Parlak, neon renkli “hücre”, “hapishane” ve “kanal”larıyla tanınan New York’lu sanatçı Peter Halley, İstanbul’daki ilk kişisel sergisi ve kendiyle aynı adı taşıyan bu sergiye özel ürettiği yeni eserleriyle 26 Ekim’e kadar Sevil Dolmacı’da.
Halley’nin geometrik işleri sadece New York gibi şehirlerin ızgara sistemlerini ya da mimari planları değil, aynı zamanda mikroçipler gibi dijital teknolojileri de çağrıştırıyor. “1993’ten beri bilgisayarda çizim yapıyorum, bu durumda ben de dijital sanatçı olmalıyım. Girdinin dijital olması çıktının da dijital olacağı anlamına gelmez,” diyen sanatçı geometriye de farklı bir açıdan yaklaşarak günümüzdeki “kutu”ların, yani çağdaş toplum yapısının kısıtlayıcı olduğunu, insanları birbirinden ayırdığını vurguluyor.
Eserleri MoMA, Tate Modern, Art Institute of Chicago ve Hamburger Bahnhof gibi müzelerin koleksiyonunda yer alan Halley’yle sanatta oyun ve mizahı, İslam estetiğinin sanatındaki etkilerini ve dijital çağda renge yaklaşımın değişimini konuştuk.
TANT: Bu, İstanbul’daki ilk serginiz ve tamamen yeni eserlerden oluşuyor. Şehir ve mekân bu sergiye yaklaşımınızı nasıl şekillendirdi?
PETER HALLEY: Aslında 1990’lı yıllarda Yahşi Baraz’ı ziyaret etmek üzere iki kez İstanbul’a geldim, dolayısıyla şehri ve tarihini az da olsa biliyorum. İstanbul’da sergi açmanın benim için oldukça ilginç olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Avrupa’nın en büyük şehirlerinden biri ve ben de öğrenciler, gazeteciler ve koleksiyonculardan oluşan bir kitlenin bulunduğu büyük şehirlerde sergi düzenlemeyi seviyorum. Ayrıca İstanbul tarihî açıdan da oldukça ilginç bir şehir.
Geometrik şekilleriniz İslam sanatında kullanılan görselleri çağrıştırıyor. İslam estetiğinin geometrik soyutlama çalışmalarınızı etkilediğini söyleyebilir miyiz?
Gençliğimde etkilediğini söyleyebilirim. Güzel sanatlar yüksek lisansına başladığımda İran minyatürleriyle ilgili bir makale yazmıştım; özellikle İslami çinilerdeki geometri kullanımı çok ilgimi çekiyordu. Bana büyüleyici geliyorlardı çünkü zamanın ileri matematiğini yansıtıyorlarmış gibi hissediyordum. Geometrinin güzelliği ve karmaşıklığı da ayrıca büyüleyiciydi. İslam geleneği ve aslında Yahudi geleneğinde ilginç olan bir başka mesele de bazı şeyleri resmetmenin yasak olması. Düşünün, dünyada gördüğünüz her şeyin resmini yapamıyorsunuz. Yalnızca zihninizde canlandırdığınız şeyleri resme dökebiliyorsunuz. Bu açıdan İslam sanatının tarihi beni bir şekilde çekiyor. Aynısını renk kullanımı için de söyleyebilirim.
Bir röportajınızda, “Geometri bir tür hapishanedir,” diyorsunuz. Kendi deyiminizle “hücreleriniz” aracılığıyla, minimalizm kutusunda hapsolmaya nasıl karşı koyduğunuzu biraz anlatır mısınız?
Aslında ben minimalizmi bir kutu olarak düşünmedim ama Malevich veya minimalizm ve neoplastisizmin geometrisi üzerine düşündüm. Onlar geometrinin ideal form ya da mükemmel form olduğuna inanıyordu; bense geometriye farklı bir açıdan bakmak, tüm çağdaş toplum yapılarının bizi nasıl sınırladığına dikkat çekmek istedim. Bunun için de üzerine parmaklık gibi çubuklar çizdiğim kareyi kullandım; karenin Eukleides geometrisinde ideal form olmaktan ziyade hapsedildiğimiz ve kısıtlandığımız bir alan olduğunu ifade etmeye çalıştım.
Eserlerinizde mimariden de izler var, şekilleri ve renkleriyle bir bakıma yapı bloklarını andırıyorlar. Dikdörtgen gibi esnek olmayan yapılarda bu oyunu nasıl kuruyorsunuz?
Bence bir yapının esnek olmaması ciddi olduğu anlamına gelmez. Sonuçta özü itibarıyla tüm yapı blokları birer oyun nesnesi değil mi? Ayrıca ben sanatta mizahı seviyorum; dolayısıyla özellikle bu sergideki bazı yapıların gayet eğlenceli olduğunu görebilirsiniz. Fakat eserlerimde aynı zamanda çok fazla hiciv de var. Bazı resimlerde 20. yüzyıl soyut sanatını hicivsel bir şekilde taklit ettim; hatta renkleri ve isimlerini seçerken bile oyun yaptım. Eserlerin isimlerine dikkat ettiniz mi? İnternette ilgili yıl çekilen tüm filmlerin isimlerine baktım, sonra da eser isimlerini filmden seçtim. Böyle birçok eser var.
Eserlerinizin önemli bir parçası da kuşkusuz renkler. Renk kullanımınız yıllar içinde, özellikle de dijital çağa girerken nasıl değişti?
1980’li yıllardan itibaren parlak floresan renkleri kullanmaya başladım; Andy Warhol ve Frank Stella da bu renkleri güzel sanatlarda biraz kullanmıştı. 1980’lerde, dijital çağın başlangıcında bile floresan renklerin LED ekranlarda gördüğümüz gibi çağdaş bir ışık türünü yansıttığını düşünüyorum.
Doğrusu, iPhone çıktığından beri insanların eserlerime daha rahat baktığını düşünüyorum çünkü ekranlarından görmeye alışkın oldukları bir renk türünü kullanıyorum.
"Bazı resimlerde 20. yüzyıl soyut sanatını hicivsel bir şekilde taklit ettim; hatta renkleri ve isimlerini seçerken bile oyun yaptım."
Dijital sanatın çağdaş sanattaki etkileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası bence insanlar genellikle dijital sanatın bilgisayarda görülebilecek sanat olduğunu düşünüyor. Oysa ben de 1993’ten beri bilgisayarda çizim yapıyorum, bu durumda ben de dijital sanatçı olmalıyım. Girdinin dijital olması çıktının da dijital olacağı anlamına gelmez. Belki bilgisayar bir şeyleri yapma ve inşa etme şeklimizi çok fazla etkiledi, mimari ve inşaat alanına birçok yenilik getirdi ama çıktı yine de gerçek dünyada.
• Peter Halley, 26 Ekim’e kadar Sevil Dolmacı’da görülebilir.