Yeryüzündeki varoluşsal konumumuz, ikamet kavramından bağımsız düşünülür düşünülmesine ama yerinden edilmiş/ayrılmış, sonu gelemeyen bir yolculuk döngüsünde yersiz yurtsuz biri olmak, kendi köken kurgularını yük edinip beraberinde taşımayı da gerektirir. Resmî tarih anlatıları ve miras stratejileri üzerine inşa edilen mekânsal kurgular ne kadar belirgin ve güvenilirse, “zihinde yerleşik” köken kurguları bir o kadar değişken, kırılgan ve tekinsizdir. Meskenin yıkılışının etkisi ne denli hızlı ve şiddetliyse, zihinde yerleşik olanın dönüşümü o denli yavaş ve minördür. Kültürel coğrafyamızda bu ikili karşıtlık hiçbir zaman münferit olmadığından, arada kalmanın gerilimi bitmek tükenmek bilmez. İnsan kurucu ya da yıkıcı, agresif üstyapı ideolojilerinin hırsları tarafından hırpalanıp durur.
Sanatçı Burçak Bingöl, Yeryüzünde Minör Titreşimler adını verdiği sergisiyle bu türden yaşam deneyimlerine ilişkin hesaplaşmalarıyla Ankara’ya geri geliyor; bir döngüyü kapatmak için. Bu döngünün çıkış noktası, büyüdüğü ve eğitim hayatını tamamladığı Ankara ile atölyesini kurduğu ve sanatsal çalışmalarını sürdürdüğü İstanbul’un birbirini iten kültürel hacmiydi. Çocukluk ve gençlik yıllarında Cumhuriyet’in başkenti olan Ankara’da, Batı modernitesinin biçimleri, estetik kavrayışına hükmetmiş ve hafızasının çekmecelerine düzenli dizgeler halinde yerleşmişti. İstanbul’a gittiğinde devrik saray üslubu estetiğinin, inşaat yığınları tarafından kesintiye uğratılan bezemeci kombinasyonlarının kentte dağınık ve dramatik bir biçimde hayata tutunduğunu fark etti. Öte yandan coğrafyanın batısındaki alafranga kentler onu tutarlı bir davetkârlıkla çağırmaya devam ediyordu.
Avrupa’daki sanat akımlarını takip etmenin, sanat eğitimi ya da etkinliği için yurtdışına çıkmanın daha önceki sanatçı nesillerden gelen bir kariyer hamlesi olduğunu biliyoruz. Dahası, Burçak Bingöl’ün eğitimini tamamladığı güzel sanatlar programlarının ilkeleri, stratejileri, yöntem ve teknikleri de Meşrutiyet ve erken Cumhuriyet dönemlerinden itibaren devam eden bir süreklilikle Batı’dan uyarlanmıştı. Hatta programlar bu bağlamda kadrolaşmıştı. Çeşitli disiplinlerden sanatçılar için en önemli varoluşsal mücadele, modernist değerlere boyun eğme ya da onların üstesinden gelme arasında verilmişti. Çağdaş sanat pratiği, geleneksel formlardan keskin kopuşun zorunluluğunu tacize varan bir ısrarla telkin etmişti. Resmîsöyleme kendini kabul ettirme mesaisindeki sanatçılar, kimlik yitimi ve yenilme korkusu, sindirilmenin incittiği gururun tamiri ya da kültürel tercümelerin yetersizliği gibi problemlerle baş etmek zorunda kalmışlardı. Kadın sanatçılar tüm bunların yanı sıra temel yaşamsal haklarını kazanmanın kavgasını da verdiler. Burçak Bingöl de Ankara’da geçirdiği yıllarda Batı modernizmiyle diyalog halindeki bir hayat tarzı sürerek çağdaş seramik sanatının kavram ve uygulamalarıyla meşgul olmuş, Selçuklu ve Osmanlı sanatında önemli yer tutan çini, seramik ve porselen plastiği ile biçimlerinden itinayla uzak durmuştu. İstanbul’a taşınmasıyla birlikte artık çok yabancı olduğu bu mirasın göstergeler evrenine yabancılaştığını idrak etti.Bu farkındalık, sanatsal yaşamında çok önemli bir kırılma noktası oldu.
Mirasın dilini öğrenmek ve onu anlamak için, İstanbul’un kentsel karşılaşmalarının yarattığı zengin olanakları kullanmaya başladı. Ancak burada kastedilen müze ziyareti türünden steril ve içeriği yetkili uzmanlarla programlanmış kültürel deneyimler değil. Gündelik hayatın akışına karışmak, kültürel coğrafyanın şartlarıyla şekillenmiş kent sakinlerini tanımak, dünyaya bakışlarını anlamak için sokaklarda dolaşıp insanlarla sohbet etmek, kent arşivlerinde, kütüphanelerde vakit geçirmek, okumak, kamusal sanat eserlerinin gölgesinde dinlenmek, parklarda ya da çeşitli doğa parçalarında kentin iklimini, ışığını, bitki örtüsünü, toprak özelliklerini ve doğaya bağlı ritüellerini keşfetmek gibi çok katmanlı kent estetiği deneyimlerinden faydalanıyordu. Sanatçının etkinlikleri bir yandan yurtdışında da sürüyordu: eğitim programları, sergiler, seyahatler... Burçak Bingöl’ün, kenti biriktirme ve damıtma alışkanlığını gittiği dünya kentlerinde de devam ettirdiğini biliyoruz. Kentsel deneyimlerinden doğan eserlerini –ki sanatçı her bir serinin diğerini tetiklediğini ifade etmekte– seramik, çizim, video, fotoğraf ve yerleştirme gibi farklı disiplinlerde üretirken, sergileme aşamasında inşacı olduğunu ve gittiği yerlere kendi mobil başkentlerini kurduğunu söylemek mümkün. “Başkent” diyorum çünkü politik bir özne niteliği olarak Ankaralılık, adeta gölgesi olarak her yere peşinden gitmiş gibi görünüyor.
Farklı coğrafyalardan seramik formları, kültürel hafızaya dair taşıyıcı kodları içinde barındıran, dirençli bilgi kapsülleri gibi görüyor Burçak Bingöl. Bu nedenle seramik tekniğinin olanaklarını bıkıp usanmadan araştırıyor. Sanatçının eserlerine konu olan entelektüel sorunsallara teknik sınanmaların eşlik ettiği de görülüyor. Oradan oraya gidip gelirken, bir kamyonun ön yüzünü birebir ölçekte seramikten şekillendirip geleneksel bezeme motiflerinin güncel çeşitlemeleriyle dekorluyor (“Seyir”, Araba Sevdası, 2014). Bu çalışma teknik bir güç gösterisi olmanın yanı sıra, sanatçının tarihsel olan ile şimdiyi bir arada tartışmaya açmak isteyişinin bir ifadesi. Kamyon yüzü sanayi devrimi, göç ve toplumsal cinsiyet kodları gibi farklı konuları gündemimize getirirken geleneksel desenlerin manipülasyonu, biriken tasarım kültürünün yeniden yorumlanmasını tartışmaya açıyor. Kültürle; hatırlama, çağrışım ve imgelem eylemleriyle bağlanan dürüst ilişkiler kurmanın yollarını aradığını düşünebiliriz. Sanatçının, seramik mirasının görsel dağarcığı ve pişirim reflekslerinin bileşkesi içinden geliştirdiği akıl yürütmeleri, zanaat ve süsleme kategorisine rahatlıkla havale edilebilecek sanatsal biçimlerin içindeki modernite potansiyellerini bulup günümüze taşıyor.
Burçak Bingöl’ün tekniğin malzeme repertuvarının ve teknik şartnamelerinin sınırlarını aşan, form bütünlüğü ile uygulama süreçlerini tersyüz ederek kusurlar icat eden, sonra da bunların çeşitlemelerini sabırla üreten bir sanatsal pratiği var. Hafızalarımızda sabitlenen imgelere dair katılaşmış yargıları kendi estetik tercümelerine dönüştürüyor. Seramiklerinin deforme edilen, parçalanan, sırları akan, beklenmedik hatta istenmeyen çamurların üzerlerine yapışıp kaldığı dinamik formlara dönüştüğü görülüyor. İşlerinde başlarda daha kaba kurgularla işletilen “kusurlama” süreçlerinin bugün titizlikle kurgulandığını, ölçülülükle hesaplandığını ve rafine edildiğini, neredeyse bir elverişsizlik estetiği oluşturduğunu gözlemleyebiliyoruz.
Burçak Bingöl, 2022’de SAHA Derneği’nin İngiltere’de Tate StIves Müzesi’yle yürüttüğü işbirliği kapsamında, Porthmeor Stüdyoları’nda misafir sanatçı programına katıldı. İngiltere’de ilk sanatsal seramik atölyesi olarak kabul edilen Bernard Leach atölyesinde araştırmalar yaptı. The Leach Pottery, tüm tasarım ve üretim işlemlerini kendisi yapan çağdaş seramik sanatçısı karakterini ortaya çıkaran, bu yönüyle seramik pratiğinin çömlekçilik zanaatından ve porselen endüstrisinden ayırılmasına yol açan mihenk taşı niteliğinde bir yer. Sanatçı burada seramik malzemeyle kurduğu tarihsel ve kültürel ilişkiye oturan bir mikro-tarihsel metin üzerine çalıştı. Hatta bu metin çalışmaları süreç içinde bir şiir serisine dönüştü.
StIves’deki bir diğer önemli kültürel karşılaşma mekânı ise bugün artık Barbara Hepworth Müzesi ve Heykel Bahçesi olan Trewyn Studio oldu. Burası 20. yüzyılda modernizmin en önemli heykeltıraşlarından biri olan Barbara Hepworth’ün eski ikametgâhı ve çalışma alanıydı. Sanatçı burada onun soyut eserlerini yakından inceleme fırsatı buldu. StIves’de olduğu süre boyunca müzeler kadar kent arşivlerinde de vakit geçirdi. Hatta yüzmenin yasak olduğu buz gibi bir göle dalarak o bölgeye has kilden çıkarmaya bile çalıştı. Bütünlüklü bir kent estetiği deneyiminin hakkını fazlasıyla vermiş olduğunu kabul edelim.
İstanbul’a döndükten sonra Galata’daki stüdyosunda yaptığıYeryüzündeki Minör Titreşimler adlı serisini ilk olarak TATE StIves’de sergiledi. Sergi için fırınlama strüktürünün bir benzerini, merkezde kümelenmiş halde yerleştirerek, galeri mekânını hayalî bir seramik fırının içiymiş gibi kurguladı. Pişirim ateşinden arındırılmış gibi görünen raflardaki Osmanlı şah vazolarının yüzeylerine güncel fotoğraflar ve flora seçkileri transfer etti. Aynı formun soyutlamaları olan geometrik formları; tasarlanmış sır bozulmaları, parçalanmalar ve yapışmalar aracılığıyla, yerleştirmede yer alan diğer buluntu nesnelerle çeşitli ilişkilere soktu. Kusurlu, kırık, eksik ya da tuhaf görünen bu seramikler, erime ve dönüşüm hallerinde katılaşmış gibiydiler. Bu sergileme izleyiciyi seramik fırınındaki pişirim sürecinin donmuş bir ânına dahil ediyor gibiydi. Yerleştirmede yer alan fotoğraflar, Ankara’da yıkılan Devlet Konservatuvarı’nın molozları arasından alınan bir parça demir, StIves çömleklerinden toplanan tuğla tozları, gölden çıkarılmış kil, dallar ve türlü atıklar gibi buluntu nesneler fırının dışındaki yaşamla güçlü politik bağlantılar kuruyordu. Reddedilemeyen kültürel miras, katılaşmış resmî tarih anlatıları, ekoloji ve kültürel belleğin korunması bakımdan sorunlu kentsel politikalar, içtenlikle deneyimlenen kültürel karşılaşmalar ve güncel yaşam deneyimlerine ilişkin yeni arayışlar fırına yüklenmişti. Sanatçı, zihninde yerleşik olan karşıtlıklar evreninin sakinleri arasında uyumlu bağlantılar kurabilme ihtimallerinin peşindeydi.
Yeryüzündeki Minör Titreşimler sergisi 7 Ekim-18 Kasım arasında Ankara’da Ka sanat alanı için yeniden uyarlanıyor. Ana yerleştirmesi Ka’da gerçekleşecek serginin bir bölümü ise Burçak Bingöl’ün mekâna özgü müdahalesi ve British Council desteğiyle İngiltere Büyükelçiliği konutunda izlenebilecek.
· Yeryüzündeki Minör Titreşimler, 7 Ekim-18 Kasım tarihleri arasında Ka Atölye’de görülebilir.