Sinema, fotoğraf ve gravür alanlarında disiplinler arası üretimleriyle dikkat çeken Mediha Didem Türemen, Peru Bienali'nde ödül kazanan sanatçılar arasında yer aldı. Peru'nun başkenti Lima'da 6 Aralık tarihinde başlayan bienalde 560 eser sergilendi.
Nuri Bilge Ceylan'ın 2023 Cannes Film Festivali'nde yarışan filmi Kuru Otlar Üstüne'nin yapımcısı olan Türemen, Peru Bienali kapsamında düzenlenen konferansta, sanat ve sinema alanındaki deneyimlerini izleyicilerle paylaştı.
Sanatçı, Himalayalar Bölgesi'nde yaptığı Everest yolculuğu üzerine fotoğraf ve belgesel çalışmalarına devam ediyor.
ELİF ONAY: Peru Bienali’nde sergilenen eser seçkinizden bize biraz bahseder misiniz? Bu eserlerin yaratım süreçlerini bize açabilir misiniz?
MEDİHA DİDEM TÜREMEN: Icarus; merakı, hırsı, cesareti, özgürlüğü, doğduğum kıyının denizindeki efsaneyi, Girit'ten göçmeyi ve zihnimde gezinen ama henüz kelimeleşememiş pek çok şeyin hissini anımsatıyor. Bu çağrışımların yoğunlaştığı bir dönemde, uçmak isteyip uçamadığım yapmak isteyip yapamadıklarımın üstüme geldiği bir zamanda Icarus gravürümü yapmıştım. Okyanusu aşarak Peru'ya ulaşabilmiş olması, üstelik bunu beraber yapabilmemiz benim için çok anlamlı.
Peru'daki bir diğer gravürümse; yüzyıllar öncesinden ilhamla, ilk kez öğrendiğim bir tekniğin heyecanı ve henüz yeni öğreniyor olmanın hata yapabilme şansını verdiğim bir cesaretle yaptığım, beni bambaşka zamanlara taşıyan, taşıyacak olan ağaç baskı gravürümün 4. edisyonu. İlk edisyonu Albertina Müzesi'nde olan "Mavi Kuzgunun Kanadı" adlı Dürer eserinden ilhamla çalıştığım bu kanat, bir "homage" ve bir yolculuk belgeselinin bir parçası. Eser, aynı zamanda dijital bir data arşivi olan Kuzey Kutup bölgesindeki Arktik Dünya Arşivi'ne Türkiye'den dahil olan ilk miras. Peru'daki seçki; coğrafyamın hafızasındakilerden ve de ilham aldığım miraslara minnetle yeniden ürettiğim "Homage"dan oluşan bir seçki oldu. Çağlar boyu adeta bir ulak gibi hafızayı taşıma, kaydetme, ulaştırma, aktarma misyonunu taşıyan gravür tekniğiyle bu yolculuğa çıkmış oldum.
Bienal kapsamında sanat ve sinema alanındaki tecrübelerinizi paylaşmak üzere bir konferans düzenlediniz. Bu konferansın içeriğine dair bizi bilgilendirir misiniz? Üzerinde durduğunuz ana temalar nelerdi?
Bir eserin ya da herhangi bir işin, kendisi kadar, nasıl yapıldığı da merak edilebiliyor. Bunu, kamera arkası belgeseli çektiğimde çok daha iyi anlamış ve deneyimlemiştim. Keza gravür yapmaya başlamam da, bir "nasıl" merakıyla ve teoride değil de bir anda pratiğin içinde kendimi bulmamla olmuştu.
Bienal ile 2 yılı aşkındır irtibat halindeydik, başlangıçta sadece gravürlerimden haberdardılar ve bu konferans fikri en başta da vardı, bu süre zarfı çalışmalarımdaki "sinema gündemi"nin daha yoğun olduğu bir döneme denk geldi; Kuru Otlar Üstüne'nin Cannes yolculuğu, Türkiye'nin Akademi Ödülleri'ne aday filmi olması, vizyonu ve bu filmin yapımından sorumlu olmam, kamera arkası belgeselini de çekmiş olmam gibi bilgiler; Latin Amerika'nın Türkiye'nin film ve dizi sektörüne olan yakın ilgisiyle de birleşti belki de. Onlar, bu farklı üretim alanlarımın kesişim noktalarından, aralarında nasıl bağlar olduğundan yola çıkarak benden deneyimlerimi ve tüm bu yolculukların kendisini paylaşmamın değerli olabileceğini belirttiler.
Herkesin kendi yolculuğunun kendisine özel bir haritası olduğunu ve bunların önceden belirlenmiş kurallar ya da formüllerden oluşmadığını vurgulayarak yaklaşık 2 saat -ve imkan olsaydı belki de daha uzun olabilecek bir konferans ile- bugüne kadar hem bağımsız bir sanatçı olarak hem bir sinema profesyoneli olarak kendimce çizdiğim yol haritamdan ve ilham aldıklarımın nasıl üretime dönüştüğünden bahsettim.
Latin Amerika’nın Türkiye’nin film ve televizyon sektörüne karşı artan ilgisinin verdiğiniz konferans üzerindeki etkisi ne oldu?
Çok yakından takip ediyor olmaları ve bu yakın ilginin kendiliğinden oluşturduğu bir samimiyet her aşamada hissediliyor. Çoktandır tanıdıkları birini sanki daha yakından tanımak gibi ve kesişimleri, benzerlikleri keşfetmek gibi; benzer yollar üzerinden ilham almak üzerine evrilen, ortak işler yapmaya, projeler üretmeye çok açık olduklarına tanık olduğum bir etkileşimdi. Sadece konferans özelinde sektöre ilgi duyanların oluşturduğu kitle değil, oradayken fırsat yaratıp gittiğim Machu Picchu yolculuğumda dahi, Türkiye'den olduğumu söylemem nasıl sempati duyduklarını ve merakla sohbet etmenin hevesini hissetmeme sebep oldu ve bu sohbet muhakkak bir şekilde Türkiye'nin dizileri ve filmlerine bağlanıyordu. Bu ilginin, olumlu ve sürdürülebilirliği yüksek, kültürel sanatsal bağlar kurmaya olanak tanıdığını yakınen hissetmiş oldum.
2024 yılında Nepal’in Himalayalar Bölgesi’ne yaptığınız yolculuğun size ve pratiğinize yansıması nasıl oldu? Bu dönüştürücü deneyimi oldukça yakın bir zamanda yaşamışsınız. Bu sürecin ışığında, multidisipliner bir sanatçı olarak önümüzdeki dönem için planlarınız nelerdir?
2016'nın Aralık ayında, İstanbul-Japonya uçuşundayken, tam gündoğumu esnasında, "Himalayalar" olduğunu düşündüğüm ya da öyle olmasını belki de hayal ettiğim bir bölgeden geçtik. O sırada dağlık alanın içine doğru bir ışık kırılması oldu, belki de hiç aklıma gelmemişken oraya bir gün gideceğimi aklıma koydu. En sevdiğim fotoğraflarımdan biri olan "Himalayalar"ı o anda çektim, çalışma masamın karşısında, onun için maviye boyadığım duvarda bana senelerce ilham verdi o fotoğraf.
Bu yolculukların sözcüklere dönüşemeyen, insanın ruhuna içkin anlamları; farkında olmadan yansıyor, sonradan bağlar fark ediliyor belki de. Doğa olayları, atmosferdeki değişimler, yeryüzü şekilleri ve arkeolojik sembollere kurgu-gerçek arasında roller vermeyi denemeye, bulduğum ipuçlarıyla yeni hikayeler oluşturmaya devam etmeye; zamanın, hafızanın, bilinçaltının sınırlarını; rüyalar, mitler, anılar ve efsanelerle araştırmaya çalışmaya devam ediyorum. Bütün bu hislerin odağında dönüştürücü, derinleştirici olan Himalayalar yolculuğumun kendi çalışma evrenime yeni katmanlar eklemesine tanıklık ediyorum. Hareketli görüntü, belgelemek, fotoğraflamak, gravüre dönüştürmek; bütün bu ifade araçları da bana eşlik ediyor. Üzerinden zaman geçtikten sonra tanımlanabilir hale dönüşümleri tamamlanacaktır doğru bir anda.
Oldukça farklı bir kültür ve uzak bir coğrafya tarafından görülmek ve takdir edilmek, o ortamda bulunarak bir ödül almak ve bir konferans vermek, bu deneyimlerin size hissettirdikleri nelerdi?
Planladığımızı sandığımız bir şeyler kendiliğinden yerini buluyor ve sanki bu zamana ait ortak bir deneyim mirasının parçasına katkıda bulunuyor ve aktarılıyor gibi hissettim oradayken. "O kendiliğinden yerini bulma" ise, tarifsiz zorlukları ve sabrı sınayan zamanları kapsıyor aslında bir yandan da. Ödüller motive edici, özel anılar olarak bir yerde kalıyor, farklı kapılar açabiliyor. Asıl o ödüle kadar olan yolculuk ve sonrasındaki dönüşüm serüveni çok değerli.
Anlamayı unuttuğumuz sadelikte yaşamın sürdüğü coğrafyalarla karşılaşmak, sadece o an'a odaklanmanın ciddiyetiyle tanışmak, güleryüz, sakinlik, yüzyıllardır bozulmamış kültürler ve huzur. Aslında çok ortak noktamızın olduğunu fark ettiğim bir iletişim; özellikle Everest özelinde; doğa ile kurulan başka bir algılama ve saygı biçimi-aslında çoktan bildiğimiz pek çok detay. Peru'daki konferansta da Nepal'de verdiğim masterclass'larda da sanatın ortak dil olarak kullanmayı deneyimlemenin hissettirdikleri tarifsizdi. Bambaşka bir perspektifin, bambaşka bir kültürün soruları ve yorumlarıyla, işlerinizde sizden yansıyan hiç fark etmediğiniz bir yönünüzü keşfedebiliyorsunuz örneğin, bu müthiş ilham veren bir deneyim.