Deniz Goran
Sen Benle, İstanbul Benimle
çev. Burcu Asena Şahin, Düşbaz Kitap, İstanbul, 2024
Sen Benle, İstanbul Benimle, insana musallat olan geçmişin, bugünü nasıl etkisi altına alabileceğini gözler önüne seriyor. Romanın başkarakteri Ada, hem İstanbul’a duyduğu hasretin kavurucu etkisiyle hem de Gezi Parkı protestolarında tutuklanmasının ardından süren bir gecelik sorgunun açtığı yaralarla baş etmeye çalışır. Londra’da çağdaş sanat fuarında, biraz acayip, epey cazibeli ama bir o kadar da tükenmiş bir galerici olan Lucian çıkar karşısına. Kısa zaman önce evliliğini sonlandıran Lucian, kırık kalbinin yaralarını alkolle sarmaya çalışır. Ada ise yakın zamanda İstanbul’da gerçekleşecek davanın sonucunu beklerken yüreği ağzındadır. Aralarındaki tutku günbegün derinleşen bu ikili, geçmişteki tercihlerini birlikte gözden geçirirken geleceklerini de hızla şekillendirmeye başlar.
Ada ile Lucian’ın yanında İstanbul ve Londra’yı da canlı karakterler olarak okuduğumuz bu romanda sevgi, kayıp, umut arayışı ve gurbette yaşamanın sancısı, gerçekçi diyaloglarla, güçlü betimlemelerle, sanatçıya ve sanat dünyasına dair çarpıcı gözlemlerle anlatılıyor. Yazar, kullandığı diliyle, karakterlerin dünyalarını ve duygularını apaçık ortaya koyma başarısı gösteriyor.
Sen Benle, İstanbul Benimle, travmaların ve mücadelelerin doğasını keşfe çıkarken dayanıklılığın ve sevginin dönüştürücü gücünü de irdeliyor ve şu sorunun peşine düşüyor: “Yeniden başlamak için neler mümkün?”
John Berger
Yaranın Sayfaları: Şiirler Çizimler Fotoğraflar 1956-96
çev. Cevat Çapan, Metis Kitap, İstanbul, 2024
“On iki yaşımdan beri, yapabileceğim başka bir şey yoksa, şiir yazarım. Şiirler bir çaresizlik duygusundan doğar. Güçlerinin kaynağı da budur. ... Şiirler gerçekler karşısında çaresizdirler. Çaresizdirler, ama dayanıksız değillerdir, çünkü her şey onlara karşı direnir. Kararlara değil ama sonuçlara adlar bulurlar.”
John Berger’ın “Şiirler, Çizimler, Fotoğraflar 1956-96” alt başlığını taşıyan, yaşamdan, ölümden, zamanın geçişinden, basit şeylerden ve basit görünen çok önemli şeylerden bahseden kitabı Yaranın Sayfaları’nı Cevat Çapan çevirisiyle sunuyoruz:
“Almakta da ustayızdır biz. / Yıldönümlerini alırız ayrılırken / tırnağın biçimini
uyuyan çocuğun sessizliğini / kerevizinizin tadını / ve süt için kullandığınız sözcüğü.
Tek kişilik yataklarımızda / şiirden ne anlarız ki biz?”
Boris Groys
Sanat Eserine Dönüşmek
çev. Feyza Yazıcı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2024
Modern çağda sanat nedir? Sanatçı kimliği ne anlama gelir? Kendimizi bir sanat eserine dönüştürmek mümkün mü?
Boris Groys, bu sorulara Sanat Eserine Dönüşmek adlı cesur kitabında cevap arıyor. Groys, modern ve çağdaş sanatın tarihini inceleyerek sanatın geleneksel tanımlarının artık geçerli olmadığını savunuyor. Artık sanat, sadece müze ve kütüphanelerde sergilenen nesnelerden ibaret değildir. Dijital çağda sanat, her yerde ve her şeyde olabilir.
Groys’un kapsamlı birikimi ve keskin gözlem yeteneği, bu kitapta sanatın dönüşümünü ve sanatçının kendi varoluşunu sanat eserine nasıl yansıttığını inceliyor. Sanatçının kendisini bir sanat eseri haline getirme süreci, modern ve çağdaş sanatın temelindeki kavramsal kaygıları aydınlatıyor.
Groys, bu kitapta bize sanatın artık bir dış nesne değil, bir iç deneyim olduğunu gösteriyor. Bir sanat eserine dönüşmek için, kendimizi sürekli olarak yeniden ve yeniden tasarlamamız gerekir. Bu, kimliğimizi, bedenimizi ve ilişkilerimizi sorgulamayı gerektiren zorlayıcı bir süreçtir.
Groys’un ustalıklı analizi, sanatın sınırlarını ve potansiyelini keşfetmek isteyen herkes için ilham verici bir kaynak olacak.
Renato Poggioli
Avangard Sanat Teorisi: Avangard Düşüncesi ve Tarihi
çev. Ayşe Boren, İletişim Yayınları, İstanbul, 2024
Poggioli’nin 1940’ların sonunda Inventario dergisinde dört bölüm halinde tefrika edilen ve 1962’de kitap olarak yayınlanan Avangard Sanat Teorisi adlı çalışması, Batı sanatı ve edebiyatında avangardı sosyolojik bir olgu olarak inceleyen ilk kapsamlı çalışmadır. Poggioli, “avangard” veya “öncü” sıfatının belirli eğilim ve hareketleri nitelemek üzere kullanılmaya başlandığı 1800’lerin sonundan 20. yüzyılın ortalarına kadar, sanat ve edebiyat alanında geleneğe ve klasizme karşı bayrak açan, estetik (ve yer yer ahlaki) normlardan sapmayı başlı başına norm haline getiren hareketlerin ortak paydalarını kavramsallaştırır. Manifesto ve bildirgelerden yola çıkarak, bu hareketleri “avangard” sıfatıyla nitelemeye imkân veren tutumları ve eğilimleri etraflıca inceler. Genel olarak toplumun, özel olarak da sanat kamusunun ve eleştirmenlerin bu hareketlere ve sanatçılarına yönelik “hasmane” tepkilerini değerlendirerek, avangarda damgasını vuran yabancılaşmanın izini sürer. Sanatın ve edebiyatın avangardları ile siyasetin öncü kuvvetleri arasındaki yakınlaşmaları ve kopuşları ortaya koyar; sanatın devrimcileri ile siyasetin devrimcilerini karşılaştırır. Modernliğin bir ürünü olarak avangardın “modernperestlik”le ilişkisini sorunsallaştırır. Nihayet, daha o zamandan kimi çevrelerce “bittiği” ilan edilen avangardın “çağdaş ve modern sanat için bir doğa kanunu olduğunu” öne sürer. Avangard Sanat Teorisi, sanat tarihindeki ve çağdaş sanattaki avangard kavramını ve olgusunu değerlendirmek için etraflı bir yol haritası oluşturur.
Robert Fishman
Yirminci Yüzyılda Kent Ütopyaları
çev. Duygu Toprak, Arketon Yayınları, İstanbul, 2024
Modern teknolojinin gücü ve güzelliği ile sosyal adalete dair en aydın fikirleri en iyi şekilde yansıtan yirminci yüzyılın ideal kenti nasıl bir kenttir? Robert Fishman, 1890 ila 1930 yılları arasında, üç plancının, Ebenezer Howard, Frank Lloyd Wright ve Le Corbusier’nin bu soruyu nasıl cevaplamaya çalıştıklarını irdeliyor. Bu plancılardan her biri, yalnız başına başladığı çalışmalarında, genel planından oturma odasının düzenine kadar yeni kenti her yönüyle ele alan yüzlerce maket ve çizim üretti. Fabrikalar, ofis binaları, okullar, parklar, ulaşım sistemleri için hazırladıkları detaylı planlar, kent formunun devrimci bir biçimde yeniden yapılandırılmasıyla bütünleştirilmiş, kendi içlerinde yenilikçi tasarımlardı.
Howard, Wright ve Le Corbusier toplumların yeni kentlere ihtiyacı olduğuna inanmışlardı. Toplumsal çatışma ve sefalet içinde yüzen eski kentler kendi hallerine bırakıldığı takdirde medeniyet açısından doğuracakları sonuçlardan büyük bir korku duyuyorlardı. Aynı zamanda, kentlerin radikal bir şekilde yeniden inşa edilmesiyle, yalnızca içinde bulundukları dönemin kentsel krizine değil toplumsal krize de çözüm getirileceği fikrinden ilham almışlardı. İdeal kentlerinin bütünlüklü tasarımı, kapsamlı programlar yapma ve kent planlamanın ilkeleri üzerine etraflıca düşünme zamanının geldiğine dair inançlarını yansıtıyordu. Aşamalı ıslah olasılığını reddediyorlardı. Eski kentlerin iyileştirilmesini değil, kentsel çevrenin bütünüyle dönüştürülmesini amaçlıyorlardı.
Robert Fishman, Yirminci Yüzyılda Kent Ütopyaları başlıklı çalışmasında, üç plancının bu olağanüstü serüvenini tüm boyutlarıyla işliyor.
Pablo Servigne, Raphaël Stevens
Her Şey Nasıl Çökebilir? Şimdiki Nesiller İçin Çöküşbilim Elkitabı
çev. Alara Çakmakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2024
“Çöküş dediğimiz şey su, gıda, barınma, giyim, enerji vb. temel ihtiyaçların yasalarla denetlenen hizmetlerle nüfusun büyük çoğunluğuna ve makul ücretlerle tedarik edilemeyeceği bir süreçtir.”
Toplumun, bildiğimiz haliyle uygarlığın hatta daha kötüsü biyosferin muhtemel çöküşünü Avrupa’da halkın gündemine taşıyan ve ilk kez 2015’te yayımlanan bu kitap son elli yıldır dünya genelinde etkisini artıran politik ekoloji hareketi içinde en çok tartışılan metinlerinden biri haline geldi.
Pablo Servigne ve Raphaël Stevens bugünkü nesillerin yaşam süresi içinde gerçekleşmesini olası gördükleri çöküşün (veya çöküşlerin) ardındaki dinamikleri ortaya seriyor ve 2020’de sözlüklere de giren “kolapsoloji” (çöküşbilim) adını verdikleri bu son derece rahatsız edici konuya disiplinlerarası bir giriş sunuyorlar.
Laurent Binet
Dilin Yedinci İşlevi
çev. Melis Oflas, Siren Yayınları, İstanbul, 2024
Umberto Eco, Julia Kristeva, Michel Foucault, Hélène Cixous, Judith Butler, Jacques Derrida ve Gilles Deleuze gibi önde gelen yirminci yüzyıl filozoflarını roman kahramanları olarak karşımıza çıkaran ironi ve eğlence yüklü Dilin Yedinci İşlevi, Barthes’ın ölümünü bir sıçrama tahtası olarak kullanıyor ve modern düşünce tarihinin putlarını bir bir deviriyor. Bu romanda Müfettiş Jacques Bayard ile edebiyat, dilbilim ve göstergebilim alanlarında çalışan öğretim görevlisi Simon Herzog, entelektüellerin gizli örgütlerle, politik dünyanın akademik dünyayla paylaştığı kozların izinde Roland Barthes’ın ölümünün ardındaki esrarengiz perdeyi aralamaya çabalıyor, dilin kudretini ve iktidarın dilini sorguluyor.
Dilin Yedinci İşlevi, polisiye ve felsefenin kesiştiği, yirminci yüzyıl filozoflarının birbiriyle çekiştiği, karnaval havasında ve sürükleyici bir roman.