“Yasaların erkekler tarafından belirlendiği ve kadın davranışlarının erkek bakış açısıyla yargılandığı bir adalet sisteminin hâkim olduğu tamamen erkeksi günümüz modern toplumunda bir kadın asla kendisi olamaz.” Bu sözü günümüzde bir düşünür, hukukçu ya da sosyolog söylemiş olabilirdi rahatlıkla, ne yazık ki çok iyi tarif ediyor yaşadığımız zamanları ama bundan yaklaşık 120 yıl önce hayata veda etmiş Henrik Ibsen’in söylediğini öğrendiğinizde içinizde bir burukluk, ağzınızda acı ama tanıdık bir tat oluşmuyor mu sizin de? Ibsen’in ilk kez 1879’da sahnelenen Nora (Bir Bebek Evi) adlı oyununun odak noktasında işte bu yukarıdaki tespit ve tam olarak da kadının kendisi olma mücadelesi var ve bir kez daha, ne yazık ki kadınlık olgusuna dair sorunların, baskı ve ayrımcılıkların devam etmesinde kafa yoracak şey var. Tuğçe Altuğ tarafından kurulan ve ilk oyun olarak da Nora’yı seçen Tiyatro Circa’yı ilk kez 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde izledikten sonra oyunun başrollerini üstlenen Tuğçe Altuğ ve Deniz Celiloğlu’yla konuştuk.
EMRAH KOLUKISA: Nora’nın sizin bir süredir oynamayı istediğiniz bir oyun olduğunu biliyoruz. Bu oyunda ve özellikle de bu karakterde sizi böylesine çeken neydi?
TUĞÇE ALTUĞ: Evet, bu oyunu yapmayı uzun süredir istiyor ve hayalini kuruyordum. Hem oyun hem rol ilk karşılaştığım günden beri beni kendine çekti. Böyle şeyleri bazen somut bir şekilde o anda dile getiremezsiniz ama içeride bir şeyler harekete geçer, bir şeyler akar. O hikâye sizde yer eder, hatta içinizde hareket eder. Bununla beraber oyunun 2004’te izlediğim [Thomas] Ostermeier versiyonu da somut bir ilk ateşleyici güç oldu sanırım. Hem metin hem reji hem de performans anlamında çarpılmıştım izlediğimde.
Tabii ki şu âna dek yaşanan süreç ve geldiğim nokta itibarıyla bu oyunu yapmamın birçok sebebi var. Bir kadının/insanın kendi hayatını değiştirmek, kendini arama yolculuğuna çıkıp kendini inşa edebilmek ve kendi olabilmek için attığı cesur adım başlı başına heyecanlı, aynı oranda umut ve ilham verici. Verdiği kararın ne kadar cesurca ve dönüştürücü olduğu ve bunun ne kadar özgürleştirici bir adım olması bakımından çok değerli. Ona dayatılan, biçilen rolle, pasif bir biçimde hayatına devam edemeyeceğini fark eden bir kadının harekete geçip kendi olabilme hakkı için çıktığı yolculuk çok anlamlıydı ve beni bu oyunu yapmaya itti. Hikâyenin umut veren, harekete geçen, baş kaldıran, dönüştürücü gücü bu isteğimi uzun süre boyunca körükledi diyebilirim. Tıpkı bu oyunda olduğu gibi hepimiz hayatımızın çeşitli evrelerinde almamız gereken kararlar, yıkmamız gereken korkular, atacağımız cesur adımlarla karşılaşıyoruz. Kadın olarak dayatılan rollere indirgenip, azımsanıp daraltılabiliyoruz. Nora’nın içsel dönüşümü bu bakımdan benim için çok değerli.
Her anlamda bir ölüm ve yeniden doğum hikâyesidir Nora.
Tuğçe Altuğ
Nora’nın çok fazla uyarlaması oldu; her yönetmen de belli bir bakış açısını getiriyor haliyle. Ibsen bile oyuna iki farklı final yazmak zorunda kalmıştı hatta. Siz nasıl bir çalışma yürüttünüz bu konuda?
Nora, dünyada sanıyorum Hamlet’le beraber en çok sahnelenen oyun olabilir. Hatta çok fazla ve erken sinemaya uyarlanmış. Nora’nın evini ve çocuklarını terk etmesi o dönem için kesinlikle kabul edilemez bir durum olduğundan, normal bir bakış açısı olarak görülmediğinden, başka bir son da yazılmış o zamanlar. Oyunu sahnede iki kere çok iyi yönetmenlerin yorumuyla ve çok iyi oyunculardan izleme şansım oldu. Neredeyse 20 yıl arayla izlediğim bu iki versiyonu ayrı ayrı çok sevdim ve iki bakış da birbirinden oldukça farklıydı. İlki dediğim gibi İstanbul Tiyatro Festivali’nde Thomas Ostermeier’in Nora’sıydı. 2023’te ise Jamie Llyod rejisiyle Amy Herzog adaptasyonunu izledim. O yıl, daha bu oyunu izlemeden zaten Nora’yı yapmaya karar vermiştim. Orijinal metni düşünüyordum, nasıl olacak, nasıl yapsak diye... Amy Herzog adaptasyonunu izledikten sonra metnin yalınlığı, akıcılığı ve bakışından çok etkilendim. Herzog’un metnin anlamından bir şey kaybettirmeden yaptığı kadın dokunuşunu, görüşünü çok sevdim.
Kadınlar bir karar veriyorsa bazen gerçekten o kararı vermeden bütün yolları dener, ellerinden geleni yaparlar, baktılar olmuyor, ondan sonra giderler.
Tuğçe Altuğ
Selin’le [Şenköken] proje için çalışmaya başladığımızda o Bergman adaptasyonu üzerine de çalışmak istedi. Bununla beraber birçok farklı kaynak ve adaptasyonlardan beslendik ama temel olarak Bergman, Herzog ve orijinal metin üzerine yoğunlaştık. Herzog’un adaptasyonu bize çok yakın hissettirdi, orijinal metnin hantallığı yoktu, monologlardan çok diyalog üzerinden ilerleyen daha akışkan bir metin vardı, güncel ve yalın dil arayışımızı tatmin etti. Adaptasyon rejiye ve oyunculuklara da doğrudan yansıdı, daha minimal ve doğal, yalın, sofistike bir tarza yaklaştırdı metin bizi. Hatta ne yaparsak yapalım eninde sonunda adaptasyon bizden bunu talep etti diyebilirim. Biz oyunu zamansız bir düzleme oturtmak istedik, konu evrensel ve hâlâ geçerliliğini kuvvetli biçimde koruyor.
Nora nasıl bir kadın sizce? Onu sıkıştıran, dünyasını kuşatan unsurlar neler ve hangi bakımlardan günümüz kadınlarına benziyor?
Nora çok katmanlı, parçalı, bir sürü rengi olan, ona dayatılan hayat ve rol içinde sıkışmış, çocuksu ama aynı zamanda da feminen, uysal görünen, bir yandan olayları kontrol edip idare edebilen, becerikli, ailesini, evinin düzenini ve yapısını canı pahasına korumak için savaşan, fedakâr, mücadeleci, cesur, umutlu, güçlü, proaktif bir karakter. Nora hem düşünen hem de harekete geçen biri; kompleks bir karakter.
Kariyerim hep başka birilerinin kararlarına bağlı gibi hissettim, çözümü bana sunulanda aramayı bıraktım ve Nora bana kendi tiyatromu kurdurdu.
Tuğçe Altuğ
Bu oyun aynı zamanda Nora’nın bir nevi büyüme hikâyesi. Mucizelere inanmayı bıraktığı gün de çocuk kadınlıktan, insan olmaya geçişinin temsiliyeti. Dünyasında sıkıştırıldığı, olduğu gibi olabilmesine olanak tanınmayan, bu sebeple de gerçek ve pek de samimi, ciddi bir ilişki kurulamayan bir ortamı var. Karıkoca kendilerine biçilmiş rolleri oynuyorlar. Ve oyun boyunca esas saklanan ve saklanmak zorunda kalınan şey Nora’nın kendisi aslında; erkeğe biçilen rolden ötürü kadının kendini kamufle etmek durumunda kalması… İçine düştüğü zor durumlar onu, bırakın kendini var etmeyi, kendini yok etmeye kadar götürüyor. Kocasının onu sevdiğine ve onun yanında duracağına emin, kendini buna inandırmış, bu beraberliğe, eşitlik inancına biraz tutunuyor ama sonunda büyük hayal kırıklığına uğruyor.
Her anlamda bir ölüm ve yeniden doğum hikâyesidir Nora. Bu oyunun toplumumuzdaki kadınlar için oldukça tanıdık, birçok katman barındırıyor olduğu yadsınamaz. Bir kere her şeyden evvel sorunlarla baş etme yöntemi, gücü, dönüştürücülüğü, aldığı kararlar ve cesaret bakımından benzer. Hâlâ kadınlar indirgendikleri yerde ataerkil dille, kırılgan erkek egosuyla, ayrımcılıkla başa çıkmak zorunda. Hâlâ hak arayışında. Hâlâ maalesef kadınların olduğu kişi olmayı istemek ve kendi olabilmek mücadelesi kısıtlanıyor. Kadınlar ait hissetmediği rolü oynayabiliyor, düzen bozulmasın diye susabiliyor, kendinden vazgeçebiliyor. Zarar görüyor. Ona sunulan imkânların altında küçültülüp potansiyelini gerçekleştiremiyor. Kadınlara insan gibi davranın, diyor bu oyun, bırakın, kendimizi özgürce var edelim.
İçime sine sine, gereği kadar uğraşılıp, çalışılmış, nitelikli, izlemekten keyif alacağım işler yapmak istiyorum.
Tuğçe Altuğ
Karakterin değişimini yansıtmak adına nasıl bir yol tercih ettiniz ve bu değişim sizce Nora’yı nereye çıkarıyor? Bir kurtuluş? Bir kaçış?
Bunun üzerine epey kafa yorduk. Çok fazla katmanı olan bir rol ve oyun olduğu için Nora’yı final sahnesine taşırken nerede hangi kırılma noktaları var onları belirginleştirdik. Oyundaki bütün parçalar Nora’ya bağlı ve onu değişime taşırken bir yandan da Nora’nın kendi parçalarının dozajını, dengesini çok iyi ayarlamak gerekiyordu.
Tarantella dansı oyunda Nora’nın dönüşümünün en net olarak anlatıldığı yer. Nora karakteri için o kadar doğru bir referans ki, Ibsen’in bu dansı neden seçtiğinden etkileniyorsun dansı öğrendikçe. Göründüğü kadar kolay değil, bedeni ikiye bölüp sonra birleştirmek gibi. Dansın kendisi de tam olarak öyle zaten, alt beden ne kadar yeri tepiyorsa ve üst beden o kadar hiç sorun yokmuş gibi hareket ediyor. Karakterin duygularının bedensel olarak anlatıldığı an, oyunun kısa bir özeti gibi. Bir yanıyla da esrik bir dans. Bütün o sıkışmışlığın ve baskının bedensel olarak ifade edildiği ve Nora’nın artık dayanamayıp kaçınılmaz olarak kontrolü dışında kendini bıraktığı bir yer. Dans onu ele geçiriyor, zehri akıtıp arınması gerek. Kendini ifade ettiği, “vahşileştiği” çok değerli bir an. Uyanışının ve dönüşümünün başladığı, itaatini ve bağımsızlığını aynı anda ifade ettiği hal bu dans. Bu değişim Nora’nın kabuğunu kırıp hayatın gerçeklerine ve bağımsızlığına götürüyor. Asla bir kaçış değil, ayrıca o sistemin içinde yapabileceğini yapıp sonuna kadar denemiş, hayat dolu bir kadın Nora. Sistemin dışında da deneyecek, bir karar verdi; kadınlar bir karar veriyorsa bazen gerçekten o kararı vermeden bütün yolları dener, ellerinden geleni yaparlar, baktılar olmuyor, ondan sonra giderler.
Feminist bakış açısından hareketle tartışırsak Nora’nın feminist bir ikon olduğunu söylemek mümkün mü?
Kadının kapıyı çarpıp çıkması ve kendi ayakları üzerinde durabilmesine odaklanmış ilk tiyatro oyunlarından biri Nora. Bir karar alıp toplumun senden beklediğine karşı bir şey yapmak, eşitlik, hak arayışı ve bir başkaldırı ve özgürleşme, birey olma gibi konuları barındırması bakımından önemli. Sahip olduğu her şeyi bırakıp “olma”ya giden bir kadın. Bu eylemi onu sorgulamaya itiyor. Sürekli çıkış yolu arayan biri. Kadınları üstlenmek durumunda kaldıkları kimliklerden arındırırsak onları birey olarak görmeye başlarız. Nora, mucizeyi dışarıda değil kendi içinde özünü bulma cesaretinde bulduğu için, hayatın gerçeklerine karşı tek başına ayakta durması gerektiğini söylemesi bakımından çok değerli bir karakter.
Bunlarla beraber bu oyunu sahnelerken oyundaki diğer karakterlere de aynı şekilde özenle yaklaştık. Hem kadın hem erkek bu sistemin kurbanı aslında, her iki taraf da ona biçilen rolleri oynuyor. “İki modern bireyin özgürlük, eşitlik ve sevgiye dayalı bir ilişki kurması için ne gereklidir?” Bu anlamda da oldukça feminist bir metin bu.
Günümüz Türkiye’sine ne söylüyor oyun? Günümüz kadınlarına, özellikle de Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında yaşayan kadınlara?
Ben de Türkiye’de yaşayan bir kadın olarak, ataerkil düzende yaşadığım sorunlar dolayısıyla çıkış yolları arayan biriyim. Kendi sektörüm içindeki düzende ataerkil erkeklerin erkek hikâyelerinde –sinema, dizi, tiyatro coğrafyasında– kendimi sıkışmış hissettim. Bizlere dayatılan kalıplar ve sunulan şeyler var, talep edilen belli tercihler ve eğer o çerçeveye girmiyorsan yoksun. Kariyerimi hep başka birilerinin kararlarına bağlı gibi hissettim, çözümü bana sunulanda aramayı bıraktım ve Nora bana kendi tiyatromu kurdurdu. Sektörün birtakım beklentilerinin beni bir kalıba sokması rahatsız ediyordu. Ben de istediğim kadın hikâyelerini kimseye bağlı kalmadan yapmayı istedim. Nora bana günümüz kadını olarak bunu yapmamı söyledi. O da cesur bir karar verip risk aldı ve bunu kendisi için yaptı. Bu üretim bir ihtiyaçtan doğdu. Pasif kalmaktansa kendini gerçekleştirmek ve senin gibi benzer sorunlarla mücadele içindeki insanlara umut ve his vermek önemli diye düşünüyorum.
Oyunu kendi sektörümden izlemeyen, hatta oyun hakkında hiçbir fikri olmayan kadınların oyunda sinir bozukluğuyla güldüğünü, ağladığını, çok iyi bildiğim hisler ve durumlar dediğini gördük. Bu paylaşım bizler için bu oyunun kadınlara çok fazla şey söylediğini anlatıyor.
Tiyatro Circa’nın vizyonundan da bahsedelim biraz. Repertuvardan tutun da sahneleme tercihlerine varana dek nasıl bir tiyatro vardı hayalinizde ve bu hayale gerçekleşti gözüyle bakabiliyor musunuz?
Circa yeni bir oluşum, öncelikli amacı kadın hikâyeleri anlatabilmek ama tabii ki bununla beraber ortak heyecanlarda birleşeceği, yaratıcı, hevesli, özenli, nitelikli, çalışkan, meraklı iyi insanlarla üretmeyi hayal ediyor. Zamansız kalıp keşiflere açık, çok yönlü ve dönüşüme hazır bir yol tutturmak istiyor. Açıkçası ben süreçten ve yolculuktan keyif alan, buna odaklanmayı seven de biriyim. Tiyatro kurayım diye büyük hayallerim yoktu, biraz ihtiyaç, biraz da böyle gelişti her şey. Kendiliğinden homojen kaynaştı parçalar... Disiplinlerarası da gezebiliriz, genç bakış açılarının potansiyelleriyle de heyecanlanabiliriz. Farklı jenerasyonları da bütünleyebiliriz. Kalbimizi heyecanlandıran ve seyircinin de manevi ihtiyaçlarına karşılık ve etkileşim bulabilecek hikâyelerin peşine düşmek güzel bir hedef olabilir. İçime sine sine, gereği kadar uğraşılıp çalışılmış, nitelikli, izlemekten keyif alacağım işler yapmak istiyorum.
“Torvald’ın Bakışı Toplumunun Öğretisinden Şekillenmiş Bir Bakış”
EMRAH KOLUKISA: Torvald aslında hemen her Nora prodüksiyonunda çok önemli bir yeri olan, yorumlama açısından oyuncuya güzel alanlar açan bir rol. Siz Torvald’ı nasıl yorumladınız? Nasıl biri?
DENİZ CELİLOĞLU: Söylediğiniz çok doğru. Hatta tiyatro tarihi içinde de yaratılmış karakterler arasında en iyilerinden biri olduğunu düşünüyorum. Bütün çelişkileri, tepkileri ve duygularıyla çok zengin ve gerçek bir karakter. Ibsen bütün oyunlarında karakter derinliğini çok başarılı kuran bir yazar. Bu karakterleri içine soktuğu ahlaki çatışmalar çok gerçekçi. Torvald bir aile babası. Ailesine bakmak, onların ihtiyaçlarını karşılamak ve evlilik kurumu denen yapıyı kendi bildiği şekilde, toplumsal kurallardan öğrendiği yöntem ve kararlarla ayakta tutmak onun bir çeşit görevi. O da toplumsal cinsiyet rollerinden üstüne düşeni kendince uygulamaya çalışıyor. Ailesini ve kurduğu bu yuvayı tehdit eden bazı olayların içinde buluyor kendini. Karıkoca birbirlerini ve ilişkilerini sınamakla karşı karşıya kalıyorlar. Yaşananlar üzerinden evlilik kurumu, sevgi, fedakârlık, görev, ahlak gibi temalar sorgulanıyor.
Selin’in rejisinde mekân yok, zamansa o kadar üstünde durulan bir belirleyici değil. Fakat diyaloglar ve anlar çok gerçek.
Deniz Celiloğlu
Bu doğrultuda ben de Torvald’ı olabildiğince yakından tanımaya ve anlamaya çalıştım. Torvald metinde ilk bakışta negatif ve nerdeyse kötü bir karakter olarak gözüküyor. Otoriter, karşısındakinin duygularına, isteklerine önem vermeyen kaba biri olarak hissettiriyor kendini. Fakat bu sadece görünen kısmı, ben onun iç dünyasındaki çatışmaları yakalayıp bu görünenin yanına koyarak karakteri daha dengeli kurmaya özen gösterdim. Nora nasıl bir özgürlük arayışında bir kadın temsili ise bu metinde, Torvald da erkeklik sorunsalının bir öznesi ve bu iki karakteri, onların üzerinden de evlilik kurumunu tartışmaya açan bir oyunun her iki tarafı da çok sağlam oluşturulmalıydı. Bunun için de karaktere olabildiğince kendi duygu ve deneyimlerimi de katarak bu derinliği yakalamaya ve onu gösterilebilecek anlar yaratmaya çalıştım. Karakter ne kadar çok insani yönleriyle portre edilirse, o kadar gerçekçi oluyor ve seyirci için karakterlerin içsel ve dışsal çatışmalarını görmek, onlara inanmak kolaylaşıyor.
Karısıyla ilişkisi açısından konuşacak olursak, Torvald’ın Nora’ya yüklediği rol nasıl sizce ve bunu günümüz toplumsal dinamikleri açısından nasıl değerlendirebiliriz? En azından oyunda nasıl değerlendirdiniz, reji ve oyunculuk açısından?
Torvald’ın eşine ve onun kimliğine bakışı, çok da bilinçli seçilmiş olmayan, toplumunun öğretisinden şekillenmiş bir bakış. Bu anlamda kendini gerçekten tanımayan, hayatı kabuller üzerinden gören, pek de olgunlaşmamış bir birey. Kariyer eğitim başarı gibi kriterler bu olgunlaşmayla ilgili olmayan şeyler. Evlilik gibi bir kurumun içinde nasıl eşitlikçi bir ilişki kurulur, üzerinde çaba sarf edilmesi gereken bir konu. Nora’nın sonda bir yerelde söylediği gibi, “İkimiz de o kadar değişelim ki, ilişkimiz gerçek bir ilişki olsun.” Torvald’ın bu ilişki için kendi üstüne düşen çaba ve emekten anladığı şey yalnızca eve para getirmek ve kararları alan güçlü bir adam gibi görünmek. Fakat bir evliliği gerçek bir evlilik yapan değerleri oluşturmakta yetersiz kalmış bir adam. Nora’nın artık özgürleşme arzusunu en net duyduğu an, karıkoca olarak birbirlerini hiç tanımadıklarını, aslında tamamen yabancı olduklarını anladığı an. Günümüz ilişkilerinin kendinde çok fazla ortak nokta bulacağına inandığım bir ilişki bu. Reji olarak da sade bir anlatım biçimi, seyirciyi daha çok oyunculuklara ve metne, ilişkiye odaklıyor.
Gerçekten de oyunun minimalist bir dekor anlayışı var. Sadece iki sandalye ve geri planda yer alan aydınlatma birimleri… Bu tercih, oyuncu olarak sizi rahatlatan bir şey miydi yoksa zorladı mı? Kimi oyuncular karakteri sahnede var ederken dekor, kostüm, aksesuvar gibi unsurlardan faydalanırlar, bunların azlığı sizin için sorun oldu mu?
Bu oyunun dünyası gerçekçi bir biçimde kurulmuş. Yani diyaloglar, sahnelerin ritmi, olay örgüsü zaman ve mekân kullanımı gibi unsurlar anlatıyı destekleyecek şekilde gerçekçi. Selin’in rejisinde mekân yok, zamansa o kadar üstünde durulan bir belirleyici değil. Fakat diyaloglar ve anlar çok gerçek. Oyunculuklar gerçek. İlk başta bu tezata alışmak zor oldu. Sonra gitgide diyaloglara ve duygularla yoğunlaştıkça, sözlerin söylendiği yerin bir önemi kalmamaya başladı. Bu sefer onları nasıl söyleyeceğimizin üstüne daha çok düşünmeye başladık.
Kamera önü oyunculuk mu yoksa sahnede, izleyici önü oyunculuk mu? Sadece birini yapmak gibi bir mecburiyetiniz olsa hangisini tercih ederdiniz? Neden?
Kesinlikle sahnede seyirci önünde oyunculuk. Çok basit bir sebebi var. Çünkü sahnede her şey gerçek, seyirciden aldığınız tepki orada, o anda gerçekleşiyor, dolayısıyla yaşayan bir şeyden bahsediyoruz, o anda var olan yaratılan bir şey. Sinema ise çekim yöntemleri sebebiyle kesintili, parçalı ve çok daha teknik bir süreç. Sinemada kamerayla toplanan binlerce malzemeden daha sonra bir şey yaratmak için yürütülen bir süreç var. Fakat sahnede her şey o anda yeniden yaratılıyor. Oyuncu için deneyim açısından çok büyük bir fark var, sahnede seyircinin karşısında oynamak bana haz veriyor. Sinemada oyuncunun değil, asıl keyfi yönetmenin aldığını düşünürüm. Ama hangi kısmında alır bu keyfi bilemem!
Sahnede her şey gerçek, seyirciden aldığınız tepki orada, o anda gerçekleşiyor, dolayısıyla yaşayan bir şeyden bahsediyoruz, o anda var olan yaratılan bir şey.
Deniz Celiloğlu
Tiyatroda “hayalimdeki rolü” dediğiniz, oynamayı çok istediğiniz rol hangisi (ya da hangileri)?
Hepsini oynuyorum çok şükür. Kariyerim boyunca oynadığım rolleri çok sevdim. Hayalimde bir rol gerçekten yok. Fakat kendim için bir şeyler yazmak istiyorum. Sahne için bir rol. Onun üzerinde çalışırken sanırım daha iyi kavrayacağım oyuncu olarak beni neyin heyecanlandıracağını.
‘Sanata olan desteğimiz sürecek’
Oyuna sponsor olan Pernod Ricard Türkiye’nin Hukuk, Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Zümrüt Yezdani Kedik’e sanat ve sponsorluk konusundaki sorularımızı ilettik.
“Nora”ya ana sponsor olmanızdaki faktörler neler oldu? Oyunda sizi cezbeden noktalar nelerdi?
Zümrüt Yezdani Kedik: 145 yıldır eskimeyen bir klasik eser olan “Nora (Bir Bebek Evi)” gibi derinlikli bir yapıt, insanlık tarihi boyunca değişmeyen bir temayı ele alıyor; bireyin kendini bulma ve toplumsal baskılara karşı durma çabası. Nora’nın hikâyesi, özellikle kadın ve erkek rollerini sorgulayan evrensel bir anlatıya sahip. Renkli ve umut dolu bir karakter olan Nora’nın cesareti, oyunun bizi en çok etkileyen unsurlarından biri oldu.
Pernod Ricard Türkiye olarak, bireylerin kendilerini özgürce ifade edebildikleri ve hayallerinin peşinden koşabildikleri bir dünya hayal ediyoruz. Tiyatro Circa’nın sahneye koyduğu “Nora (Bir Bebek Evi)” de bu vizyonumuzla örtüşüyor. Ayrıca, kültür ve sanatın dönüşüm yaratan gücüne olan inancımız, bu oyuna destek verme kararımızda belirleyici oldu. Kendini sorgulayan ve geleceğini yeniden inşa eden bir kadının hikâyesinin sahneye taşınmasına katkıda bulunmak, içinde yaşadığımız dünyaya anlamlı bir katkı da sunmak demek.
Pernod Ricard Türkiye olarak kültür ve sanata sponsorluklarınız devam edecek mi?
Pernod Ricard Türkiye olarak sanat, kültür ve yaratıcılığın, toplumsal dönüşümde oynadığı rolü önemsiyoruz ve uzun yıllardır sanata ve sanatçıya destek vermeyi sürdürüyoruz. Bu destek, yalnızca ekonomik katkılarla sınırlı değil aynı zamanda topluma ilham verecek projelere ortak olmakla da ilgili. 2 yıl boyunca ana sponsor olarak destek vermekten büyük mutluluk duyduğumuz, Henrik Ibsen’in 19. yüzyılda kaleme aldığı, orta sınıfa mensup bir kadının kendini bulma yolculuğunu anlatan “Nora (Bir Bebek Evi)” oyunu gibi kadınların özgür, eşit ve güvende hissetmelerine ilham verecek bir projede yer aldığımız için mutluyuz. Sanatın evrensel dili, bireylerin kendilerini ifade etmelerine, özgürleşmelerine ve toplumsal önyargılara karşı durmalarına olanak tanır. Bu nedenle kültür ve sanat projelerine olan desteğimiz gelecekte de devam edecek.