16-31 Ekim tarihleri arasında, Tokatlıyan Han’ın teras katında yer tutan, Eda Yiğit küratörlüğündeki Polifonik Bir Bahçe sergisine, serginin kapanmasına saatler kala koşa koşa yetişiyorum. “İstiklal Caddesi’nin orta yeri Tokatlıyan” desek yanlış olmaz. Sergi iki ay da açık kalacak olsa muhtemelen yine son günde ziyaret edecek olmama rağmen iki haftanın kısalığına hayıflanırken hesapladım: Metrodan Şişhane’de de insem Taksim’de de insem yaklaşık 10 dakika yürüyeceğim...
Kendimi bildim bileli gözlüklü olduğumdan mı yoksa tipografisinin etkileyiciliğinden mi bilmem, Tokatlıyan benim için halen gözlük tamiri yapmaya devam eden Şifa Gözlük’ün bulunduğu han. Kostüm giydirilmiş plastik çocuk mankenlerin “Katil Bebek Chucky” ürpertisi yarattığı giriş katından, serginin yer aldığı beşinci kata asansörle değil de merdivenlerden çıkma kararımın doğruluğu her adımda kendini hissettiriyor. Muhasebecilerin, avukatların, çeşitli yazıhanelerin, dernek odalarının, özellikle ikinci kata konuşlanmış sanatçı atölyelerinin arasından süzülüp düzenleniş biçimleri sergiye dahil olmamak için fazla eklektik koridorlardan geçiyorum. Gündelik hayatın kendiliğinden sanata dönüştüğü bu tarihî mekânda terasa yürüyerek tırmanış, hem binanın belleğine hem serginin kavramsal çerçevesinin kuruluşuna hem de sergide işleri yer alan ve bazıları handa atölye sahibi olan 11 sanatçının mekânla ilişkilenerek üretme biçimlerine dair sayısız ipucu sunuyor.
Kendine ait bir han odasından kolektif üretime
1871 yılında inşa edilip bir yangınla kül olana dek sekiz yıl tiyatro olarak kullanılmış olsa da, kent belleğine modern otelciliğin sembollerinden biri olarak kazınmış Tokatlıyan. Mimar Alexandre Vallaury tarafından yapılıp 1897 yılında hizmet vermeye başlayan otel, daha sonra meşhur Tarabya Oteli’ni de açacak sahibi Mıgırdiç Tokatlıyan’ın adıyla anılıyor. 1944 yılında otel, sahip değiştirerek Konak adını alıyor. Mülkiyeti Üç Horan Ermeni Kilisesi Vakfı’na ait otelin bugün kullanıldığı haliyle bir iş hanına dönüşmesiyse 1958’de gerçekleşiyor. Entelektüellerin ve siyasetçilerin uğrak yeri, lokantasıyla meşhur, bizzat Tokatlıyan Han’da gerçekleşen “Buluştur Beyoğlu” konuşma dizisinde tiyatro tarihi araştırmacısı Boğos Çalgıcıoğlu’nun dediği gibi Tokatlıyan, “camekânının önünde oturmanın ‘olay’ olduğu” lüks bir otelden, önce canlı bir iş hanına, sonra da varlığını giderek görkeminden yitirerek sürdüren, köhneleşen bir yapıya dönüşüyor. Bu yapının kiracılarıysa son iki seneye kadar pek az değişiyor.
Polifonik Bir Bahçe sergisinin küratörü Eda Yiğit, 2022 yılında handa bir oda kiralamış. Aslında Eda Yiğit handa bir oda kiralamadan çok önce, hanın Eda Yiğit’in zihninde geniş bir oda tuttuğunu Yiğit’in tüm yazılarından, Argonotlar, K24 gibi mecralara verdiği söyleşilerden çıkarmak mümkün. 2012’de bir sözlü tarih çalışması için buraya adımını atmasıyla başlayan süreç, yıllar içinde Beyoğlu’na her gidişinde, kendi deyimiyle “hanı bir hayalet gibi dolaşma ritüeli” geliştirmesiyle devam etmiş ve Tokatlıyan’da kendine ait bir oda bulma hayalinin 2022 Ağustos’unda gerçekleşmesi, bugün 50’ye yakın sanatçının atölyesinin bulunduğu hanın kolektif bir üretim sahasına dönüşmesinin de ilk adımlarından biri olmuş. Yazının girişinde Polifonik Bir Bahçe sergisinin Tokatlıyan Han’ın terasında “yer aldığını” değil de “yer tuttuğunu” söylemem tesadüf değil. “Kalıntı mekânda yuva yapmak oraya yerleşmek değil, içinde yer tutmaktır,” diyor küratör metninde Eda Yiğit. “Aynı mekâna geçmişte yuva yapanların bıraktıkları tortulara dikkat kesilmek, renkleri çözümlemek, tuhaflıkları sezmek ve zamanın ihtişamını duyumsamaktır.” Burada sanatçıların kolektif varlığı, geçmişe duydukları merakla birlikte alternatif bir tarih yazımına dönüşüyor Yiğit’e göre. Sergide yer alan 11 sanatçının işlerinin tümü mekânla, yapının tarihiyle, biriktirdikleriyle çoğu zaman sesli bir diyalog halinde.
Ses enstalasyonlarıyla tanınan, şehrin türlü çeşit atığını sese dönüştüren Tophane Noise Band’in üyelerinden Serkan Aka’nın, hanın bir odasında kendi kendilerine tıkırdayan boş sandalyeleri, başka bir köşede sensörlü bir elektronik aksam sayesinde, içlerindeki kaşıkların yine kendi kendilerine, olmayan bir çayı karıştırdıkları buluntu bardakları, hanın zamansız sesini Tokatlıyan’ın teras katına yayıyor. Aka’nın sergideki üçüncü işi “Buralarda Bir Yerde” ise, yere serili kırık tabak çanakların üzerinde gezinen nesnelerin çıkardığı rasgele seslerle, hanın otel olduğu zamanların müziğini bugüne çağırıyor. Hanı mesken tutan müzik grubu Vomank’ın üyesi Ari Hergel, hanın müziğini hayal ederek bestelediği ve burada canlı kaydettiği “Pera’ya Açık Pencere”yle Beyoğlu ve Çiçek Pasajı’nın vazgeçilmezi Akordeoncu Kadın olarak da tanınan Madam Anahit’i de anmayı ihmal etmiyor. Bu anlamda bir ruh çağırma seansı değil de, ruhların bizi çağırması gibi bu sergi. Yine “Buluştur Beyoğlu” konuşma dizisinde sunum yapan müzisyen ve sosyolog Miray Eslek’in konuşmasının başlığında olduğu gibi, Beyoğlu’nun ses ve gürültüleri “şimdide düşleniyor”. Yapının dünüyle şimdisi iç içe geçiyor ve bu çarpışmadan adeta yeni bir zaman doğuyor. Kendinizi geçmişle bugün arasında bir arafta hissettiğiniz noktadaysa Tokatlıyan’ın hemen karşı terasında bulunan Espressolab kahve zinciri, büyübozucu bir yer ve zaman hatırlatıcısı olarak gözlerinizi yakalıyor.
Polifonik Bir Bahçe’de Tokatlıyan’ın mimari özellikleriyle doğrudan bağ kuran dört iş var. Bunlardan birinde Kirkor Dabanyan, binanın orijinalinde yer alan fakat daha sonra kaldırılarak yerine iki kat daha inşa edilen kubbeyi, tel ve alüminyum folyolarla hanın bir odasında yeniden kuruyor. Bilal İmren hazırladığı timelapse videoyla, yapının mimarı Alexandre Vallaury’nin ruhunu, güneşin doğuşuyla birlikte handa hareket eden ışığın peşinden giderek yakalamaya çalışıyor. Mine Kemertaş ise hanın izdüşümünü bir yapboz gibi kurgulamanın yanı sıra, gri kapıların altından sızan ışıkla handaki yaşama gönderme yapıyor. Aslında sergide yer alan sanatçıların hemen hepsi handa buldukları nesne ve malzemelerle çalıştıklarından Polifonik Bir Bahçe’yi Tokatlıyan’da, Tokatlıyan’a dair bir sergi olarak tanımlamak da mümkün. İlhan Sayın, teras katında bulduğu gazete kâğıtlarından yaptığı “Haberci” kuşuyla, hanın değişmez sakinleri kuşların varlığını hatırlatıyor. Özge Akdeniz pencerelerden sarkan, odaları saran resimleriyle sergiye ilham ve ismini veren han bahçesiyle buluşuyor. Hanın eski su deposunun bulunduğu yere kurduğu su damlatan pet şişeleriyle de suyun tahrip edici gücünü gösteriyor. Şafak Kocaoğlu’nun fosilleşmiş tozdan nesneleri ve Orçun Beslen’in dökülen boya parçalarını toplayıp birleştirerek adeta yeniden dokuduğu oda zeminiyse on yılların dönüştürücü etkisini bir bakışta duyumsanır kılıyor.
Bitmeyen bir sergi, bir oluş olarak Tokatlıyan Han
Polifonik Bir Bahçe sergisi bir fiil olsa yakın geçmiş zamanda çekilirdi. Tam karşılığı olmasa da İngilizceden Türkçeye “yakın geçmiş zaman” olarak çevrilen ve geçmişte başlayan bir eylemin etkilerinin halen sürdüğü durumları ifade etmek için kullanılan “present perfect tense”de. Funda Susamoğlu’nun 2019 tarihli işi “Uykusuz”da buluntu bir yastığın üzerine kâbus gibi çökmüş seramik külçe, iç sese dönüşüp bizi uyutmayan geçmişimizi, yüzleşememenin sonuçlarıyla her gün kahrolmaya devam ettiğimiz olayların her gece böğrümüze oturuşunu hatırlatıyor bana.
İlhan Sayın’ın duvara kazıdığı devrilmiş bir arabayla anımsattığı 6-7 Eylül Olayları, çapraz odada LÜTFÜ’nün çok etkileyici bir çalışmasıyla vuruyor ziyaretçiyi. “Uyuyamadım, uyuyamadık, kimse uyuyamadı. Uyuyabildiğimde ise uyanmak istemedim, uyanamadım. Yorganın altına sığınıp kaldık, çıkamadık bu uykusuzluktan. İstanbul’un sokaklarında yankılanan sesler, vitrinlerin kırılışı, demir kapıların açılışı geceyi doldurmuştu.” Bu künye metniyle sunulan “6-7” isimli işte, boydan boya Amerikan bezi serili bir odada, bezin altındaki görmediğiniz seramikleri eze eze yürümek zorunda kalıyorsunuz. Utanarak, çaresizce... 2017’de !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali kapsamında deneyimlediğim, izleyiciyi olaylar yaşanırken Ermeni bir fotoğrafçının stüdyosunda konumlandıran “Eylül 1955” (Çağrı Hakan Zaman, Nil Tuzcu ve Deniz Tortum) isimli sanal gerçeklik çalışmasını hatırlıyorum. “6-7”yle, deneyimin sanallıkla özdeşleştiği bir dönemde bizi orada olma deneyimine, deneyimi de mekânsal bağlamına geri döndürüyor LÜTFÜ.
İçinde yaşayan veya burası için üreten sanatçıların mekânla organik bağlar kurduğu, avlusunda bir bahçe yeşerttiği Tokatlıyan Han, yalnızca bir sergileme alanı, bir galeri olarak kullanılan terk edilmiş tarihî yapılardan çok farklı bir görünüm sunuyor ziyaretçisine. Bilet, güvenlik, odalarda görevli yok. Nöbetçi sanatçılar, ziyaretçilere sergi turu yaptıran ve bazılarının hikâyesiyle serginin Hafıza Odası’nda karşılaşabileceğiniz han çalışanları var. Koşa koşa yetiştiğim, süresinin kısalığına hayıflandığım sergiden yavaş yavaş, tanık olduğum şeyin bir sergiden çok, bir oluş olduğunu fark ederek çıkıyorum. Açık kapı etkinliklerinin, konuşma dizilerinin de gösterdiği gibi sergi biten değil, gündelik hayatta nefes almaya devam eden bir şey bu handa. Üstelik parçası olmak için içeri adımınızı atmanız yetiyor.
• Tokatlıyan Han’ın sanat gündemi @tokatliyanhanartist hesabından takip edilebilir.