Sanat ve hayat. İki geniş kavram. İki büyük alan. Birbirinin etki alanında olan bu iki kavram, 9 Kasım 2024-13 Temmuz 2025 tarihleri arasında Beral Madra küratörlüğünde Müze Evliyagil’de gerçekleşen Sanat ve Hayat isimli sergide bir araya geliyor. Modern ve postmodern dönemin başlangıcına referans veren sergi, sanatçıların yaşamlarına ve yaşadıkları dönemin dinamiklerine dair bazı bilgileri de eserlerle birlikte izleyicinin tanıklığına sunuyor. Değirmenci ve Evliyagil koleksiyonlarında yer alan 18 sanatçının resimlerinden oluşan seçki, kapsadığı dönem gereği gelenek ve modern kavramlarını merkeze alıyor.
1945-1980 arasını geniş bir ölçekte odağına alan sergide, döneminin önde gelen figüratif ressamlarından Nurullah Berk, Neşet Günal ve Neş’e Erdok’un yanı sıra sürrealizm ve yeni-ekspresyonizmin öncülerinden Mehmet Güleryüz ve Komet, Alaettin Aksoy’un eserleri de yer alıyor. Ayrıca 60'lar ve 70’lerin ekspresyonizminin önde gelen temsilcisi Orhan Peker, eserlerinde geleneksel sanat biçimlerini arayan Ergin İnan, pop-art etkilerini yansıtan ve soyutlamayı temsil eden Burhan Doğançay da sergide izleyicilerle buluşuyor. İllüstratif çizgisel tekniğiyle ürettiği resimlerle politik, ekonomik, kültürel analizler ve eleştiriler yapan Yüksel Arslan, d Grubu üyelerinden Eren Eyüboğlu, kara mizah, grotesk sahneler ve nesnelerle dolu resimleriyle Cihat Burak, geç modernist akımları ilk benimseyenlerden Altan Gürman, Hafriyat’ın kurucusu Hakan Gürsoytrak, Paris’te eğitim alan ve Fernand Léger tarafından yetiştirilen Şükriye Dikmen, çevresindekilerin portrelerini modernizm ile İslam ve Bizans etkilerini harmanlayarak resmeden Fahrelnissa Zeid, figüratif ve neredeyse neo-dışavurumcu resimleriyle erken dönem feminizmi gündeme taşıyan Semiha Berksoy, soyut ve figüratif sanatı bir araya getiren Ömer Uluç gibi sanatçıların eserleri yer alıyor.

Modern ve postmodern dönemin başlangıcına referans veren Sanat ve Hayat sergisinin küratörlüğünü Beral Madra üstleniyor. Nurullah Berk, Neşet Günal ve Neş’e Erdok’un yanı sıra Mehmet Güleryüz, Komet ve Alaettin Aksoy'un eserleri de yer alıyor.
SERGİ: © MÜZE EVLİYAGİL, ANKARA, 2024, FOTOĞRAF: SENA ÖZSOY
Gelenekselin izinden modernizme
Gelenek ile modernizm arasındaki ilişki, kültür imgelerinden kompozisyon geçişlerine, kullanılan renklerden seçilen formlara ve malzemeye kadar farklı odak noktalarını görünür kılıyor. Geleneksel kültürün imgeleri ile modern ve postmodern kültür imgeleri, sanatçıların yorumları ve kullandıkları metaforlarla birbirinden ayrılırken, malzeme seçimleri ve renk kullanımları da bu ayrıma etki ediyor. Geleneğin taşıdığı birtakım hikâye ve imgeler, modern dönemle birlikte yeni anlamlar kazanarak geleneğe bakış etrafında ele alınıyor. Bunu, bir anlamda yapısöküm olarak kavradığımız yerde modern ve postmodern bir açı gelişiyor ve sanatçıların, bir ifade biçimi olarak eserlerine yansıttıkları görülüyor. Bugünün anlamları ve bakışıyla okumaya çalıştığımız Sanat ve Hayat sergisi, izleyiciyi güncel bir tanık olarak gelenek ve modernizm arasındaki eşikte durmaya çağırıyor. Bu eşik hem dönem hem de üslup itibarıyla figüratif-soyut, bireysel-kolektif, zaman-mekân, biçim-içerik gibi kavramların arasındaki pek çok eşiği de beraberinde getiriyor. Dönemin sosyokültürel ve siyasal yapısına da referans veren bu eşikler, kültür sanat alanının gündelik yaşamla iç içe geçen bağlamının temsillerini açıkça gösteriyor.
Hayatın ve sanatın bir araya geliş formu, tarihin akışıyla değişirken, kıtalar ve coğrafyalarda da farklılaşır. Zamanın ve coğrafyanın toplumsal, kültürel, siyasal yapılardaki etkisiyle dönüşen sanat ve hayat kavramları birbirini doğrudan etkiler. Bu etki alanı, sanatçının bir özne olarak yaşadığı tarih, coğrafya ve yaşam deneyimi üzerinden şekillenir. Türkiye’de sosyolojik ve kültürel tarihe baktığımızda, dönemlerin hem kendi içinde hem de birbirlerine yansımalarından söz etmek mümkün olur. Sergide yer alan sanatçıların dünya genelinde ve Türkiye özelinde siyasal ve toplumsal açıdan hızlı ve sert geçişlerin olduğu, sosyolojik değişim ve dönüşümlerin kalıcı izler bıraktığı bir dönemde yaşadıklarını söyleyebiliriz. Bu dönüşüm, toplumsal değişimlerin izlerini taşırken aynı zamanda bireysel hikâyelerin izlerini de derinleştirir. Sergi, bu izlerin görünürlüğünü eserler aracılığıyla sağlarken, izleyici ile sanatçı arasında dönemsel bir karşılaşma da yaratır.
Hayat, bireysel ve kolektif yaşam üzerinden okunduğunda sanatın kolektif ruhuna da bir çağrı yapar. Sanatçının yaşam pratiğinin ve tanıklıklarının yanı sıra atölye dinamiğine dair izler, dönemin yansısı haline gelir. Eserin üretim süreci ve sanatçıların birbirleriyle ilişkileri, atölye pratiğinin izlerini taşır. Bu anlamda modern ve postmodern dönem, kolektif hareketlerin ve sanat inisiyatiflerinin önemli roller üstlendiği bir zaman aralığı olur. Bu hareketler hem sanatsal üretimin kolektif doğasına hem de sosyal ve politik eleştirinin ifade gücüne etki eder. Kolektif hareket, eleştirinin gücünü katlarken, toplumsal belleğin inşasında da önemli bir temsil haline gelir.
Eser ile izleyici arasındaki tarihsel eşik
İfadenin en güçlü temsilcilerinden biri olarak sanat, aktarılanın temsilini kurar. Bu aktarımın içinde yer alan, biçime ve içeriğe dair her şey tıpkı kolektif harekette olduğu gibi toplumsal belleği kurmanın bir başka yolu olur. Bu arşiv formu, eser ve izleyen arasındaki ilişkilenme biçiminin taşıyıcısıdır. Bunu, mağara duvarlarından bugüne kadar farklı yollarla taşımanın yanında çoğaltarak farklı formlara getirdiğini de söyleyebiliriz. Zamanla birlikte değişen ve dönüşen yalnızca sanatın bağlamı ve içeriği değildir, aynı zamanda malzeme ve teknik olanaklar da değişir ve gelişir. Malzemenin, tekniğin ve mekânın olasılığında gelişen ve genişleyen deneyim alanı, izleyici ile eser arasındaki bağlantıyı dönüştürür. Sanatçı, tarih boyunca dünyanın bir çeşit kurgusunu yaratırken izleyiciyi kendi dünyasına davet eden bir konumda durur. Bunu, yaratım sürecini, yaşam içindeki iniş çıkışları ve kendi öz hikâyelerini alımlayıcıyla paylaşmanın anlamsal derinliğini aramaya devam eden bir özne olarak gerçekleştirir.
Bir alımlayıcı olarak izleyicinin konumlandığı yer, eserin sanatçının atölyesinden çıktığı son ânına dairdir. Bu öyle bir andır ki eserin üretim sürecindeki tüm sancıların, sanatçının topluma yansımasında ortaya çıkan izlerin, malzemenin içeriğe getirdiği etkilerin izlerini taşır. Eser, sanatçının yaşamına dair tüm olanakların ve olasılıkların, iyi veya kötü türlü hikâyelerin ve tüm karşılaşmaların yansıtıcısı olur. Hem bireysel hem de toplumsal yaşama dair yansılardır bunlar.
Sanat ve hayatı odağa alan bir zeminde sanatın izleyicisi olmak hayatın da izleyicisi olmak anlamına gelir. Çünkü sanat, hayatın izini bir temsil olarak merkeze alır. Bunu doğrudan ya da dolaylı olarak yapmakla birlikte sanatçının üslup ve malzemesine göre şekillenen bir hikâye örgüsüne sahiptir. Eserle karşılaşma ânı, izleyici, sanatçı ve eserin aynı zeminde kurdukları bir dengeden ibarettir esasında. Bu denge, geriye dönük bir sürecin tezahürü olarak gerçekleşerek, insanın hem estetik hem de varoluşsal bir deneyime açık olma durumuna işaret eder. Karşılaşma ânı, bir keşfin yanı sıra, sanatın ve yaşamın birbirine ayna tuttuğu bir deneyim alanıdır. Zamanın ruhuna ve toplumsal hafızaya katkı veren bu karşılaşma, eserin teknik olarak bitmiş olan ama yaşayan bir belge olduğu gerçeğiyle yüzleştirir.
Eser, izleyiciye kendi zihninin yaratıcı sınırlarını keşfetme alanı yaratır. Aynı coğrafyada farklı dönemden bir eserle karşılaşan izleyici, bu çift yönlü akışta sanatçının tanıklıkları karşısında kendi yaşam deneyimini düşünmeye itilir. Sanatçının yaşadığı dönemin dinamikleri ile izleyicinin tanık olduğu dönemin dinamikleri arasındaki sınır, eser ile izleyici arasındaki konumda bir sorgulama alanı açar. Sanatçı ve izleyici, birbirinden bağımsız ve ayrı yerlerde duran iki özne değil aksine aynı tarihin farklı yerlerinde duran iki figür haline getirir. Dolayısıyla, izleyicinin sanatçının tarihine bakış ânı, aynı zamanda kendi tarihiyle yüzleşme ânıdır.
• Sanat ve Hayat, 13 Temmuz 2025’e kadar Ankara, Müze Evliyagil’de görülebilir.