“Üniversite yıllarında Turizm Bakanlığı’nın açtığı sınava katılıp turizm gönüllüsü olarak Antakya’da yaz aylarında görev yapmış, bu kapsamda şehri ve Hatay’ı turistik gezi, inceleme veya akademik araştırma amacıyla ziyaret eden birçok tarihçi, arkeolog ve antropoloğa refakat etmiştim. Bir gün Antakya Mozaik Müzesi’ni ve şehri gören bir İtalyan arkeoloğun bana, ‘Antakya tozlu, kirli bir mücevher ama siz farkında değilsiniz,’ dediğini hatırlıyorum.”
Emekli Büyükelçi Mithat Rende, 2023
Akdeniz ve Anadolu’nun birleştiği noktada, Türkiye’nin güney ucunda yer alan Antakya avlulu evleri, önemli yapıları, çıkmaz sokakları, geleneksel yemekleri ve kendine hayran bırakan doğasıyla kültürün tarihle harmanlandığı bir kent. 6 Şubat depremleri ile sonrasında aldığı büyük yaranın iyileşebilmesi önünde uzun ve zorlu bir yol var. Ama yerelden başlayarak kurulan platformlar hem deprem bölgesinde yaşayan hem de evlerini terk etmek zorunda kalan Antakyalıların güvenliği ve iyiliği için çalışıyor.
I. Dün
Tereddütsüz bir hayranlık
Antakya’da hafif yağmurlu bir nisan günü… Yağmur suları Habib-i Neccar Dağı’nın sırtlarından usulca dökülüyor. Affan Mahallesi’nin dar sokaklarını izleyerek Kurtuluş Caddesi’ne, oradan süzülüp Roma’dan izler taşıyan “arıklı” dar yollarından geçerek Saray Caddesi’ne geliyor, nihayet Asi Nehri’ne kavuşuyor. Anlatılan o ki, bu yağmurlu günlerde tarihî Antakya’nın bu arıklı sokaklarında yürüyenin ayakkabısına çamur değmezmiş. Antakya medeniyetlerin yüzyıllardır farklı biçimlerde görünür olduğu bir yer. Cindi Hamamı’nı geçip Asi Nehri’ne doğru yürürken, Köprübaşı’nda Habib-i Neccar Dağı’na sırtınızı verip Roma Köprüsü’nün nehrin doğu yakasında, tarihî kent tarafında kalan ucunda durduğunuzda soldan bir rüzgâr esiyor. Rüzgâr size Lübnan’ın, Suriye’nin ve tüm Levant’ın havasını, kokusunu getiriyor. Bu rüzgârı sırtlanan Antakya, Doğu dünyasını Akdeniz’e kavuşturuyor.
Köprübaşı’nda biraz nefeslenirken Ulu Cami’nin sesi duyuluyor, hemen sağa dönünce bu mütevazı cami en az 300 yıl öncesinin puslu kahverengi tonundaki duvarları ve zarif minaresiyle görünüyor. Antakya geçmişle bugünü bağlamanın türlü yollarını biliyor. Köprünün çıkışında kentin dokusundan farklı, dairesel mimarisiyle Hatay Devleti Meclis Binası göze çarpıyor. Meclis toplantılarının yapıldığı bu eski Empire sinemasının değişik olduğu kadar bütünleşik yapısına bakmak, bundan neredeyse bir asır önce Akdeniz ile Anadolu’yu, Mezopotamya’yı birbirine bağlayan kentte kurulan Bağımsız Hatay Devleti’ni hatırlatıyor. Antakya’nın çok katmanlı yapısı, geçmişi boyunca pek çok medeniyetten devraldığı miras, sembolik değerlerle birlikte, kent belleği için büyük önem taşıyan bu yapılarda vücut buluyor. Amik Ovası yönündeki girişten kadim Habib-i Neccar Dağı’na doğru yaklaşırken, dağın içine inşa edilmiş Saint Pierre Kilisesi (Aziz Petrus Kilisesi), kente gelenleri karşılıyor. Tarihte ilk defa kendilerini “Hıristiyan” olarak tanımlayan cemaatin haç yeri olan mağaraya inşa edilen kilise sembolik anlamlarla yüklü.
Kurtuluş Caddesi’nin puslu vitrinleri arasında yürürken, eski adıyla Roma döneminin sütunlu Herod Caddesi’ne, dünyanın meşalelerle ilk aydınlatılan o eşsiz zemininde adım atıyorsunuz. Kışla yönünde, solda ismini tarihî mahallesinden alan Affan Kahvesi, diğer adıyla İnci Kıraathanesi duruyor. İçeride; kapı, duvarlar, masa ve sandalyeler, duvarlardaki fotoğraflar, hatta “haytalı”nın servis edildiği kâse ve kaşık bile misafirlerine yüz yıl öncesinden eşlik ediyor.
Antakya mekânlarıyla daimî bir zaman makinesi gibi. Kurtuluş Caddesi’nde bu defa Saint Pierre Kilisesi yönünde ilerlerken Musevi Havrası’nı geçtikten sonra, soldaki bir sokakta yapımı 16. yüzyıla tarihlenen Uzun Çarşı’nın girişlerinden biri görünüyor. Sokağa, Antakya’yı kısa süreliğine de olsa ziyaret eden herkesin tanıyacağı baharat, defne sabunu, zeytinyağı, limon, zahter, yer yer kebap kokusu hâkim; zanaatkârların olduğu yerde buna bakır, gümüş, ipek ve deri kokuları karışıyor.
Antakya, tarihin sesini şelalenin suyunda duyup yeşilin tonunda görebileceğiniz bir yer. Uzun Çarşı’dan Asi yönüne devam edip nehrin karşı yakasına geçince, solda çam ağaçlarıyla Büyük Park görünüyor. Kentlerin betona koşulsuz teslim olduğu bir zamanda Antakya’nın merkezinde insana sonsuzluk hissi veriyor bu yeşil alan. Çay bahçeleriyle dolu bu ağaçlık yol sizi Harbiye Şelaleleri’ne ulaştırıyor; kendinizi ivmeyle akan suyun sesinin verdiği huzurla türlü efsanelerin konusu Daphne’nin izini sürerken buluyorsunuz. Geçmişten bugüne her zaman bir buluşma noktası olan Harbiye’nin tepelerinden, Asi Nehri’nin Akdeniz’e kavuştuğu vadiyi izlerken portakal bahçeleri, menderesler önünüze seriliyor. Antakya’dan Harbiye’ye giden yolda ise yerel halkın deyişiyle, “Gökyüzü ağaçlarla kaplanıyor ve bu yolda yürürken yukarı baktığınızda, güneşi görmeniz mümkün olmuyor.”
Bu defa Büyük Park’tan rotanızı Beyaz Köprü’den Antakya kent merkezine çevirince kendinizi Saray Caddesi’nin girişinde buluyorsunuz. Sokak müzisyenlerinin akustik gitar sesi sizi davet ediyor. Rum Ortodoks Kilisesi’ne meraklı bakışlarla baktıktan sonra sokak boyunca yer seçmiş restoranlarda, geleneksel lezzetleri deneme isteğinize karşı koymak mümkün olmuyor. Saray Caddesi’nin bitiminde önce solunuzda yakın geçmişte açığa çıkan Roma döneminden kalma su kemerini görüyor, bugünün kentinde yürürken kentin tarihteki bu benzersiz katmanına tanıklık ediyorsunuz. Sağa doğru, avlulu konutların muntazam örgüsüyle oluşmuş dar sokaklarda kaybolurken Akdeniz-Anadolu gastronomisinin en güzel örneklerini görebilirsiniz.
Hem ülkemizin hem de dünyanın farklı kültür ve süreçlerinin mekânı olmuş Antakya ile çevresi daha nice yapısı ve doğasıyla tarihin farklı katmanları arasında yolculuklar vaat ediyor.
II. Bugün
Hüzün ve belirsizliğin endişesi
Günümüzde görmeye pek alışık olmadığımız şekilde rengârenk bir sosyokültürel, doğal ve ekonomik çeşitlilik sunan Antakya’yı, kentsel yaşama dair bazı temel sorunları olsa da, genel olarak “hayatından memnun” insanların güzel yaşam mekânı olarak tanımlamak, kısa bir süre öncesine kadar mümkündü. Fakat artık 6 Şubat 2023 tarihi, Antakya için bir milat.
Tarihi boyunca 6.00 ile 10 şiddeti arasında sayısız depremle defalarca sınanan kent, 115 ve 526 yıllarında 7.5 şiddetinin üzerindeki depremlerde neredeyse tamamen yıkılırken, her iki depremde de 200 binin üzerinde insan hayatını kaybediyor. 1822 ve 1872’de 7.00 şiddetinin üzerindeki iki depremden ikincisi, 2023’e kadar “Antakya’nın büyük felaketi” olarak anılıyordu. Bu depremde, kentin üçte ikisi yıkılmış, merkezde yer alan 149 yapı dışında tüm yapılar kullanılamaz hale gelmişti.
Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremleri ve Hatay merkezli 20 Şubat depremlerinde, Antakya’nın yüzde 85’i yıkıldı ya da hasar gördü. Bundan önceki son büyük depremin 1872’de yaşandığı kentte bugün, Kurtuluş Caddesi’nde Habib-i Neccar Cami, Affan Kahvesi, Uzun Çarşı; Saray Caddesi’nin en önemli yerlerinden Rum Ortodoks Kilisesi, ticaret ve yeme-içme mekânları; Antakya kent merkezini oluşturan avlulu konut dokusu ve turizm işletmelerinin tamamına yakını ile Köprübaşı’nda Meclis binası, eski müze, belediye binası, Ziraat Bankası, Postane binası, tamamı ya zarar gördü ya da yıkıldı. Merkezin dışında, nehrin batısında ve tarihî kentin kuzeyi ile güneyindeki yapılar ile mahallelerde hayat izi neredeyse kalmadı. Antakya’yı Antakya yapan esas değeri oluşturan benzersiz sosyokültürel niteliğe sahip yerel halk, depremlerde ağır yara aldı. Bu büyük afette ne yazık ki kaybettiklerimizin yanı sıra yakınlarını yitiren ve Antakya’nın iyileşmesini beklerken kendilerini de iyileştirip yaşamlarını sürdürebilmek için başka yerlere göç eden büyük bir nüfus var. Ayrıca kentin farklı yerlerinde kurulan çadır ve konteynerlerde zorlu koşullarda yaşamını sürdürmeye çalışanlar da söz konusu.
Seneler içinde Antakya’yla farklı biçimlerde aidiyet ilişkisi geliştirenler ve yerel halk, kentin farklı açılardan onarılıp hatırladıkları haline dönebilmesine dair farklı endişeler taşıyorlar. Bu endişelerin en büyüğü ise Antakya’dan başka kentlere göç eden nüfusun geri dönebilmesiyle ilişkili. Hayat normale döndüğünde bu nüfusun yaşamlarını burada sürdürebilmelerinin koşullarının sağlanması gerekiyor.
Enkaz kaldırma sürecinin işleyişi, tarihî kent merkezi ve kentin gelişme alanlarında farklı sorunları gündeme getiriyor. Uzmanlar ile yerel halkın merkezde tescilli ve nitelikli yapıların devamlılığına dair endişesinin arka planında yapıların kendi malzemeleriyle yerlerinde muhafaza edilmemesi, hızla ve koruma uzmanlarının önerileriyle örtüşmeyen tekniklerle kaldırılarak bir enkaz ayrıştırma merkezine taşınması gibi uygulamalar var. Kentteki yapıların yerinde gün geçtikçe oluşan boşluklar, kentte yaşayanların ya da başka bir yere göç eden ama Antakya’ya geri dönmek için gün sayanların belleğindeki Antakya’yı her gün biraz daha erişilemez hale getiriyor. Merkezin dışındaki yıkım ve enkaz kaldırma sürecine yönelik eleştirilerin temel sebepleri ise yıkımların sulama yapılmaksızın gerçekleştirilmesi, hafriyat kamyonlarına yüklenen molozların herhangi bir tedbir alınmadan taşınması, moloz döküm sahalarının yer seçiminde doğal alanlar, sahiller, zeytinlikler, vadilerin yanı sıra geçici barınma alanlarına yakın konumların tercih edilmesi. Bunlara ek olarak son dönemde yoğunlaşmış “yerinde ayrıştırma” uygulamaları ise hatalı enkaz kaldırma, moloz taşıma ve moloz dökümüyle birlikte halk sağlığı, doğal alanların sürdürülebilirliği ve kentteki yaşam kalitesi açısından çok büyük problemlerin başlıca nedenini oluşturuyor.
Depremin ardından yedinci ayı geride bıraktığımız şu günlerde diğer büyük sorun ise geçici barınma alanları, çalışma alanları, eğitim ve sağlık tesisleri ile sosyal alanların henüz gerekli olan nitelik ve nicelikte sağlanamamış olması. Bu büyük eksikliğin sebep olduğu sorunlar, onarım sürecinde kentte kalmak isteyen halkı zorlu yaşam koşullarına mahkûm bırakıyor.
III. Yarın
Puslu bulutlar Antakya kültürüyle aralanıyor
Depremden sonra kentten farklı nedenlerle ayrılmak zorunda kalanların ev duvarlarına yazdıkları “Geri döneceğiz Antakya!”yı, “Geri döneceksin Antakya!” yazısı selamlıyor. Kentte kalanların, zorunluluk yüzünden gidenlerin, daha önce başka yerlere yerleşmiş Antakyalıların kurduğu çok sayıda platform ve topluluk, ağır yaralı bölgeye omuz veriyor, depremin hemen ardından başlayan faaliyetleriyle ona yalnız olmadığını her açıdan hatırlatıyor. Hatay’daki meslek odaları, Kadim Antakya Dostları Platformu, Hatay Ortak Meselemiz Konseyi, Yeniden Antakya Platformu, Antakya Kentsel Sit Girişimi’nin yanında Hatay için kurulmuş çok sayıda sivil toplum kuruluşu, deprem ânından beri yerel halk ile kentin pek çok ihtiyacını gidermeye çalışıyor. Merkezî ve yerel yönetimin farklı kurumları da deprem sonrası kenti kalıcı bir şekilde onarmanın yollarını arıyor. Öte yandan Antakya’ya Türkiye’nin bütünü destek veriyor; Ortak Akıl Antakya, Hatay Planlama Merkezi, Aura İstanbul ve daha pek çok inisiyatif, şehircilik, mimarlık ve eğitim alanında çalışmalar yapıyor.
Kentler çok farklı bileşenlerden oluşan, yaşayan organizmalardır. Depremde Antakya’nın bu bileşenlerinin tamamı farklı ölçülerde hasara uğradı. Kentin dağ, su ve ova bileşenlerinden oluşan doğal yapısı; yapılı çevresini oluşturan tarihî merkezi; gelişme alanları, farklı işlevlere ayrılmış alanları, yapısal açıdan çeşitlilik gösteren konut alanları, kamu yapıları, dinî tesisleri, eğitim ve sağlık tesisleri, ticaret yapıları; cadde ve sokakları; yani kentin ekonomisini, sosyal ve kültürel yapısını oluşturan büyük-küçük bileşenlerin tümü depremlerde telafisi oldukça güç görünen büyük bir hasar aldı. Kentin iyileşmesi ancak bu bileşenlerin bir bütün olarak onarılmasıyla mümkün.
Bunun için öncelikle, böylesi büyük ölçekte bir yıkımın neden gerçekleştiğinin, aslında bir doğa olayı olan depremin Antakya’da neden bir afete yol açmış olduğunun ayrıntılı olarak tespit edilmesine ihtiyaç var. Deprem bölgesi olan Antakya’nın ilerleyen yıllarda böyle büyük kayıpları bir daha yaşamaması adına bugüne kadar yapılan hataların anlaşılmasına, bu hatalardan ders çıkarılmasına, çözümler geliştirilmesine ihtiyaç var. Bu iyileşme sürecinin belki de yıllarca sürebileceğinin farkına varmak, bu süreçte yerel halkın buradaki yaşamını kolaylaştırıp onlara gündelik hayat pratiklerini yeniden oluşturma imkânı sunacak koşulları sağlamak açısından oldukça önemli. Önemli bir diğer nokta ise, doğal alanların sürdürülebilirliğini riske atacak uygulamalardan kaçınılması. Moloz döküm sahaları ile geçici barınma alanlarının yer seçiminde bilimsel yaklaşımla azami dikkat gösterilmesi gerekiyor. Onarım sürecinde en büyük potansiyel faaliyet alanlarından biri olan tarım alanlarının korunması da bu kapsamda değerlendirilebilir. Antakya denince akla ilk gelen imgelerden olan tarihî yapıların da yerlerinde muhafaza edilmesi gerekiyor. Bu tarihî kent dokusunun bir kültürel miras olduğu düşünülürse bu sadece kente ya da ülkeye değil, tüm dünyaya karşı bir sorumluluk.
Yerelden başlayarak kurulan platformların bugüne kadar görülen başlıca faaliyet alanları Antakya’nın tarihî dokusunun korunması, enkaz kaldırma ve moloz dökme sürecinin düzenlenmesi, yaşam koşullarının barınma alanları, çalışma alanları, sosyal tesisler, eğitim ve sağlık tesisleri, gıda ve su tedariki açısından desteklenmesi ve iyileştirilmesi konularına yoğunlaşıyor. Depremin ilk günlerinden itibaren çok sayıda soruna çözüm üretmek için çaba gösteren sivil toplum bileşenleri, aynı zamanda Antakya’nın yeniden planlanması ve yapılaşmasına da halkın temsiliyeti açısından katkıda bulunuyor. Bunun için gerek Hatay ve Antakya kenti için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülen master plan çalışmalarında, gerekse Antakya’nın kent merkezi için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılmakta olan Koruma Amaçlı İmar Planı çalışmalarında yerel halkın temsil edilmesi, ağırlıklı olarak yerel platformlar, yereldeki meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler üzerinden sağlanmaya çalışılıyor. Depremden hemen sonra kurulan yerel platformlar, faaliyet alanlarını Antakya’nın güncel ihtiyaçlarını tespit ederek geliştiriyor. Büyük bir özveri ve dayanışmayla örülen bu süreçlerin nihai hedefi “Antakya’nın iyileşmesi”; bunun yegâne yolu ise Antakyalıların bu süreçte başrolde olması. Bu ise ancak yerelde faaliyet gösteren platform, girişim, sivil toplum kuruluşu ve halka destek olmayı amaçlayan yapıların “asgari müşterekte buluşması”yla mümkün.
Ülkemizin yaşadığı en büyük ve etkili depremleri, biliminsanlarının deyişiyle yıkıcı bir “deprem fırtınası”nı geride bırakalı yedi ay oldu. Antakya, tarihte tekrar tekrar gördüğümüz üzere, umudun hiçbir zaman tükenmeyeceği bir yer. Bugün buradaki insanlar, Antakya’yı yeniden ayağa kaldırmak için var gücüyle çalışıyor. Antakya’nın havası şu an puslu görünse de hepimiz biliyoruz ki Antakya iyileşecek. Bulutlar kentin eşsiz kültürü ve hoşgörüsü sayesinde usulca aralanacak ve Doğu Akdeniz’in yorgun incisi yeniden parlayacak.