Bu yılki Venedik Bienali'nin Brezilyalı sanat yönetmeni Adriano Pedrosa, uluslararası sergi konseptini açıkladığında, bunun son derece farklı bir sergi olacağı belliydi. “Stranieri Ovunque”, İngilizce ismiyle Foreigners Everywhere (Yabancılar Her yerde), çoğunluğu Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Asya'da yaşayan ya da bu bölgelerden gelen 332 sanatçıyı - çoğunlukla 20. yüzyılda çalışmış güncel ve geç dönem sanatçılarının bir karışımı- ağırlıyor. Güney yarımkürede doğmuş ve yerleşik bir küratör tarafından düzenlenen ilk Venedik Sanat Bienali sergisinin küratörlüğünü São Paulo Sanat Müzesi’nin, Museu de Arte de São Paulo Assis Chateaubriand (MASP), sanat direktörü Pedrosa üstleniyor.
Pedrosa'nın sergi konsepti de uzun vadeli küratöryel projesiyle uyumlu: MASP geçen yıl Indigenous Histories sergisini sunmuş, 2018'de de benzer şekilde kapsamlı ve çığır açıcı bir Afro-Atlantic Histories sergisi gerçekleştirmişti. Pedrosa'nın küresel modernizme ve güney yarımküreden önemli 20. yüzyıl sanatçılarını Avrupalı izleyicilere tanıtmaya olan ilgisi, 2012-2015 yılları arasında Frieze Masters'ın “Spotlight” (Öne Çıkanlar) bölümünü yönetirken de açıkça görülüyordu. Pedrosa ayrıca etkinliğin ilk eşcinsel sanat yönetmeni olduğunu ve bunun da tematik yaklaşımını etkilediğini belirtti.
Yabancılar Her Yerde başlığı Fransız kolektifi Claire Fontaine'in bir çalışmasına atıfta bulunuyor. Ancak Foreigners Everywhere aynı zamanda İtalya'daki başka bir kolektifle de ilgili. Bize bu kökenlerden bahsedin.
Claire Fontaine bir kolektif, bir kadın ve bir erkek, şu anda Palermo'da yaşayan bir çift, ama aslen Paris'te kurulmuştur. 2005'ten bu yana farklı dillerde "yabancılar her yerde" ifadesini okuyan neon heykeller yapıyorlar. Bu ifade 50'den fazla dilde -Batı dilleri, Batılı olmayan diller, ve hatta soyu tükenen yerli dillerinde- yazılmıştır. Claire Fontaine de bu ifadeyi, 2000'li yılların başında İtalya'da ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadele eden Torino'lu bir başka politik-aktivist kolektifin isminden devşirdi.
Farklı halkların bir kutlaması olarak tanımladığınız bu sergiyi İtalya'nın en ünlü şehirlerinden birinde, aşırı sağcı göçmen karşıtı Georgia Meloni'nin başbakanlığında sunuyorsunuz. Bu ne kadar kasıtlı?
İtalya'da olduğu kadar Akdeniz çevresinde ve dünyada da önemli bir rol oynuyor, zira bu bölgede yaşanan göç krizi nedeniyle. Yaklaşık on yıldır olası bir başlık olarak aklımdaydı. Her zaman bu ifadeyi bir başlangıç noktası olarak kullanarak özellikle İtalya'da bir sergi yapmanın harika olacağını düşündüm. Ancak bu ifadenin pek çok farklı çağrışımı var. Oldukça politik, ama aynı zamanda oldukça da şiirsel. Birçok farklı katmana sahip.
İlk olarak, nerede olursanız olun, nereye giderseniz gidin, etrafınızda her zaman yabancıların olacağı söylenebilir. Ancak diğer taraftan da nereye giderseniz gidin -daha öznel bir şekilde ve “yabancı” kavramına psikolojik, psikanalitik bir yaklaşımda - derinlerde bir yerde her zaman kendinize yabancısınız. Bu aynı zamanda Freud'un tekinsizlik üzerine yazdığı ünlü metni Unheimlich'i de çağrıştırır; burada tuhaf olanın aynı zamanda oldukça tanıdık olduğu belirtilir.
Ayrıca Venedik'te bu kelimenin, “yabancılar”, mekâna özgü bir anlamı da var, çünkü Venedik bir yabancılar şehri. Yaklaşık 50.000 nüfusu olan şehrin popülasyonu gelen turistler nedeniyle yoğun günlerde üç katına çıkıyor. Yani yabancılar gerçekten de Venedik'in her yerinde. Bienalin kendisi de 1895'ten bu yana her zaman yabancı sanatçıların katılımına dair bir kutlama olmuştur - tabii ki İtalyan sanatçılar ve birçok yabancının bienale katılımı için bu geçerli. Bu uluslararası bir sergi ve her zaman böyle oldu.
Yabancı temasından yola çıkarak başka konulara da açıldım. Yani ilk konu yabancı, göçmen, gurbetçi, mülteci, diasporik özne. Ama buradan, her şeyden önce, queer'e açılıyorum, çünkü "queer "in ilk tanımı "garip". Portekizce, Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca'da estranho ve estrangeiro, étrange ve étranger, garip ve yabancı arasında bu bağlantılar var. Böylece queer özne bir ilgi konusu haline geliyor. Ben de kendimi queer bir erkek olarak tanımlıyorum. Bu konuların birçoğu benim kişisel hayatıma kadar uzanıyor: elbette ben de hayatımın birçok döneminde yabancı oldum, seyahatlerim sırasında üçüncü dünya pasaportu taşıdım.
Üçüncü konu ise yabancı sanatçı, yani garip olan, farklı olan, halk sanatçısı, kendi kendini yetiştirmiş sanatçı ve Brezilya ve Latin Amerika'da artista popular, yani halktan sanatçı ile de bağlantılı. Ve son olarak tekrar, yerli sanatçılar Brezilya ve Latin Amerika için çok önemli. Yerli halk genellikle kendi topraklarında yabancı muamelesi görüyor. Bunlar benim Nucleo Contemporaneo olarak adlandırdığım dört ana konu, diğer bir deyişle serginin “güncel çekirdeği”. Bundan sonra bir de Nucleo Storico, yani tarihsel bir bölümümüz var.
Kendinizi bu sergiye "dahil" hissettiğinizi söylüyorsunuz. Küratörlüğü dünyanın dört bir yanından sanatçılarla çalışma ve sanat dünyasını görmenin verdiği deneyimle icra ediyorsunuz. Aynı zamanda kişisel bir yatırım da söz konusu. Bu tutarlı bir yaklaşım mı: kendinizi daha kapsamlı bir küratörlük projesine adamak?
Bunu her zaman yapamıyorum ama her zaman yapmaya çalışıyorum. MASP'da yerli sanatçılara ve tarihlerine adanmış koca bir yıl geçirdik. Elbette ben yerli değilim ama bunun önemli olduğu bir ülkeden ve kıtadan geliyorum. Afro-Atlantik tarihlerine bir yıl adadık. Ve elbette ben Afro-Atlantik ya da Siyah değilim ama bu Brezilya'daki kültürümüzün önemli bir parçası.
Ama burada, Venedik'te, evet, kendimi bu dört konuya oldukça dahil hissediyorum. Ayrıca Güney Yarımküre’de yaşayan ve burada yerleşik olan ilk küratör olarak. Elbette benden önce, 2015 yılında Güney Yarımküre’den gelen ilk küratör olan merhum Okwui Enwezor vardı. O sırada Münih'te yaşayıp çalışmasına rağmen, ABD'de de oldukça fazla çalışıyordu.
Yani Güney Yarımküre'de yerleşik olan ilk küratör benim. 1895’te başlatılan bir sergi için bu bir dönüm noktası. Bu nedenle de birçok sanatçıya, Güney Yarımküre tarihine ve ilgili bağlamlara karşı bir sorumluluk duygusu hissediyorum. Belki de bu yüzden sergide bu kadar çok sanatçı var!
Bu ağırlıklı olarak geçici sanat eserlerinden oluşan bir sergi, ancak sanatçıların çoğu Nucleo Storico'da yer alıyor ve sadece bir eserle temsil ediliyor. Görünüşe göre geçmişte Bienal'in bir parçası olması gereken ancak çeşitli nedenlerle bu imkandan mahrum bırakılan sanatçıları yeniden tanıtıyorsunuz.
Evet, aynen öyle. Bundan bahsetmek önemli. Listeye baktığınızda, çağdaş sanatçılardan çok tarihi sanatçılar olduğunu görüyorsunuz. Ancak yaklaşık 200 sanatçının yer aldığı Nucleo Storico sadece üç bölümden oluşuyor. Giardini'deki merkezi pavyonda portrelere ve soyutlamalara ayrılmış iki bölüm ve Arsenale'nin Corderie'sindeki bir diğer bölüm İtalyan diasporasına ayrılarak Her Yerde İtalyanlar olarak adlandırılmış. Son birkaç on yıla bakarsanız, belki de 1990'ların sonlarından bu yana, Güney Yarımküre'den sanatçıların özellikle bienallere ve aynı zamanda müze sergilerine nasıl katıldıklarını görüyoruz. Bu sanatçıların Batı'nın farklı bölgelerindeki galeriler tarafından temsil edildiğini göreceksiniz; Londra, New York ve Paris gibi. Dolayısıyla, Güney Yarımküre'den sanatçıların çağdaş alanda önemli bir varlığı var, ancak bu 20. yüzyılda aynı ölçüde gerçekleşmiyor. Ve 20. yüzyıl Bienal'in zamansal yayını oluşturuyor. Bu nedenle de bu sanatçıları tanıtmanın ilginç olabileceğini düşündü, çünkü bu sanatçıların çoğu kendi ülkelerinde ikonik ve önemli figürler. Ama internasyonel bağlamda o kadar tanınmıyorlar.
Elbette Avrupa'daki, özellikle Batı Avrupa'daki ve ABD'deki modernizm tarihçelerine aşinayız. Ben ve benim ülkemdeki pek çok eleştirmen ve küratör de kendi ülkemizdeki, belki de kendi bölgemizdeki modernizm tarihlerini biliyoruz, ancak Afrika, Orta Doğu ve Asya hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Dolayısıyla Nucleo Storico büyük ölçüde Güney Yarımküre’deki Modernisms olarak adlandırdığım, 20. yüzyılda Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve özellikle Güney ve Güneydoğu Asya'da çalışan sanatçılara odaklanıyor ki bence bunlar bugün sanat tarihinin en heyecan verici konularından biri. Bu konuda gerçekten kapsamlı bir sergi hazırlamak için on yıla ve on kişilik bir gruba ihtiyacım olurdu, ancak bu son on ya da on beş yıldır üzerinde çalıştığım bir konu. Bienal, dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarımızdan gelen çok sayıda kaynak, heyecan ve destekle bu inanılmaz fırsatı sunuyor. Bunun gerçekten daha spekülatif, daha provokatif bir şey önermek için bir fırsat olduğunu düşündüm. Elbette pek çok boşluk olacak ancak bu, sanatçıların böyle bir sergide daha hiç yan yana gelmediğini düşününce oldukça heyecan verici.
Italians Everywhere (İtalyanlar Her Yerde) bölümünde, çağdaş sanatçılar ve küratörler arasında çok sevilen bir sergileme stratejisi kullanıyorsunuz - Lina Bo Bardi'nin MASP için tasarladığı sistem. Neden bunu yapmayı tercih ettiniz? Fikirlerinizi simgeleştirmenin net bir yolu, ama aynı zamanda sanatı sergilemenin de güzel bir yolu.
Evet, oldukça güzel, oldukça radikal. Yine, İtalyanlar Her Yerde bölümü aslında Yabancılar Her Yerde başlığı ile bir oyun. Güney Yarımküre'den gelen bir küratör olarak ben, Afrika, Latin Amerika, Orta Doğu ve Asya'ya odaklanan bir proje yapmak üzere Bienal'e geldim. Ancak İtalyan sanat tarihiyle bir ilişki kurmanın da gerçekten önemli olduğunu düşündüm.
Dünyada en büyük İtalyan diasporasının olduğu bir şehirde ve ülkede yaşıyorum -Brezilya- ve ikinci ülke de Arjantin. Ayrıca sadece binamızı ve harika ve radikal cam şövale sergileme sistemini tasarlayan Lina Bo Bardi'den değil, aynı zamanda kurucu müdür Pietro Maria Bardi'den dolayı güçlü bir İtalyan soyuna sahip bir müzede çalışıyorum. Dünyanın farklı bölgelerinde, çoğunlukla Latin Amerika'da ama aynı zamanda Afrika ve Asya'da yaşamış 40 İtalyan sanatçıyı, birinci kuşak ve ikinci kuşak İtalyan sanatçıları bir araya getiriyoruz. Ve tabii ki Lina Bo Bardi, geçtiğimiz günlerde Mimarlık Bienali'nde Altın Aslan ödülünü kazanan bu olağanüstü figürün anısına. Kendisi benim ve Brezilya'daki pek çoğumuz için en sembolik İtalyan diasporik figürüdür.Onun sistemi Arsenale'de oldukça inanılmaz görünecek. Müzedeki çok ince Avrupa koleksiyon parçaları ile mimarisindeki ve sergi vitrinlerindeki beton, kauçuk ve cam malzemelerin belli bir hamlığı arasındaki bu ilişki her zaman ilgisini çekmiştir. Dolayısıyla Arsenale'de de, dünyanın farklı yerlerinden pek çok queer, trans ve non-binary sanatçıyı bir araya getiren mimarisi nedeniyle bu hamlığa sahip olacağız. Ayrıca ortaya çıkan bir dizi tematik konu veya ana motif de var. Bu da oldukça ilginç.
Nucleo Contemporaneo'daki dört tema sergi boyunca kesişimsel olacak ve birbiriyle örtüşecek mi?
Evet, çünkü göçmen olan queer sanatçılarımız da var, yabancı olan yerli sanatçılarımız da var, vs. Sergileme açısından, özellikle merkezi pavyondaki işler arasında bağlantılar kurmaya çalışıyordum çünkü birbirinden çok farklı odalarımız var. Örneğin farklı diyaloglar etrafında birçok oda var. Bunu söyledikten sonra, sergi boyunca queer sanatçılarımız olsa da, dünyanın farklı yerlerinden birçok queer sanatçıyı, trans sanatçıyı ve non-binary sanatçıyı bir araya getiren özel bir bölüm var. Ayrıca ortaya çıkan bir dizi tematik konu veya ana motif de var. Bu da oldukça ilginç.
Bu ana motiflerden biri de gösteri boyunca kullanılan tekstiller.
Evet, sergi boyunca tekstiller var. Yine, bu serginin bir konusu değil, oldukça organik bir şekilde ortaya çıktı, ama benim ilgimi çeken bir şey. Sergiyi kurduğumuz sırada sanatçıları kat planına yerleştirirken, tekstillere ayrılmış işlere büyük bir bölüm yaptık. Ama Nucleo Storico'da da tekstil alanında çalışan sanatçıların işleri var.
Çok organik bir şekilde ortaya çıkan ikinci ilginç motif ise, yine, sanatçı aileleri, yani kan bağı olan sanatçılar. Birdenbire bunun sergide ortaya çıktığını gördüm. Sergi için bir başlangıç noktası da değildi, ancak bunun gerçekleştiğini gördükten sonra, bunu geliştirmeye çalışmanın ilginç olduğunu hissettim. Gerçekten kesin ve katı bir çerçeveyle başlamıyorum, araştırmanın da çerçeveyi biçimlendirmesine izin veriyorum. Çoğunlukla aile grupları ya da düzenlemeler içinde çalışan yerli sanatçılarımız var: örneğin Guatemala'dan Andrés Curruchich ve Rosa Elena Curruchich, Kolombiya'dan Abel Rodríguez ve oğlu Aycoobo (Wilson Rodríguez). Bir de Aotearoa/Yeni Zelanda'dan Maori sanatçılar Fred Graham ve oğlu Brett Graham var. Ama bir de Nijerya'ya göç etmiş Avusturyalı bir kadın olan Susanne Wenger ve evlat edindiği oğlu San- godare Ajala var, tekstil ve batik alanında çalışan harika bir sanatçı. Onları sergi boyunca görüyorsunuz ama bir bölüm içerisinde değiller. Her zaman çiftler halinde, aynı odada ya da yan yanalar.
Stranieri Ovunque (Her Yerde Yabancılar), Giardini ve Arsenale, 20 Nisan - 24 Kasım