayede evi, onun “benzersiz” koleksiyonunu Peggy Guggenheim ve Gertrude Stein gibi “20. yüzyılın büyük öncü koleksiyoncuları”nınkiyle eşit değerde görüyor.
Tek bir kişiye ait prestijli koleksiyonların, uluslararası bir müzayede evinin satış rakamları (her zaman nihai kâr-zarar hanesini göstermese de) için ne kadar önemli olduğu göz önüne alındığında, Sotheby’s’in bir parça abartması affedilebilir. Geçtiğimiz kasımda ezelî rakibi Christie’s, Microsoft’un kurucu ortağı Paul Allen’ın“eşsiz” olarak nitelendirilen koleksiyonunu 1,6 milyar dolara satarak, tek kişinin sahip olduğu bir koleksiyon için açık artırmada şimdiye kadar elde edilen en yüksek rakama ulaştı. Eğer fiyat konusunda rekabet edemiyorsanız, en azından ikna edici bir dille rekabet etmelisiniz.
Sanat piyasası giderek artan bir şekilde büyük özel koleksiyonları esas olarak ne kadar para ettiklerine göre ayırt etme eğiliminde. Ancak Fisher Landau’yu sonbaharın diğer büyük müzayede satışlarından biriyle karşılaştırmak, koleksiyonculuk psikolojisinin yıllar içinde ne kadar değiştiğini gösteriyor.
Rothschild’ın kalıntısı
Başyapıt kelimesini her zaman bonkörce kullanan Christie’s de 3-17 Ekim arasında New York’ta “Rothschild Başyapıtları” müzayede serisini düzenledi. Gerçekte bu dört satış, ünlü Avrupalı bankacı ailenin 18. yüzyıldan bu yana biriktirdiği ve sattığı usta işi sanat eserleri ve objelerden oluşan, bir zamanların büyük şahsi koleksiyonlarının kalıntılarını temsil ediyordu. Rothschild tasfiyeleri, 1977’de Buckinghamshire’daki Mentmore Kuleleri’nde bulunanların, Sotheby’s tarafından düzenlenen dokuz günlük yasal satışıyla doruğa ulaştı ve diğer tanınmış isimlerin yanı sıra Thomas Gainsborough, Joshua Reynolds ve François Boucher’nin eserlerinden o zamanlar 10,3 milyon dolar gibi muazzam bir gelir elde edildi.
Yaklaşık yarım yüzyıl sonra New York’ta düzenlenen Rothschild müzayedelerinin bu son serisinde, 17. yüzyıldan kalma Gerrit Dou’nun elinde ölü bir tavşanla pencerede duran genç bir kadını resmettiği tablo, fiyatının 3 milyon ile 5 milyon dolar arasında bir rakama satılacağı yönündeki tahminin aksine 7,1 milyon dolara satıldı. Dou yetenekli bir sanatçıydı ama bu janr resim, Rothschild’ların 2015’te Rijksmuseum ve Louvre’a özel olarak 160 milyon euro’ya sattığı, Marten Soolmans ve Oopjen Coppit’in Rembrandt imzalı, 1634 tarihli evlilik portreleri gibi, “başyapıtlar” arasında yer alıyor mu?
2007’de yayımlanan Great Collectors of Our Time: Art Collecting Since 1945kitabının yazarı James Stourton, Rothschild’larınki gibi tarihî koleksiyonların ardındaki düşünceyle günümüz koleksiyoncularınınki arasında net bir ayrım yapıyor.
Sotheby’s’in Birleşik Krallık’taki eski yöneticilerinden Stourton, “Günümüzdeki fark, koleksiyonerlerin sanatı göstermek için satın almasıdır; bu, evcimenlikle ilgili değildir ve sanatın kendisine de yansımaktadır,” diyor. “Saatchi, Broad, Pinault, Dakis Joannou ve diğerlerinin yaptığı şey kesinlikle koleksiyonerlik; ama aynı zamanda evlerini döşemek yerine kunsthalle’lerinde (sanat galerisi) eserlerin bir rotasyon içinde dönerken görülebildiği döner sergiler düzenlemek.”
Stourton’un bahsettiği çağdaş mega koleksiyoncular gibi Fisher Landau da özel bir müze kurdu ve o dönemde yaklaşık 1.200 parçadan oluşan koleksiyonundan seçtiklerini halka sergiledi. Fisher Landau Sanat Merkezi, 1991’den 2017’ye kadar Long Island City’de kullanılmayan bir fabrikada yer aldı. Özel müzeler, sergilenen eserlere, vergi avantajlarının yanı sıra 19. yüzyılın en gösterişli evlerinin iç mekânlarının bile sahip olamayacağı bir küratöryel geçerlilik, hatta başyapıt niteliği kazandırabilir.
Ancak Fisher Landau müzayedesi, Sotheby’s’in de belirttiği gibi, “20. yüzyıl sanatının tüm hikâyesini çığır açan tüm bölümleri”yle; örneğin Venedik’teki Peggy Guggenheim Koleksiyonu gibi özel bir müze kadar güçlü bir şekilde anlatıyor mu?
Özellikle 2023’ün, sanatçının ölümünün 50. yıldönümü olması nedeniyle, Fisher Landau’nun 1932 tarihli Picasso tablosu elbette en önemli konu. Fisher Landau 40’lı yaşlarındayken, koleksiyonculuğa ilk başladığı 1968 yılında satın aldığı “Femme à la Montre” (Saatli Kadın), orta yaşlı Picasso’nun eşini aldattığı Marie-Thérèse Walter’la yaşadığı aşk ilişkisinden esinlenen ünlü resim serisinden.
Eleştirmen John Berger Picasso’nun Başarısı ve Başarısızlığı’nda, “Başka hiçbir kadını aynı şekilde ve hiçbir kadını onun yarısı kadar resmetmedi ve çizmedi,” diye yazıyor. “Bu resimleri farklı kılan şey, doğrudan cinselliğin derecesidir.”
Ancak “Femme à la Montre”, New York’lu koleksiyoner Steven A. Cohen’in 2013’te Las Vegas’taki kumarhane sahibi Steve Wynn’den 155 milyon dolara satın aldığı bildirilen “Le Rêve” (Rüya) gibi, piyasanın en çok rağbet gören 1932 tarihli Marie Thérèse tablolarını karakterize eden durgun duygusallıktan yoksun. Bu eser, eleştirmenler ve piyasa tarafından serinin en “başarılı” resimlerinden biri, hatta bir başyapıt olarak kabul ediliyor. “Femme à la Montre”yse, görünüşe göre öyle değil.
Picasso üzerine uzmanlaşmış Paris kökenli sanat simsarı Christian Ogier, “Büyük, renkli ve 1932 yılına ait ancak katı ve basmakalıp görünüyor,” diyor. “Picasso, sanatçı arkadaşlarının keşiflerinin büyük bir hırsızıydı. Burada sanki Matisse ve Léger’i bir araya getirmeye çalışmış ve bir şekilde ölçüyü kaçırmış gibi görünüyor.”
İlerleyen zamanın cazibesi
Yine de Sotheby’s’e göre “Femme à la Montre”, sanatçının, bir saatin yer aldığı üç büyük eserinden biri olarak başka, yeni erdemlere de sahip. “Picasso’nun olağanüstü saatlere karşı derin bir tutkusu vardı ve aslında mevcut olan en büyük saatlerden üçüne sahipti. Bu nedenle genç sevgilisini değerli saatlerinden birini takarken resmetmek, ona onurların en büyüğünü bahşetmek anlamına geliyordu,” diyor Sotheby’s.
Kaliteli saatler, uluslararası müzayede evlerinin lüks tekliflerinin merkezî bir bileşeni haline geldi: Sotheby’s, Christie’s ve Phillips 2021’de toplam 562 milyon dolar değerinde saat sattı (ücretlerle birlikte). Güzel sanatların ve lüks ürünlerin piyasaları birlik olmaya devam ediyor ve bir kol saatinin varlığını, 120 milyon dolarlık bir Picasso’nun satışına etki eden önemli bir şeye dönüştürüyor.
“‘Başyapıt’ tanımlanmış bir terim değil. Değiştirilebilir,” diyor Christie’s yöneticiliğini bırakıp New York merkezli Art FiduciaryAdvisors firmasının yönetici ortağı olan, Art CollectingToday kitabının yazarı Doug Woodham.
Woodham, uzmanlar başyapıt kelimesini kullandıklarında, “Genellikle eserin, sanatçının daha geniş külliyatına nasıl uyduğunu göz önünde bulundururlar,” diye ekliyor. “A+ eserler için çıta son derece yüksektir. Ancak pek çok alıcı için bu titiz kriter onların yol gösterici tanımı olmayabilir. Bu kelimenin değeri ne yazık ki aşırı kullanım sonucunda sulandırıldı.”
Sotheby’s’in Fisher Landau Koleksiyonu’nu New York’ta müzayedeye çıkaracağı hafta Christie’s, “nadir bulunan bir şey: Yeniden kaplanmış bir başyapıt” olarak, en az 65 milyon dolar gelir getireceği tahmin edilen ve uzun süredir görülmeyen Monet’nin“Le Bassinaux Nymphéas” (Nilüfer Göleti) tablosunu sunmayı planlıyor. Son 50 yıldır aynı ailenin koleksiyonunda bulunan bu tablo, Monet’nin 1917-1919 arasında Giverny’de yaptığı, her biri iki metre genişliğindeki 14 kadar büyük ölçekli tuvalden biri. Bunlar, şu anda Paris’teki Orangerie Müzesi’nde bulunan, 1926 tarihli son görkemli, panoramik, nilüfer grandesdé corations’ının öncüleriydi.
2008’de Christie’s bu iki metre genişliğindeki Les Nymphéas (Nilüferler) serisinden bir başka tabloyu Londra’da 80,4 milyon dolara satarak Monet için bir müzayede rekoru kırmıştı. Diğeri tamamen bitirilmiş ve boyalı imza taşıyan bir örnekken, bu en sonuncu tuval daha gevşek bir şekilde işlenmiş ve şablonla imzalanmış.
Orangerie Müzesi’ndeki nilüferler Monet’nin kariyerinin doruk noktası olduğu konusunda genel bir mutabakat var. Peki ama o iki metrelik öncüleri de birer başyapıt mı?
Günümüzde, bu tür estetik yargılar söz konusu olduğunda, çağımızı tanımlayan şey, piyasanın bu kararları verme şekli.