Neolitik kıyı köylerinden bu yana yerleşim yeri olan Çanakkale, birbirinden değerli kültürel miras unsurlarının bir araya geldiği bir kesişim noktası. Kaz Dağı eteklerinde kurulan Troya antik kenti, Homeros’un İlyada destanında anlattığı Troya Savaşı’nın yaşandığı yer ve dünyanın en önemli arkeolojik miras alanlarından biri. Venedikliler, Bizanslılar ve Cenevizliler bölgeye hâkim olduktan sonra Selçuklu ve Osmanlı egemenliği burada hüküm sürmüş. Çanakkale Savaşı nedeniyle bu topraklarda biriken somut ve somut olmayan kültürel miras öğelerinin, bölgenin bugünkü kimliğinin önemli bir kısmını oluşturduğu söylenebilir. Gelibolu Yarımadası’nın, Tekke ve Anzak Koyu’nun askerî miras unsurlarının yanı sıra, yas ve anma eylemlerini tetikleyen manevi değerlerinin pek çok ulus açısından anlamı olduğu muhakkak. Mustafa Kemal’in bir Osmanlı subayı olarak Anafarta kahramanı olduğu Çanakkale, Türkiye Cumhuriyeti ülküsünün hamurunun mayalandığı yer.
Bu bölgede iz bırakan kültürlere ait pek çok eser Troya Müzesi’nde sergileniyor. Uluslararası ödülleriyle dikkat çeken müze hakkında müze müdürü Rıdvan Gölcük’le konuştuk.
ÖZGÜR CEREN CAN: Troya Müzesi koleksiyonunda, Antikçağlardan Osmanlı’ya uzanan çeşitli medeniyet dönemlerine tarihlenen eserler bulunuyor. Müze anlatısı tüm bu arkeolojik miras katmanlarını kategorize ederken, bir bütün olarak Çanakkale ve çevresinde oluşan miras örüntüsünü nasıl tanımlıyor?
RIDVAN GÖLCÜK: Troya Müzesi her ne kadar yeni açılmış bir müze gibi düşünülse de kökleri 1911 yılında açılan Çanakkale Müze şubesine uzanıyor. Logomuzda da 1911 yılını taşıyoruz. Yani 113 yıllık bir koleksiyondan bahsediyoruz. Koleksiyonumuz milyonlarca yıllık fosillerden tutun da 2018 Troya Yılı hatıra parasına kadar genişçe bir zaman dilimine yayılmış kültürel ve doğal mirastan oluşuyor. Bu sebeple Troya Müzesi, Çanakkale kentinin hafıza mekânıdır.
Anlattığımız öyküde “kronolojik duvarları” yıkmayı tercih ediyoruz. Bunu açmam gerekirse, koleksiyon üzerinden coğrafyayla kurduğumuz ilişkide; genellikle toplumsal olarak “bize” ait hissedilmeyen ile “bizim” görülen dönem arasındaki zihinlerde oluş(turul)muş sınırları kaldırmayı ve kültürel sürekliliği vurgulamaya çalışıyoruz. Elimizdeki tüm koleksiyonu aynı hikâyenin bir parçası olarak görüyoruz. Farklı çağlarda, farklı amaçlarla üretilmiş olabilirler. İlk bakışta hiçbir ilişkilerinin olmadığını düşünebilirsiniz. Ama benim için Troya Müzesi, Michel Foucault’nun çerçevesini belirlediği heterotopyadır. Bir Anadolu hetorotopyasıdır.
Troya antik kenti dünyanın en önemli arkeolojik miras alanlarından biri olarak kabul ediliyor. Troya Müzesi’nin de küresel bir kültür kurumu olduğunu söyleyebilir miyiz?
2019’un son günlerinde Troya Müzesi Stratejik Planı’nı yazarken müzenin vizyonuna geldiğinde uzunca bir süre takılmıştım. Çünkü yazdığım “vizyon” şuydu: “Ülkesine değer katan, ilham verici küresel bir müze markası olmak.” Henüz yeni açılmış bir müze için “küresel bir marka”dan bahsetmek için erken değil miydi? Yazdım, sildim, yazdım, sildim. Fakat sonra elimizde var olan projeleri gerçekleştirdiğimizde bunu başarabileceğimizi gördüm ve vizyonu ilk yazıldığı biçimiyle bıraktım.
2020 yılına geldiğimizde haklı çıkmaya başladığımızı gördüm. İlk önce 2020 Avrupa Yılın Müzesi Özel Takdir Ödülü’nü, daha sonra 2020-2021 Avrupa Müze Akademisi Özel Takdir Ödülü’nü aldık. Museum In Short yarışmasında 2021’de bir ödül daha geldi ardından. Ödüller kıvanç verici pek tabii ama her şey demek de değil. Uluslararası birçok iş yaptık. Örneğin bu röportajı yaptığımız sırada Berlin Devlet Müzesi müdürü Prof. Dr. Bernhard Weisser müzemizdeki Assos antik kentine ait sikkeleri çalışıyor. Ya da ekim ayında Venedik Bienali’nde Altın Aslan, Stuttgart’ta En İyi Sanatçı ödülleri gibi çok sayıda ödül almış Fransız kavramsal sanatçı Daniel Buren’in işlerini Çanakkale Bienali kapsamında Troya Müzesi’nde sergileyeceğiz. Böyle birçok uluslararası işbirliklerimiz var.
Benim için Troya Müzesi Michel Foucault’nun çerçevesini belirlediği heterotopyadır. Bir Anadolu hetorotopyasıdır.
Rıdvan Gölcük, Troya Müzesi müdürü
Benim için en kıymetlilerinden biri ise Roma Sapienza Üniversitesi, Colosseum Arkeoloji Parkı müdürü Alfonsina Russo gibi değerli paydaşlarımızla hayata geçirdiğimiz Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan ve Avrupa Kültür Rotaları Programı’nda tescil ettirmeyi başardığımız Aeneas Kültür Rotası projesidir. Bugüne kadar yurtdışına henüz sergi göndermedik. Fakat ağustos ayında açtığımız Aeneas’ın Göçü sergisini İtalya’ya taşımak konusunda bir hayalimiz var.
Arkeoloji mirası dışında, Troya Müzesi’nin içinde bulunduğu kültürel coğrafyanın diğer miras unsurlarına ilgisi ne düzeyde? Böylesi baskın bir mimari yapının içinde ve güçlü arkeolojik eserlerin yanında mirasın somut olmayan, belki gözden kaçan, manevi yönlerinin bir yeri oluyor mu?
Temelde bir arkeoloji müzesi olmamıza rağmen klasik arkeoloji müzelerinden farklı olduğumuzu düşünüyorum. Arkeoloji nasıl ki 150 yıl önceki amaçlarıyla bugün yoluna devam etmiyorsa arkeolojik nesnenin de anlamı değişti, değişmeli. Arkeoloji bir zamanlar kolonyalist emellerin bir aracıydı bugün ise kolonyalist anlayışı ifşa etmenin araçlarından biri olmalı belki de. Arkeolojik eseri emperyalist kültür anlayışını yapısöküme uğratmak için kullanmayı seviyorum.
Tabii tüm argümanımız tepkisel ya da savunmacı değil. Müzede arkeolojik mirası özellikle kültürel sürekliliğin toplumsallaşması bağlamında çok kullanıyoruz. Bir milli park içinde olduğumuzu, Tevfikiye köyü içerisinde yer aldığımızı, etrafımızın zeytin ağaçları ve tarlalarla çevrili olduğunun çok farkındayız. Bu ne demek? Troya Müzesi’nin duruşu, düşünüşü, kavrayışı, tepkisi içinde bulunduğu coğrafyadan ayrı olamaz. Bu coğrafya için var olmaya, üretmeye mecburuz. Örneğin geçtiğimiz günlerde Homeros’un İlyada’sında yer alan bir tarifi uyguladık; keçi sütünü incir özü/sütüyle mayaladık. Sadece beş dakika süren bir mayalama yöntemi. Çanakkale’de tamamen unutulan, Anadolu’da yörük kültürünün baskın olduğu yerlerde teleme olarak bilinen bu yiyeceği Çanakkale’ye geri döndürmek istiyoruz. Telemeyi Anadolu gastronomisinde Homeros metniyle olan ilişkisi sebebiyle önemli ürünlerden biri haline getirmek istiyoruz. Bir arkeoloji müzesi bunu hedefler mi? O Müzenin adı Troya ise evet, hedefler.
Müzenin yerel halkla kurduğu ilişkiler nasıl? Müdavimleriniz var mı? Gençler ve çocuklarla aranız nasıl?
Çok iyi. Son iki senedir köyde neredeyse unutulmaya yüz tutmuş Hıdırellez geleneğini Troya antik kenti üzerinde köylülerle beraber kutluyoruz. Troya antik kentinin turizm alanına dönüşüyle beraber, köylüler Hıdırellez için kente bir daha giremez olmuşlar. Kutlamaları terk etmişler. Bunu öğrenince çok üzüldüm. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın olurlarıyla ören yerini ücretsiz olarak köylülerimize açtık ve şimdi Hıdırellez’i beraber kutluyoruz. Tüm programı muhtarlığımızla beraber organize ediyoruz.
Kısa süre içerisinde müze ziyaretçilerimizle harika dostluklar geliştirdik. Aralarında hiçbir sergimizi kaçırmamış olanlar var. Aynı zamanda da sosyal medya hesaplarımızı çok takip ediyorlar. Bu hesaplarımızın etkileşim oranı çok yüksek çünkü hepsi organik. Gençlerle aramızın iyi olduğunu söyleyebilirim. Müzedeki interaktifler özellikle gençler tarafından çok seviliyor. Fakat son zamanlarda 65 yaş üstüne odaklandık daha ziyade. Çünkü nüfusumuz süratle yaşlanıyor. Bu ciddi bir mesele ve müzeler bunu düşünmek, planlamak ve hazırlıklı hale gelmek zorunda. Israrla ageist (yaş ayrımcılığı) kavramı üzerinde çalışmaya devam edeceğiz.
Troya Müzesi Çanakkale kentinin hafıza mekânıdır.
Rıdvan Gölcük, Troya müzesi müdürü
Müzede gerçekleştirilen çağdaş sanat etkinliklerini nasıl seçiyorsunuz? Müze bağlamıyla ilişki kurması gibi bir küratöryal kaygınız var mı?
Müze bağlamıyla ilişkili olması bizim için çok önemli. Aslında temelde bunun peşinde koşuyoruz. Aeneas’ın Göçü sergisi bağlamı yakaladığımız işlerden birisi oldu mesela. Ya da Alparslan Baloğlu’nun M.S. 2022 TROYA XI “Atlar, Tanrılar ve diğerleri” sergisi böyle bir işti. Halil Altındere’nin Troy Trilogy sergisi, Osman Demir’in Strata isimli fotoğraf sergisi, küratörlüğünü yaptığım Ben Blegen Troya’yı Kazmaktan Geliyorum ve Kilisede Bir Müze sergileri hep müze bağlamıyla üretilmiş sergiler oldu. Fakat sergi seçimimizde böyle bir kuralımız yok. Örneğin Ekin Bernay’ın Agah Uğur Koleksiyonu’nda yer alan “Ne İstiyorsun?” isimli performansı, canlı sanatın tekrar gerçekleştirilme hakkı kapsamında 7. Çanakkale Bienali kapsamında Troya Müzesi’nde gerçekleşmişti. Özetle temelde “iyi iş”in peşindeyiz.
Troya Müzesi’nin duruşu, düşünüşü, kavrayışı, tepkisi içinde bulunduğu coğrafyadan ayrı olamaz. Bu coğrafya için var olmaya, üretmeye mecburuz.
Rıdvan Gölcük, Troya Müzesi müdürü
Bienal mekânlarından birisiniz, bienalin paydaşı olmanın müzeye sağladığı kazanımlar nelerdir?
Çağdaş sanat bizim için çok önemli. Bir müzeci olarak arkeolojik eserin iktidarı ve bağlamı beni çoğunlukla zorlar. Arkeolojik nesne çoğunlukla ziyaretçisine üstten seslenir: “Bana dokunma! Yaklaşma! Sakın beni yorumlamaya kalkma!” Bunun yanı sıra arkeoloji ve nesneleri üzerinden üretilen emperyalist dil, günümüzde hâlâ yeterince deşifre edilebilmiş değil. İşte bu noktada çağdaş sanat bizim için yeni bir dil üretme, ifşa etme, yapısöküm yapma, yeni bağlamlar kurmak gibi sayısız imkân sunuyor. Bu sebeple Çanakkale Bienali’yle birlikte yol yürümeyi çok seviyoruz.
CABININ ve Çanakkale Bienali
Çanakkale’nin kültürel talepleri ve beklentileri doğrultusunda düzenlenecek bir çağdaş sanat bienalinin gerçekleştirilmesine yönelik ilk adımlar 2000’li yıllarda atılmaya başlandı. Çanakkale Bienali İnisiyatifi (CABININ), akademisyen ve sanatçı Seyhan Boztepe’nin öncülüğünde ve farklı meslek gruplarından katılımcılarla birlikte, Çanakkale’yi küresel kültür ekosisteminde bir çekim merkezi olarak konumlandırma vizyonuyla çalışmalarını yürütüyor. Bienalin ilk edisyonundan bu yana, kentin metruk haldeki yapıları sanat mekânı olarak yeniden işlevlendiriliyor. Restore edilen eski palamut depolarında kurulan sanat mekânları MAHAL ve StudioMAHAL farklı sanat disiplinlerinde üretim, sergileme, gösterimler, sivil toplum faaliyetleri ve kâr amacı gütmeyen her türlü özgün proje için çok amaçlı, açık bir mekân, altyapı ve iletişim ağı işlevi görüyorlar.
CABININ kurucu direktörü ve 9. Çanakkale Bienali genel sanat yönetmeni Seyhan Boztepe’yle Çanakkale’de hayata geçirilen çağdaş sanat etkinlikleri hakkında konuştuk.
ÖZGÜR CEREN CAN: Çanakkale Bienali İnisiyatifi hangi ihtiyaçtan doğdu? Nasıl işliyor?
SEYHAN BOZTEPE: Çanakkale 90’ların ortasından itibaren odağında kentsel koruma, planlama, tarih ve kültürün olduğu, Türkiye için de bir model ortaya koyan oldukça nitelikli ve güçlü bir sivil toplum geleneğine sahip. Türkiye ve dünya kültür ekosistemindeki modeller, tartışmalar ve gündemlerle bir şekilde etkileşim içindeki bu sivil yapılanmaların günümüz sanatına dair ilgi ve merakı CABININ’in kuruluş sürecini başlatan temel dinamik. 2000’lerin ortalarında bu yapı tarafından Çanakkale’de hayata geçirilen bir dizi uluslararası sergi, Çanakkale Bienali tarihinde 0. Edisyon olarak anılıyor ve inisiyatife yerelde bir bienal düzenleyebilecek özgüveni kazandırıyor.
CABININ’in çalışma şekli ise birbirini destekleyen, değişik uzmanlıklara sahip bireylerin, ortak bir deneyimin parçası oldukları bir kolektivite. Kararlar ise hedefin, amaçların, ihtiyaçların ne olduğuna dair oluşan ortak yönelim doğrultusunda alınıyor. Karar alma, tasarım ve uygulama süreçlerine CABININ’in ulusal ve uluslararası ölçekteki iletişim ve işbirliği ağındaki kişiler ve kurumlar da dahil ediyor. CABININ işleyiş olarak proaktif stratejiler geliştirebilen, denemeye-deneyime açık esnek bir yapı. Tabii tüm bu süreçte netleşmiş temel ilkeleri var; yapılan işin niteliği, samimiliği, toplumsal ya da sektörel karşılığı gibi konularda.
Çanakkale Bienali süreçlerinde küratöryum diye tanımlanan bir pratik var. Biraz bahsedebilir misiniz, nasıl gelişti ve nasıl bir yöntemle ilerliyor?
Çanakkale Bienali’nin, kendi özgün örgütlenme modelinin gerekleri doğrultusunda kendini tarif etmekte küratöryum, kurul ya da kolektivite gibi kavramlar kullanıyor ve işleyiş mantığını küratöryal yaklaşımına da bunu aktarmak istiyor. Bu nedenle auteur bienali değil. Genel sanat yönetmeni de bir otorite pozisyonu olmaktansa bu kolektiviteyi sağlayacak kişi oluyor. Geçtiğimiz edisyonlarda çoklu küratörler, inisiyatifler gibi farklı birliktelikler de oldu.
Kültürel coğrafya Çanakkale Bienali’nin küratöryal kararlarını ne düzeyde ve nasıl etkiliyor?
Bienalin varoluş nedeni aslında Çanakkale’nin kültürel coğrafyası ya da ekosistemi. Sizlerin de bildiği gibi tarihsel, kültürel ve ekolojik katmanlarıyla çok zengin bir kent Çanakkale. Bugün dünyada en çok bilinen simgelerden biri olan Troya, mitolojik, tarihsel özelliklerinin yanı sıra, Doğu-Batı geçişinin fiziksel alanı olan Çanakkale Boğazı diğer adıyla Dardanelles ve tabii Gelibolu Yarımadası, dağları, akarsuları, adaları ve verimli topraklarıyla ekolojik zenginlikleri… Bu listeyi daha da uzatabiliriz.
Çanakkale Bienali’nin kavramsal çerçeveleri de kente özgü bu tarihsel, kültürel, sosyal katmanlarla küresel gündemin kesiştiği bir bağlama oturuyor. Bu sayede sanatçıların yerel dinamiklerle buluştuğu bir sanat ekosistemi kurgulanabiliyor.
Yatayda ve dikeyde kentin katmanlarına ek olarak kültür ekosisteminde yaşanan güncel değişim ve dönüşümlere de duyarlıyız. Örneğin son yıllarda büyük kentlerden Çanakkale’ye gelip yerleşen kültür aktörleri ve kültür endüstrisinin farklı alanlarında uzmanlaşmış kişiler kente güçlü bir potansiyel ekledi. Bu hareketliliği de yakından takip ediyoruz, bu yeni kentlilerle ilişkileniyor, süreçlere aktif katılımları için elimizden geleni yapmaya çalışırız.
Çanakkale Bienali’nin merkezdeki sanat anlayışlarını periferiye tercüme eden bir bienal olmakla eleştirildiği zamanlar oldu. 9. Bienal’e gelindiğinde kendi özerk kültürel kimliğini inşa ettiğini düşünüyor musunuz?
Referans verdiğiniz bu eleştiriyi Çanakkale Bienali özelinde ilk kez duyuyorum. Ayrıca festivalizm üst başlığına alabileceğimiz ve satelit ya da yereli egzotize eden başka sanat etkinliklerinin yerel dili merkeze tercüme etmede sorunlar yaşadığını düşünüyorum.
Öncelikle Çanakkale yerelinin ciddi bir kültürel birikime sahip olduğunu, dolayısıyla herhangi bir sanat anlayışıyla ilişki kurabilmek için tercümeye pek de ihtiyaç duymadığını tespit etmekle başlamak lazım. Çanakkale kendine özgü tarihsel, kültürel katmanlarıyla, mitolojik anlatılarıyla bir geçiş coğrafyası olmasının getirdiği kültürel karşılaşmalara alışık ve açık yapısı dolayısıyla herhangi bir merkezde üretilen ya da tüketilen sanatla diyalog kurabilme becerisine sahip, buna açık bir kent.
Özelde Çanakkale Bienali’nin konumuna gelince, bienal kentin kültürel kimliğinden bağımsız bir yapı değil. Önceki sorunuzda tarif ettiğim sivil toplum arka planıyla, sanat merkeziyle, derneğiyle, bilgi ve deneyimiyle kentte mevcut sivil, özel, kamu kültür aktörleriyle sürekli etkileşim, işbirliği, diyalog halinde olan canlı bir yapı, bir anlamda çekim noktası. Yıllar içerisinde kentin tarihsel kimliği olan ama atıl durumdaki birçok metruk alanı bienal sergileriyle kentin gündemine getirmiş, korunmalarını ve kültürel işlev kazanmalarını sağlamış, Troya gibi kentin en önemli değerinin temsilcisi olan Troya Müzesi, Troya ören yeri ve Troia Vakfı’nın çağdaş sanat ve kültürle ilişkilenmesinde işlev görmüş, kentteki gençlerin kültürel ihtiyaçlarına imkânları dahilinde cevap vermiş, 2011 yılından bu yana Bienal “Engelsiz” girişimiyle kültüre erişim ve evrensel tasarım alanında sivil toplum çalışmalarına önderlik etmiş, bu süreçte bir taraftan da Çanakkale’ye özgü nitelikli sanat eserlerinin üretimini gerçekleştirerek kente dair özgün bir sanat koleksiyonu oluşturmuş istikrarlı bir yapılanma.
Tüm bu süreçteki stratejimiz ise bienale bir kültürel kimlik inşa etmekten çok Çanakkale kentinin kültürel kimliğinin tüm potansiyellerini gerçekleştirmesine katkı vermek... Bizim açımızdan asıl sorunlu olan şey belki de sorunuzun tam tersi, yani yereldeki sanata dair bu pratiklerimizi merkeze nasıl tercüme edeceğimiz.
Kültür-sanat odağında yeniden işlevlendirilen dinamik yapılarıyla bienalin kentte yarattığı kültürel etkiler biliniyor. Palamut Depoları bölgesinde sanat için bir habitat oluştuğu söyleniyor. Peki bienalin kente, sanatçılarına ve tasarımcılarına sosyoekonomik katkıları olduğunu düşünüyor musunuz?
Herhangi bir süreli çağdaş sanat etkinliğinin ya da yerelde örgütlenen sivil bir sanat oluşumunun böyle bir sorumluluğu ya da önceliği olmalı mıdır, bundan emin değilim. Tabii kentte bir hareketlilik, kente dair özgün bir kimlik, gençlere mesleki gelişim ve istihdam, küçük esnafa dönemsel bir gelir kapısı olma gibi katkıları oluyor. Örneğin turizmciler başından beri bienalin kentte yarattığı hareketliliğe duyarlılar ve bu anlamda ilişkilerimiz oldukça güçlü. Sosyokültürel açıdan, herkesin günümüz kültür ve sanat üretimine erişim ve katılım hakkı olduğu ilkesine hizmet ettiğimizi ve kentimize bu anlamda bir katkımız olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim.
Arkeoloji bir zamanlar kolonyalist emellerin bir aracıydı bugün ise kolonyalist anlayışı ifşa etmenin araçlarından birisi olmalı belki de.
Rıdvan Gölcük, Troya Müzesi müdürü
Çanakkale Bienali, yabancı sanatçıların katılımı ve uluslararası sanat yazınına yansımaları bakımından değerlendirildiğinde küresel bir bienal olarak nitelendirilebilir mi?
Geçtiğimiz edisyonlarda saygın gazete ve dergilerde nitelikli değerlendirme ve eleştiri yazıları çıktı, bunlar bizi her zaman besliyor ve güçlendiriyor. Yabancı sanatçıların katılımı noktasında ise şimdiye kadar Çanakkale Bienali’ne katılan ve buraya özgü üretimler gerçekleştiren birçok kıymetli sanatçı oldu, bir arşiv olarak kurguladığımız bienalin resmî web sitesinde (www.canakkalebienali.com) tüm bu sanatçıları ve üretimlerini inceleyebilirsiniz. Uluslararası sanatçılar imkânlarımız, yerel bağlam ve bienalin niteliği konusunda bize hep güvendiler, Çanakkale’ye de hep ilgi, merak ve heyecanla yaklaştılar. Aslında tüm bu birikimin bir şekilde kalıcı bir yapıya evrilmesini gündemimize aldık ve önümüzdeki süreçte bienalin sanatsal hafızasını görünür kılabileceğimiz bir müze fikri üzerinde çalışıyoruz.
Çanakkale Bienali’nin, MAHAL ve StudioMAHAL gibi sanat merkezlerinin sürdürülebilir bir kaynak yönetimi var mı? Bu yapıları kimler, neden destekliyor?
Gerektiğinde kurucusu olduğumuz bu yapıyı gerek öz kaynaklarımızla gerekse de inisiyatifin geniş dayanışma ağıyla destekliyoruz. Kaynak yönetimi tabii ki çok önemli bir husus ama hakiki anlamda kolektif bir yapılanmanın sürdürülebilir olmasında tek koşulun maddi kaynaklar olmadığının canlı kanıtıyız denebilir.
9. Çanakkale Bienali: Zamana Bırakmak
Bienalin bu yıl gerçekleştirilen 9. Edisyonu 4 Ekim’de başlıyor. Bienal Zamana Bırakmak temasıyla kent merkezinin yanı sıra Assos, Bozcaada ve Küçükkuyu da dahil olmak üzere Çanakkale'nin farklı mekânlarına yayılıyor. Troya Müzesi, Troya ören yeri ve civarındaki köyler gibi farklı mekânsal kurgulara sahip alanlara yerleştirilen bienal sergilerinin yerle kurdukları ilişkilerin çeşitliliği oldukça dikkat çekici.
[Çanakkale Bienali bir] “auteur” bienali değil.
Seyhan Boztepe, CABININ kurucu direktörü ve 9. Çanakkale Bienali genel sanat yönetmeni
Bienalde, çağdaş sanatın teknolojiyle kesişimi, dijital teknolojiler, oyun kültürü ve iletişim araçları ile dijital ortamların ve etkileşimli platformların sanatsal ifade alanına entegrasyonu ele alınıyor. Bu bağlamda gerçekleştirilen sergilerle, teknolojik gelişmelerin günümüz görsel kültürünü nasıl şekillendirdiği ve sanatsal sınırları nasıl esnettiği tartışılıyor. Mesleklerin geleceği, çevresel sürdürülebilirlik ve hareketlilik gibi günümüzde gençleri etkileyen acil küresel gündemlere dair sanatsal yaklaşımlar bienalin ikinci eksenini oluşturuyor.
Çanakkale Bienali’nin kavramsal çerçeveleri de kente özgü bu tarihsel, kültürel, sosyal katmanlarla küresel gündemin kesiştiği bir bağlama oturuyor. Bu sayede sanatçıların yerel dinamiklerle buluştuğu bir sanat ekosistemi kurgulanabiliyor.
Seyhan Boztepe, CABININ kurucu direktörü ve 9. Çanakkale Bienali genel sanat yönetmeni
Bienalin bir diğer önemli ekseni ise kültürel miras ve hafıza aktarımında sanatın merkezî işlevi. Bu eksende gerçekleştirilen sergilerle kültürel sürekliliğin önemine ve kolektif hafızanın sanatsal yorumlarının güncel topluluk anlatılarını şekillendirmedeki rolüne dikkat çekilecek. Zamana Bırakmak başlığı gençler, teknoloji, gelenek ve gelecek konularında acil fakat günümüz koşullarında çözümsüz görünen sorunları zamanın iyileştirici etkisine serinkanlılıkla emanet etmeyi tavsiye ediyor. Günümüz teknolojilerinin dayattığı hız ve eşzamanlılık baskısı altındaki gençliğe heyecanlarını, tez canlılığını ve yüksek enerjilerini dengeleyerek dünyanın, doğanın ve insanlığın zamanını daha geniş bir perspektiften ve farklı boyutlarıyla ele almasını öneriyor.