20. yüzyıl modasının en önemli teması sorulsaydı cevap muhtemelen giyim üzerindeki etkinin finansal sermayesi olan kişilerden kültürel sermayesi olan kişilere kayması olurdu. Bu değişim, insanların artık kıyafet seçerken yalnızca aristokratları örnek almadığı, aynı zamanda isyankâr rock’çılar, mavi yakalı işçiler, çeşitli karşı kültür gençlik gruplarının üyeleri, müzisyenler ve sanatçılardan da ilham aldığı anlamına geliyor.
Bu bağlamda, bir tarzı taklit etmek artık daha zor. Üst sınıfın giyim alışkanlıkları ve tercihlerini renkler, kesimler ve kumaşlara göre ayrıştırabiliriz; bunun nedeni kısmen, hepsinin kıyafetlerini aynı terzilerden satın alması ve zaman, mekân ve duruma göre seçmesi. Oysa yaratıcı sınıfın düsturu kuralları yıkmak. Ayrıca çoğu sanatçıda “göz” dediğimiz o gizemli özelliği görmek de mümkün. Tarzlarıyla hâlâ ilham veren bu sanatçıların moda tercihlerini bu denli cazip kılan unsursa yazarlar tarafından araştırılmaya devam ediyor. Biz de, estetik anlayışı gardırobuna da yansıyan 10 sanatçıyı derledik.
1. Andy Warhol
Klasik Amerikan tarzı terzilik, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerilemeye başladı çünkü yönetici sınıfla fazla yakın ilişkileri vardı ve kimse Watergate’i savunuyormuş gibi görünmek istemiyordu. Buna rağmen Andy Warhol çoğu zaman Brooks Brothers mağazasından yeni çıkmış gibi görünürdü. Kıyafetleri genellikle omuz kısmı doğal, biri gizli üç düğmeli gofre kumaş takım, lacivert ceket, kırmızı papyon ve çapraz çizgili dörtlü düğümle bağlanmış kravat, Cartier Tank saatini tamamlayan IVY tarzı iki düğmeli ceket manşeti ve Oxford kumaştan düğmeli gömlek üzerine üst sınıfa özgü L.L.Bean dayanıklı paltolardan oluşuyordu. Yeteneği ve kişiliğinden mi, sıra dışı giyim tarzından mı bilinmez ama Warhol’un bu kıyafetlerle her zaman havalı göründüğü kesindi.
2. Duncan Hannah
Brooklyn’deki dairesinde oturan Duncan Hannah bir röportajında lacivert Yale aplike kazak, ham kot pantolon ve kahverengi deri mokasenleriyle görüntülendi. Röportajda, “Ben temelde avangardı görmezden geldim,” demişti. Bu cümlesiyle resimlerini kastetse de, aslında aynısı gardırobu için de söylenebilirdi. Çocuksu yakışıklı sanatçı, giyim tarzıyla acı içindeki tipik bir New York’lu ressamdan ziyade, John Cheever veya Louis Auchincloss’un kitaplarında rastlanan aristokrat Amerikalıları andırıyordu. Hannah karşı kültür çevresinden olmasına rağmen, yüzyıl ortası Amerikan yönetici sınıfına fazlasıyla benziyor ve bunu ironi olsun diye yapmıyordu.
3. Georges Braque
Alman sanat simsarı Daniel-Henry Kahnweiler, Georges Braque’ı “mütevazı bir züppe” olarak tanımlıyordu. Sanatçıyı hatırlarken, “Daha önce benzerini hiç görmediğim, tamamen kendine has kesimli son derece basit mavi takımlar giyerdi,” demişti. Bu takımlar Fransız iş kıyafetleriyle İngiliz tarzı terziliğin karışımı gibiydi. Altlarında bir yapı olmayan işlevsel malzemelerden yapılmış bu kıyafetleri Fransız işçilerin fabrikalarda giydiği iş tulumları gibi dökümlüydü. Sanatçılarla işçilerin işleri aynı olmayabilir ama Braque işçilerden ilham alarak işlevsel bir şeyi yaratıcı bir dışavuruma dönüştürmeyi başarmıştı.
4. Georgia O’Keeffe
Georgia O’Keeffe’in gardırobu şık ve sadeydi. Türk tipi kumaş pantolonlar, Japon tarzı önden sarmalı kıyafetler ve rahibelerinkine benzer elbiseler giyerdi; neredeyse her zaman siyahlar içindeydi. Siyah pantolon takımları için New York’taki Kniže ve yere kadar uzanan pardösüleri için Hong Kong’daki K.C. Chang gibi özel terzilerle çalışırdı. Hatta kıyafetlerini kendi diker, bazen imzası haline gelen geniş kenarlı şapkalarla tamamladığı, uçuşan kurdelelerle süslenmiş siyah-beyaz elbiselerle görülürdü. O’Keeffe özgün giyinmeyi tercih etse de, illaki insanları şaşırtmak gibi bir derdi yoktu. Bu yüzden renkler ve detayları bir kenara bırakıp kıyafetin en önemli parçası olarak gördüğü siluete odaklandı.
5. David Hockney
Kişinin, kıyafetlerinden daha ilginç olması giyimde ayrıksılığı daha da öne çıkarır. David Hockney’nin giyim kurallarına küçümsemeyle yaklaşmasının nedeni belki de budur. Sanatçı en az resimleri kadar kaotik kıyafetleriyle de meşhur. Bilinen tarzlarla cesurca oynayarak özel dikim takımları sweatshirt ve spor ayakkabılarla tamamladı ve bu kombin nihayetinde moda klişesi haline geldi. Hockney beyaza çalan dağınık sarı saçlarının altında genellikle kalın çerçeveli gözlük, gevşek örgülü kravat ve bazen uyumlu, bazen de uyumsuz renkli çoraplarla görülürdü. Savile Row’daki bir terzi bir zamanlar Hockney’ye bu mükemmel dağınık görünüşe nasıl ulaştığını sormuş, Hockney ise şöyle cevaplamıştı: “Askı kullanmıyorum.”
6. Alberto Giacometti
Alberto Giacometti, 1950’li yılların Paris’inde dirseklerine kadar kile batmışken bile hâlâ özel dikim kıyafetler giyen birkaç sanatçıdan biriydi. Çoğu zaman bir tür boyun bağı takar, kravat olmasa bile en azından şık bir şekilde bağladığı küçük fularlarla görüntülenirdi. Biyografisini yazan James Lord’a göre, sanatçının giyim tarzı “erkek saygınlığını yansıtıyor” fakat hep bol kesimli ve yıpranmış, asla fazla ütülenmemiş veya süslenmemiş kıyafetlerden oluşuyordu. Kıyafetlerinin yıllanmış narinliği burjuva gibi görünmesini engelliyordu. Lord kitabında, “Alberto’nun giyim tarzı kişiliğinin öyle büyük bir parçasıydı ki adeta kıyafetten ziyade ruh hali gibi görünüyordu,” diye yazmıştı. Bilinçli bir şekilde bakımsız görünen tarzı görenlere onun hâlâ sanatçı olduğunu hatırlatıyordu.
7. Pablo Picasso
İngiliz terziliğine ne kadar aşina olsa da, Pablo Picasso’nun en şık göründüğü zamanlar evinde, gözlerden uzak geçirdiği zamanlardı. Akdeniz ikliminin sıcağıyla başa çıkmak için çoğunlukla bol kesimli gündelik kıyafetleri tercih ediyordu. Kalın çizgili Breton tarzı kazakla birlikte kahverengi ekose bukle kumaştan pantolon, kiraz kırmızısı havlu kumaştan polo ve espadril, buruşuk beyaz keten gömlekle birlikte kısa şortlar giyerdi. Bir zamanlar, “Bir resmi anlatmaya çalışanlar çoğu zaman yanlış yoldadır,” demişti. Onun tarzı, giyimde yapılabilecek en önemli şeyin kuralları ezberlemek değil, gözlerinizi eğitmek olduğunun kanıtıydı.
8. Jean-Michel Basquiat
Şıklık belki de kalıtsal olabilir; Jean-Michel Basquiat da bunu kanında taşıyanlardan biriydi. Babası Gérard her zaman kusursuz giyinirdi fakat ilişkileri sorunluydu; sanatçı belki de bu yüzden kendi kimliğini yarattı ve babasının muhafazakâr duyarlılığı yansıtan giyim tarzını benimsemedi. Ancak buna rağmen ailesinin şıklık anlayışından kurtulamadı. Jean-Michel yürürken hışırdayan göz alıcı diz boyu paltolar, kaygısızca düğmelerini yanlış iliklediği bol kruvaze ceketli takımlar ve kırmızı ekose pantolonlarla tamamladığı çiçek desenli kazaklar giyerdi. Tıpkı graffitileri gibi kıyafetleri de kusursuzdu ama aynı zamanda geçicilik hissi veriyordu.
9. Njideka Akunyili Crosby
Sanatçılar genellikle kendilerini kurallara bağlı burjuvaziden ayıran bir giyim tarzını tercih eder. Njideka Akunyili Crosby’nin kişisel estetik anlayışıysa tam tersine karşı kültürü değil, şıklığı yansıtıyor. Sanatçı sıklıkla kısa siyah entariler, yere kadar uzanan elbiseler ve memleketi Nijerya’yı anımsatan desenleri tercih ediyor. Resimlerinde olduğu gibi kıyafetlerinde de çoğu zaman çokkültürlü anlam katmanları göze çarpıyor; Crosby bir röportajına kocasının tişörtü, kot pantolon ve geleneksel Nijerya tarzında başına sardığı ipek eşarpla katıldı. Sanatçı bu tarzıyla, basit aksesuvarların gözleri kişinin yüzüne çekerek kıyafeti değil, giyeni odak noktası haline getirebileceğini kanıtlıyor.
10. Frida Kahlo
Saçlarını arkadan toplayıp üç parçalı erkek takımı giyerek o dönemde halen tartışmalı olan çift cinsiyetli görünümüyle katıldığı 1927 tarihli aile fotoğrafı düşünüldüğünde, Frida Kahlo’nun kıyafetlerin ardındaki göstergebilimle ilgilenmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Sanatçı hayatının büyük kısmında Meksika ve Guatemala’dan temin ettiği yerel kıyafetleri tercih etti; Rebozo’ları (şal), kare kesimli huipil bluzları ve el yapımı dantelle süslenmiş geniş enagua etekleri Meksika’nın anaerkil Tehuantepec halkına saygı duruşu niteliğindeydi. Kahlo kıyafetleriyle kimliğini ifade ediyor, siyasi görüşlerini yansıtıyor, engellerini güzelleştiriyordu. Tıpkı tuval üzerinde kullandığı boyalar gibi kıyafetlerini de bir şaheser yaratmak için kullandı; bu şaheser ta kendisiydi.