İzmir’deki Arkas Sanat Merkezi’nde Serralves Vakfı, Porto Belediyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi destekleriyle düzenlenen Joan Miró: İmge, Metin, Gösterge, son yılların en etkili sergisi. Sanat tarihçisi ve akademisyen Robert Lubar Messeri küratörlüğünde hazırlanan sergi Miró’nun 1924-1981 arasında ürettiği, Portekiz Devleti Çağdaş Sanat Koleksiyonu’na ait çizimleri, resimleri, kolajları, heykel ve dokumalarıyla hem Miró’nun dünyasına hem de Miró’nun çağına yolculuk etme fırsatı sunuyor. Üstelik 60yıllık kariyerini kapsamlı bir biçimde ele alarak sanatçının doğuşuna, modern sanatta açılım yapan öncü varlığına şahitlik etmeyi sağlayacak detaylı, ince ince işlenmiş bir sunumla.
2004-2006 arasında Banco Português de Negociós (BNP) tarafından bir Japon koleksiyonerden satın alınarak elde edilen bu koleksiyonun ilginç bir öyküsü var. 2008 yılında banka ciddi ekonomik zorluklar yaşayınca koleksiyonu açık artırmayla satma girişiminde bulunuyor. Sanatseverlerin buna itiraz etmesiyle müzayede önce erteleniyor, sonra iptal ediliyor ve koleksiyon, Portekiz devleti tarafından kamulaştırılarak Porto’daki Serralves Müzesi’ne emanet ediliyor. Böylece Miró’nun bu koleksiyondaki eserleri dağılmadan bir bütün olarak Portekiz’de kalıyor. Bu bütünlük, Miró’nun mirası açısından ayrı bir öneme sahip ve şu an İzmir’e gelen koleksiyon, belki de dünyayı dolaşarak sanatın tüm insanlığa hizmet etmesi için paylaşılan bir sergi olarak kimlik kazanacak.
Sergi programı, Katalan sanatçının 20’liyılların ilk yarısında geliştirmeye başladığı, 80’liyıllara uzanan üslubunun hikâyesini belgelediği gibi, Miró’nun nasıl çalıştığını, araştırmacı ruhunu, malzemeyi zorlayarak yansıttığı dünyayı nasıl dışa vurduğunu ve toplumsal siyasal süreçlerin yaratıcılığı üzerindeki etkilerini canlandırmasını ortaya koyuyor.
Savaşın gölgesinde renkler ve imgeler
Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım, savaş ortamı, kentleşme, endüstrinin oluşturduğu yeni dünya düzeni, sanatın üretim biçimlerinde geleneksel yaklaşımlardan farklı, yeni arayışlar ve ifade biçimlerinin doğmasına neden olmuştur. Böylece sanat tarihi dilinde kübizm, ekspresyonizm, fütürizm, vortisizm, konstrüktivizm gibi isimlerle sınıflandırılan modern akımlar, bu yeni hareketlerin ayak izlerini ortaya koymaya başlıyor. Arayış, geleneksel kurallardan sıyrılan yeni öğretilere yöneliyor. Savaşı takip eden yıllarda ise özellikle dadaizm ve sürrealizm, yeni dünya düzeninin sanattaki anlatısı ve yeni dilleri haline geliyor. Tüm bu hareketler zaman içinde farklı iklimlerde ortaya çıkan yeni akımların da öncüleri oluyor.
Bu kronolojik düzlemde sanatçıların çok daha aktif rol üstlenmeleri, üretimlerinde ise teknoloji ve makine dünyasının sağladığı geniş etki alanıyla malzeme ve teknik zenginliklerini kullanmaları dikkat çekici. Ayrıca izleyicinin olan bitene yönelik pasif izlenimden kurtulup aktifleşmesi de önemli bir gelişme.
Sanatçılar kendilerini var edecek bir ortamda yer almak zorunda kalmış, onları destekleyen burjuva konforunu reddederek kendi iradelerine ve aktarmak istediklerine yönelik üretimler yapabilmenin yollarını aramışlardır. Dolayısıyla ayakta kalabilmek ve kendilerini tamamlayabilmek için dinamik bir ortamda izleyiciyle etkileşimli bir ilişki sağlamak zorunluluğuyla karşı karşıya kalmışlardır.
Bu süreçte yer alan Miró, sürrealizmin sınırlarını aşan sanat üretimleri, fovizm ve soyutlama alanlarına da girerek çok yönlülüğü ve kategorilere sığmayan üslubuyla dikkat çeken bir sanatçı olarak öne çıkıyor. Miró, geleneksel sanatsal normlara meydan okuyan, çağdaş sanatın şekillenmesinde önemli bir rol oynayan, keşif ve deney için yollar açan kendine özgü bir değer olarak tanımlanabilir.
Miró, uzun yaşamına iki dünya savaşı, İspanya İçsavaşı ve bu dönemlerin getirdiği radikal dünya değişimlerini sığdırmış bir sanatçı. 1893 yılında liman kenti Barselona’da doğan sanatçının çalışmalarında deniz, güneş, ay ve yıldızların etkisinin o güzel sahil kasabasından esinlenerek şekillendiğini düşünmek mümkün. Babası saatçi, annesi kuyumcu olan Miró, bu sayede evde küçük yaşlardan itibaren çeşitli sanat teknikleriyle tanışıyor. Sanat okuluna gitmenin yanı sıra işletme eğitimi de alıyor ve genç yaşta çalışma hayatına kâtip olarak başlıyor. Bu yıllarda tifo hastalığıyla ciddi bir mücadelenin üstesinden geliyor. Aynı yıllarda iş dünyasını tamamen terk ederek tüm hayatını resme adıyor. Miró’nun erken dönem sanatı, Vincent van Gogh ve Paul Cézanne’ın eserlerinden izler taşır ve sanat bilimciler bu dönemi “Katalan fovist dönemi” olarak tanımlar.
1920’lerde Sigmund Freud’un yazılarından etkilenen sürrealizm adlı edebî, entelektüel ve sanatsal hareketten etkilenen sanatçı, rasyonel düşüncenin kısıtlamalarına karşı durup devrim arayışına giriyor. Marksist ideolojiyi benimseyen Miróve daha sonra birçok ünlü sürrealist sanatçı, Che Guevara gibi 20. yüzyılın karşı kültür sembollerinden biri haline geliyorlar.
1928’de Paris’te Max Ernst’le birlikte, Salvador Dalí ve Rene Magritte’in de dahil olduğu ünlü sürrealist ressamlarla bir sergi açıyorlar. Sürrealizm, çalışmalarında birçok etki yaratmasına rağmen, Miró kendi kişisel tarzını yaratır. Kaligrafik unsurlar Mirò’nun en karakteristik özelliklerinden biri olarak gelişir. Önceki çalışmalarındaki dinamik ve büyülü his bu yolla dramatik bir karakter kazanır. Bunlar, sanatçının ailesiyle birlikte Paris’e taşınmasına ve 1940 yılına kadar orada kalmasına neden olan savaş nedeniyle yaşadığı sıkıntıyı ortaya koyan etkileyici sürecin dilidir.
İspanya İçsavaşı sırasında düzenlenen Paris Dünya Fuarı’nda yer alan İspanya Pavyonu’nda duvar resmi yapmakla görevlendirilen Miró, Picasso’nun “Guernica”’yı yaptığı dönemde, “El segador” (Orakçı) adlı bir duvar resmi yapar. Ertesi yıl kaybolan bu eserden, günümüze sadece siyah-beyaz fotoğrafları kalır. Elinde orak tutan güçlü bir figürün betimlendiği bu yarı-soyut çalışma, Miró’nun Cumhuriyetçi rejime destek olduğunu gösterir.
İspanya İçsavaşı sırasında kurulan İspanyol Cumhuriyetçi hükümeti tarafından finanse edilen bu pavyonda, fuarın genel teması olan teknoloji tercih edilmemiş, İspanya hükümetinin varlığını sürdürme çabası işlenmişti. Pavyonun girişinde Cumhuriyetçi askerlerin devasa bir fotoğrafıyla birlikte asılan yazı şöyleydi:
İspanya’nın vazgeçilmez birliği için savaşıyoruz.
İspanyol toprağının bütünlüğü için savaşıyoruz.
Ülkemizin bağımsızlığı için ve
İspanyol halkının kendi kaderini belirleme hakkı için savaşıyoruz.
Joan Miró, bilinçdışının işleyişini rüya gibi ve fantastik imgelerle ifade etmeye çalışarak, sıra dışı ve çarpıtılmış figürler, yüzen nesneler ve canlı renklerden oluşan bir dünyayı paylaşır izleyiciyle. Yaşadığı dönemin savaşları, direnişleri onun iç dünyasındaki tepkilerle şekillenen bu kendine has yaratımlarında, dünya tarihindeki çatışmaların adeta bir özeti gibi karşımıza çıkar.
Dökülen renkler, kesilen, yırtılan, asılan tuvaller
Sergi bir koridor boyunca Miró’nun yaşam öyküsünü ve dünyada bıraktığı izleri anlatan fotoğraflarla desteklenmiş bir anlatıyla başlıyor. Bu koridor, koleksiyonu anlamak ve Miró’yu tanımak için kıymetli bir odak oluşturuyor. Koridorun dar kenarında 1944 yılında yaptığı “Mulher ne Noite” (Gecedeki Kadın, 1944) tablosu izleyicilere etkili bir karşılama yapıyor. Tuval üzerine yağlıboya teknikle yapılan eser, kadın ve gece temalı çalışmalarından ayrılan bir örnek.
Sergide sanatçının erken örneklerinden biri “La Fornarina (D’après Raphaël)” (Fornarina [Raffaello’dan Sonra], 1929) adını taşıyor. İtalyan Rönesans ustası Raffaello’nun Romalı sevgilisi Fornarina’yı (bir fırıncının kızı Margarita Luti) esin perisi olarak tasvir ettiği, onu oryantal tarzda bir örtüyle ve çıplak resmettiği ünlü tabloyla aynı adı taşıyan bu eser, “Raffaello’dan sonra” vurgusuyla sanat dünyasında önemli bir yer ediniyor. İzleyicinin bu tabloyla karşılaşması, aradan geçen zamanın sanattaki metamorfozunu ve klasik resmin doktrinlerine karşı çıkan tavrı gözler önüne seriyor. Raffaello’nun akşamüzeri bir ağacın önünde, ışığın önden vurduğu figürü bu kez Miró’nun tuvalindeki yeşil fonla, ağacı, kadının memelerini, örtüsünü, küçük kırmızı lekelerle ışığı nasıl imgelediğini görmek heyecan verici. Figürün gözünün balık simgesi ve ifadesi, başındaki örtü üzerindeki boynuzu betimleyen imgeler ise ezber bozan ve yeni motivasyonları anlamaya iten detaylar olarak öne çıkıyor.
Koleksiyonun ilginç bir dizisiyse 1936 yazında Montroig’de masonit üzerine yağ, kazein, katran ve kum kullanılarak yapılmış, hepsi 78x108 cm boyutlarında ve aynı teknikle gerçekleştirilmiş eserlerden oluşuyor. Yan yana sıralanan bu resimlerde, sanatçı renkli, pürüzlü, dokulu bir yüzey üzerine kesintisiz siyah çizgilerle çalışmış, daha sonra bazı bölümleri kısmen renkle kaplamış. Eş merkezli yarım dairelerle gökkuşağı ve sarkaç gibi bazı biçimlerin yer aldığı aynı seride, sadece hislerimizle anlamlandırmaya çalışılabileceğimiz deforme imgeler bulunuyor. Hepsi bir araya geldiğinde sinema-grafik bir anlatıya dönüşüyor. Resimlerin siyah konturlarla sertleşen yapısı, izleyiciye acı ve isyan duygularını aktarıyor, yer yer kullanılan diğer renklerse bu ortamı hüzünle perçinliyor. Tıpkı İspanya İçsavaşı’nın tragedyasının bir anlatısı gibi… Aynı hüznü, 1935 yılına tarihlenen “Cabeza humana” (İnsan Kafası) eserinde de görmek mümkün. Sergide aynı odayı paylaşan, araya serpiştirilmiş deforme nü eskizlerdeki usta çizgiler, alışılagelen Miró üslubunun dışında. Bu eskizlerdeki çökkünlüğün ete kemiğe bürünmüş hali ilginç bir denge sağlıyor. Miró bu çizimleri, 1937 yılında Paris şehrinin Montparnasse bölgesindeki sanat okulu La Grande Chaumière’de kâğıt üzerine karakalem tekniğiyle yapmış.
Sanatçının 1974’te Paris’teki Grand Palais’de gerçekleştirdiği retrospektif sergide yer alan yanmış resimlerden biri, İzmir’deki sergide çarpıcı bir etki yaratıyor. Aynı alanda halıyla yapılan imgeleme çalışmaları, siyah zemin üzerindeki baş tablosu öyle etkili bir şekilde aydınlatılmış ki, sergideki en ruhani ilişki bu kompozisyonda hissediliyor.
Toiles brûlées(Yanık Tuvaller) serisinin bir örneği olan bu tablo; hem ön hem de arka tarafı görülebilecek şekilde yüksekte asılı olarak sergileniyor. Miró, bu resimleri 4-31 Aralık 1973 tarihleri arasında Katalan sanatçı Josep Royo’yla Tarragona’da birlikte çalışarak yapmış. Toiles brûlées serisinin üretim aşamaları; Francesc Català-Roca tarafından çekilen Miró 73. Toiles brûlees (1973) adlı bir filmde belgelenmiş. Tuvaller önce bir bıçakla kesilmiş, keskin nesnelerle delinmiş, boyanmış ve üzerine benzin dökülüp yakılmış. Ardından daha fazla boya eklenmiş ve tekrar yakılmış. Sanatçı yüzey aşağı bakacak şekilde tuvallerin üzerinde yürümüş ve sonra onları tekrar kesmiş. Yüzeyi parmaklarıyla boyamış ve delikler açmış ve yanmış parçalardan bazılarını kesmiş. Son aşamada ise bir boya uygulaması daha yaparak yanmış parçaları kavrulmuş sedye çubuklarına çivilemiş. Miró hazırlık notlarında bu eserlerden “yakılmış ve yırtılmış tuvaller” olarak bahsetmiş ve dört aşamalı bir süreç tanımlamış: Renkleri dök, kes, yırt ve as… vesiyah noktalar. Şiddet dürtüsünü “öfke”yle ve “öfkeyle doğaçlama yap” şeklinde yorumlayarak bu süreci güçlendirmiş. Jacques Michel’in Toiles brûlées serisinin “kopuş” ve “devrim”i temsil ettiğini, Miró’nun barış içinde yaşamadığı bir dünyaya karşı öfkeyle bağırarak tuvallerini ihlal ettiğini söyler. Bu yorum, tuvalin karşısında durduğunuzda doğrulanıyor. Miró’nun bu süreçte Fransız başkentindeki varlığı ve üretimleri, ona Francisco Franco’nun baskıcı ve otoriter rejimini kınamak için uluslararası bir platform sağladığı düşünülüyor.
Yıldızlar, kadınlar, kuşlar ve pek çok sembolik imgeyle farklı tekniklerin bir araya geldiği bu sergi, Miró’nun yaşadığı süreci tarafsız, aracısız ve yalın biçimde izleyiciye sunuyor ve insanı derinden sarmalıyor. Sergi Miró’nun emeğiyle tüm insanlığa armağan edilmiş gerçek bir saygı duruşu niteliğinde.
• Joan Miró: İmge, Metin, Gösterge, 9 Şubat 2025’e kadar İzmir, Arkas Sanat Merkezi’nde görülebilir.