Klasik mimarinin merkezi, anıtsal yapıların adresi Roma, korunan tarihiyle Antik Roma dönemine ait bir film seti gibi. Sanat ve mimaride bir hazine niteliği taşıyan kentin kültürel mirasına itinayla bakılıyor. Pantheon’dan ve Trevi Çeşmesi’nden birkaç adım ötede, San Marcello Meydanı’nda tüm görkemiyle ayakta duran Palazzo Salviati Cesi Mellini’nin İtalya’daki ilk Six Senses Oteli’ne dönüşümü, başlı başına bir tasarım süreci. Roma klasisizmi ile modernizmin buluştuğu bu yenilikçi işbirliği hikâyesinin ardında güçlü değerlere bağlı Six Senses markası ve yaratıcı bir ekip var. Varlığı 15. yüzyıla dayanan, 18. yüzyılda Antonio Tommaso De Marchis tarafından inşa edilen yapı, şehrin önemli kültürel miraslarından biri olarak anılıyor. Yapının Roma Belediyesi tarafından korunan, UNESCO listesinde yer alan cephesi ve anıtsal merdivenleri orijinal ihtişamına kavuşturularak ustalıkla restore edilmiş. Otelin iç mekân tasarımını üstlenen İspanyol tasarımcı Patricia Urquiola’nın vizyonu, sarayın mevcut mimarisine daha sonraki dönemlere ait eklemelerle zekice bütünleşiyor. Özellikle de mimarlar Paolo Micalizzi ile Ludovico Quaroni’nin projesindeki mimari kısıtlamalara ve dairesel unsurlara incelikle uyum sağlıyor.
Patricia Urquiola, tasarımı kurgularken markanın felsefesini klasik Roma inanışlarından, Latincede yerin ruhu anlamına gelen genius loci kavramından yola çıkarak yapıyor. Bir mekânın karakteristiği, kimliği ve özünü ifade eden “yerin ruhu” terimi, Roma mitolojisindeki koruyucu ruhlarla ilişkilendiriliyor. Yeni bir yeri veya mekânı deneyimlediğimizde o anda hissettiğimiz duyguların eşsizliği ve tekrar edilmesinin imkânsızlığı, tüm o hisleri oraya özgü kılıyor. Six Senses projesi de kentin tarihi, doğal özellikleri ve kültürel bağlamından etkilenerek “yerin ruhu” fikrini geliştiren bir konsepte dönüşüyor.
El işçiliği, malzeme seçimleri, mobilyaların ve tüm üretimlerin nihai görünümlerinde tasarımcı yapının eskiliğini göz önünde bulundurarak doğayla uyum içinde bir konsept yaratmaya gayret göstermiş. Odağında iyi hissetmek ve rahatlık duygusunu barındıran otelin 96 farklı konuk odasıyla süiti birbirinden farklı işlev ve ayrıcalıklar sunuyor. Geleneksel malzemelerin kullanıldığı, yüksek tavanlı odaların bazıları teraslıyken bazılarında mini mutfak ve yemek odası bulunuyor. İçinde kütüphane, ofis, oturma odası gibi farklı bölümleri olan, daha çok bir yaşam alanı gibi kullanabileceğiniz odalar da düşünülmüş. Bu bağlamda belki de Six Senses, oda tasarımlarıyla kendinizi evinizde hissedebilme deneyimi yaşatıyor.
Kültürel mirası korumak ve sürdürülebilirlik, bu dönüşüm hikâyesinde tasarım sürecinin yol göstericileri olmuş. Tasarımın geneline hâkim yüksek tavanlar, sürdürülebilir mimari, karışık desenler ve grafik öğeleriyle çağdaş ve havadar bir ortam yaratılmış. Yatak odalarının duvarlarında tuğla tozunun yeniden doğal kile dönüştürülmesiyle elde edilen, antik kökenli, geleneksel cocciopesto (opus signium) kullanılmış. İtalya menşeli traverten kireçtaşı her alanda önemli bir tasarım öğesi haline gelirken yatak odalarına nefis renkleri ve Antik Roma’ya özgü yapım tekniğiyle canlılık katmış. Otelin iç mekân halıları doğal veya rejenere yünden yapılmış.Yatak odalarında GAN’ın doğal yün halıları kullanılırken ortak alanlarda yoğun geometrik desenli halılar cc-tapis’ten seçilmiş.Otelde kullanılan kumaşlarda, balık ağları, kumaş artıkları ve endüstriyel plastik gibi naylon atıkları orijinal saflıklarına geri dönüştürürek iplik üreten Econyl tercih edilmiş. Mekândaki tüm mobilyalar sertifikalı sürdürülebilir kaynaklı ahşaptan üretilmiş. Yine, iç mekânda her adımda rastladığımız bitkiler, doğal ışık, nefes alan ortam ve her alana hassasiyetle dahil edilen sürdürülebilirlik ile dayanıklılığı destekleyen bir tasarım sunulmuş.
Otelin lobisi, Roma mimarisine özgü beş ana yuvarlak kemerle çevrili; bunlar, Antik Yunan ve Roma mimarisinin peristil denilen sütunlu avlularını andırıyor. Tasarımın her yerine serpiştirilmiş bitkiler, traverten demirbaşlar misafirleri karşılayan ilk doneler. Bitkilerle zenginleştirilmiş lobinin göbeğinde modern bir masa yer alıyor. Masanın altlığına çağdaş sanatçı Paolo Giardano’ya ait, tüm başlangıçların iki yüzünü temsil eden Antik Roma tanrısı İanus’un heykeli yerleştirilmiş. Geçmişi ve geleceği izleyen İanus’un bir yüzü tarihi Piazza San Marcello’ya, bir yüzü ise otelin galerisine bakıyor. Galerideki sanat eserleri geleceğin yenilikleriyle buluşan, klasisizmin etkisinde geçmişi kutlayan Six Senses projesinin bir simgesi.
Six Senses Spa tasarımında eski Roma hamam kültürü ve banyo sanatından ilham alınmış. Antik Roma’da hamamlar birer sosyalleşme merkezi olarak görülüyordu. İçerisinde kütüphane, yüzme havuzu ve spor alanları bulunan halka açık banyolar, insanların o dönem sıklıkla tercih ettiği buluşma noktalarıydı. Patricia Urquiola, Antik Roma banyo sanatından referansla üç farklı havuz tasarlamış. Bunlardan biri Antik Roma hamamındaki sıcak bölüm, Latincede caldarium olarak geçen havuz; bir diğeri tepidarium, ılık havuz; sonuncusu ise frigidarium, soğuk havuz. Spa tasarımı, mozaik madalyonlarında Antik Yunan mitolojisine atıfta bulunuyor. Spa odalarında Apollon’nun defne ağacına dönüşen su perisi Daphne’ye delicesine âşık olmasını sağlayan mitin tekrar eden tasvirlerine rastlıyoruz.
Doğal ve terracotta tonlarının hâkim olduğu oda tasarımları ve otel, hikâyesi olan sanat eserleriyle zenginleştirilmiş. Sergilenen her sanat eseri, Six Senses Rome’a özgü düşünülerek uyarlanmış. Küratörlüğünü sanat danışmanı Federica Sala’nın gerçekleştirdiği eserler el yapımı, baskı, dijital ve farklı tekniklerin kullanıldığı çağdaş sanat işlerinden oluşuyor.