Elif Çapçı ile Mirgün Cabas’ın markanın 50. yılı ve lüks üzerine diyaloglarını dinlerken, siyah panolarla giydirilmiş salonu dolduran gururlu kalabalığı seyrediyorum. Dile kolay 50 yıllık bir yolculuk; emeklerin, üstesinden gelinen acı tatlı deneyimlerin hikâyeleri, kutlamaların ve sevinçlerin şenliği; hepsi bir ömür gibi… Yarım asırlık bir deneyimi, Beymen’in estetik anlayışını ve itibarını muhafaza ederek, markaya yakışır bir üslupla sunmak incelik ve özen ister; sergi bu özeni sağladığını kanıtlıyor.
Söyleşi ve Beymen’in zarif misafir perverliğinin ardından, Tophane-i Amire’nin Beyoğlu manzaralı avlusunda soluklanırken adımlarımızı, bizi zamanın başka bir evresine taşıyacağından habersiz, Golden Opulence sergisinin bulunduğu hole doğru yöneltiyoruz. Gelecekte başka bir dünyanın elçisi, paslanmaz çeliğin ustalıkla kullanıldığı bir kabuğun içine giriyoruz. Tarihî yapının devasa kemerlerinin altında, çelikten örülmüş bölmelerle yaratılan mekân içinde mekân konsepti, çizgisel bir ışıklandırmanın ayna görevi gören çeliğe yansımaları ve çarpıcı zıtlıklarıyla bizi bir anlığına şaşkına döndürse de, dekoratif vitrinlerin içinde kıymetli birer sanat eseri edasıyla yerleştirilmiş tasarımların yarattığı desenler, renkler ve hacimler, insanın başını döndüren bir şölen gibi adeta. Bureau Betak’ın fütüristik ve şiirsel kurgusu, eserlerin sanki başka bir gezegende ve zaman diliminde sergilendiği, geçmişi saygı duyarak geride bırakan, yenilik duygusuna odaklanan bir hayali anlatıyor. Gerek sergi tasarımında kullanılan transparan ve yansıtıcı materyal seçimleriyle, gerekse gelecekçiliği vurguladığı konsepti ve dinamik atmosferiyle Golden Opulence, Beymen’in aydın ve umutlu geleceğine ışık tutuyor.
Beymen 50. yılını lüksün, Anadolu ve Türk tarihindeki 500. yılıyla aynı anda kutlarken, bu tesadüf, çoklu kutlamaları daha anlamlı bir hale getiriyor. Beymen’in lüks kavramıyla özdeşleşmiş karakteri, serginin gelecek ve geçmiş kesişimi üzerine kurgulanan konseptiyle dünün, bugünün, tüm ilhamların ve temaların birbirine geçtiği homojen bir yapıya dönüşüyor.
Dünyaca ünlü 50’yi aşkın markanın Beymen için özel olarak tasarladığı eserlerden en çok ilgimi çeken tasarımlar, Balmain, Valentino, Alexander Mcqueen, Dice Kayek, Erdem ve Palm Angels tarafından sunulanlar oluyor. Lüksün bu topraklardaki 500 yıllık izini ortaya koymak için Anadolu’dan ve kültürel mirasımızın donelerinden ilhamla yarattıkları nadide eserleri, başka bir yaratım olan, fantastik sergi tasarımıyla seyretmek benim için sıra dışı ve özel bir deneyim haline geliyor.
Mekânın bazı alanlarında, çizgisel ışık huzmelerinin arasındaymış gibi hissettiren cam ve çeliğin geçişleri sürat kavramını hatırlatıyor. Endüstriyel olanın, makinelerin, hızın ön planda olduğu bir çağın izleri, serginin temasında az da olsa hissediliyor. Sergide bulunduğum süre boyunca Anadolu ve Türk kültürünün dokularından, mimarisinden, nakışlarından ve sembollerinden gelen tanıdık geçmiş izlerle yaratılan bu geleceğe dönük atmosferi algılamaya çalışmak, hayal gücümün sınırlarını zorluyor.
Serginin küratörü ve Golden Opulence kitabının yazarı Laurence Benaïm’la gerçekleştirdiğim röportajda yazmanın ona ne ifade ettiğini de konuşuyoruz. Benaïm’ın gördüklerini değil hissettiklerini ve duygularını kaleme alması beni çok etkiliyor. Onun hayal gücünü ve potansiyelini nasıl kullandığını idrak etmek bana da ilham veriyor. Zihnimde ve kalbimde gidip gelen düşünceler, hisler, aslında Laurence’ın bu sergide de misafirleri, duygularının şekillendirdiği bir yolculuğa çıkardığını gösteriyor. Markaların unvanları arka planda kalırken, Doğu ve Batı’nın senteziyle yaratılan tek bir düşünce öne çıkıyor: Yaratım…
Alexander Mcqueen’in altın nakış ve pul işlemeli elbisesi, smokin ve aksesuvar takımı, kaide üzerinde estetik duruşuyla göz doldururken serginin bir diğer başyapıtlarından Valentino’ya özgü pembe pelerinli elbise kültürel mirasımızın zenginliklerinden, lale sembolüne atıfta bulunuyor. Sergi tasarımında, Anadolu’nun bahçeleri ve çiçekleri, sanatçı Miyouki Nakajima’nın kendine has yaklaşımıyla modernize ediliyor. Elbiselerle beraber kullanılan çiçek formlarının sürreal duruşu, fütüristik alanı başka bir boyuta çıkarıyor. Balmain’in mücevhervari, farklı nakış teknikleriyle işlenmiş boncuk ve payetlerle sunduğu gece elbisesi, erkek takım elbisesi ve ayakkabı seti kültürümüze farklı bir bakış açısıyla bakan kreatif direktör Olivier Rousteing’in renkli hayal gücü hakkında fikir veriyor. Otantik bir avizeyi andıran gösterişli şapka tasarımı, bir asalet aksesuvarı olarak elbiseye sınıf atlatıyor. Bu zengin detaylardan gözümü alamazken arkası açık Balmain babuşların şıklığı ve albenisi beni büyülüyor.
Serginin ilginç tasarımlardan biri olan, tamamı ayna parçalarıyla işlenmiş, dolgulu mozaik Khrisjoy mont, serginin fütüristik temasına uyum sağlıyor. Palm Angels’ın Beymen için özenle hazırladığı lacivert üzeri altın nakış işlemeleriyle dikilmiş akantus yapraklı ceket ve pantolon, geleneksel Anadolu’ya özgü kıyafetlerin modern bir versiyonu olarak sergideki duruşuyla bende bir saray gardiyanının nöbet tutan gövdesi kadar dik ve kendinden emin bir otorite hissi uyandırıyor.
Böylesine görkemli, ihtişamı ve bereketi çağrıştıran eserlerin ortasında, duvarlara serpiştirilmiş, tasarımlarıyla devleşmiş bu yaratıcı isimlerin duygu ve düşüncelerinden oluşturulmuş alıntılar gözüme ilişiyor. Sanki her dilek ve düşünce, başka bir suretle hayat bulup gerçekleşecekmiş gibi hissediyorum. Mekânın dinamik ve hayat dolu ruhu beni de içine alıyor.
Laurance Benaïm’in “Düşler Kaligrafisi” diye tabir ettiği kitap, Golden Opulence için sergi alanında nevi şahsına münhasır bir köşe yaratılmış. Sergi holünün son bölümünde tam da duraksadığınız bir anda kitapların sergilendiği raflarla buluşuyorsunuz birden. Burada verilen kısa mola, serginin bir özeti gibi… kitap sayfalarını çevirmeyi, kitaplara dokunmayı sevenler için ideal bir deneyim sunuyor.
Golden Opulence rotasının son durağında, Anadolu motiflerinin ve çağdaş geometrik formların harmonisini sunan sanatçı Hakan Yılmaz’ın dijital sanat eseriyle karşılaşıyorum. Dikey ve büyük bir ekranın alacalı bulacalı renklerle yarattığı hareketi geleceğe açılan bir kapı gibi… Sanki gezdiğimiz serginin temsil ettiği çağın bir sonraki perdesine açılan bir ekran… O an, bir zaman makinesiyle gelecekte bir yerlere sadece bir anlığına gidebilmeyi hayal ediyorum. Bir çini motifinin çizildiği dinamik eserin içinden geçerek Beymen’in bir 50 yıl sonraki dünyasına adım atma fikri, bir rüyadan öte ama bir o kadar da olasılıklar arasında bir manifestonun habercisi...
Hazırlayan: Pelin Kestanecioğlu